Selim Hubeş'in ardından….

Renan KOEN Toplum
22 Aralık 2021 Çarşamba

Selim Hubeş’i kaybettiğimizi duyunca derin bir üzüntü duydum. Onu ilk Los Pasharos Sefaradis müzik grubundaki kıymetli yeriyle dinleyici olarak tanımıştım. 1989’da bir vesileyle yüz yüze tanışmış, evine konuk olmuştum. Çok değerli tiyatro sanatçısı eşi Rozet Hubeş ile derin sohbeti, müziği, sıcaklığıyla akşamdan başlayıp gecenin artık sabah diyeceğimiz geç saatlerine kadar unutulmaz bir zaman yaşatmışlardı bize. O ziyaretimizde ne kadar derin derya bir insan olduğunu anlamış ve yaşamıştım. Sonraki senelerde kendisini hayranlıkla izlerken, bir gün Dostluk Yurdu Derneğindeki bir konserim vesilesiyle tekrar bir araya gelmiştik. Bu sefer Türk Yahudi Toplumundaki çok kıymetli çalışmalarını anlama fırsatım oldu. Beni dinlerken, o müthiş zekâsı, her şeyi gören geniş bakış açısı, derin bilgisi, coşkusu, yeni fikirlerin arkasında güçlü duruşu ile toplumumuza katkı sağlayanlar arasında böylesine birinin olmasından ötürü gurur duydum.

Türk Sefarad müziğinin tekrar canlanmasına vesile olan değerli müzisyen, besteci, müzisyenliğinin yanı sıra bir derya olan Selim Hubeş, Sefarad bir ailenin çocuğu olarak 1953’te İstanbul’da doğdu. İlkokul ve lise eğitiminden sonra Ticari İlimler Akademisini bitirdi. Daha sonra, muhasebecilik alanında master derecesini tamamladı. Mesleğini sürdürürken sanat, müzik, edebiyat onun kocaman dünyasıydı. 1976 yılından itibaren tiyatro müziği bestelemeye başladı. 1978’de ses sanatçısı, dilbilimci, Ladino dili eğitimcisi ve araştırmacısı, Şalom gazetesi El Amaneser ekinin editörü, Osmanlı-Türk Sefarad Kültürü Araştırma Merkezi Genel Koordinatörü Karen Gerson Şarhon ile Los Pasharos Sefaradis grubunu kurarak Türk-Sefarad müziğine yeni bir soluk getirmekte büyük katkı sağladı.

Türk Sefarad Müziğinin serüveni 1492’de başladı. İspanyol engizisyonundan kaçan, bazı tarihçilerin tahminine göre sayıları 200 bin kadar olan Yahudiler, son durakları Osmanlı İmparatorluğunda Sultan II. Bayezid tarafından büyük bir memnuniyetle kabul edildi.

Sefarad Yahudileri beraberlerinde, kendi gelenek ve görenekleri dışında bir dil ve müzik kültürü getirmişti. Temelde 15. yüzyıl İspanyolcası olan dilleri, geçen yüzyıllar içinde yaşadıkları ülkelerdeki dillerden de etkilenerek kendine özgü özellikleriyle günümüze ‘Judeo-Espanyol’ (Ladino), yani Yahudi İspanyolcası olarak geldi. Osmanlı İmparatorluğundaki genel hoşgörü havası içinde kendi etnik kimliklerinden vazgeçmeye zorlanmayan Yahudiler, anadilleri olan 15. yüzyıl İspanyolcasını bugüne taşıyarak dilbilimcilerin rüyasını teşkil eden canlı bir müze oluşturdu. Günümüzde Judeo-Espanyol, yüzyıllar süren işlevini kaybederek yavaş yavaş yok olmaya yüz tutmakta.

15. yüzyıl İspanya’sında ‘romansa’ adı verilen bir müzik kültürü hâkimdi. Soylu sınıfın savaş ve kahramanlık öykülerini anlatan romansalar, sonradan daha geniş halk kitleleri tarafından benimsenip sıradan öykülerin anlatıldığı şarkılara dönüştüler. Sefarad Yahudilerinin Osmanlı İmparatorluğuna getirdikleri müzik türü de bu tip şarkılardan oluşuyordu. Yüzyıllar içinde, başta Türk Sanat Müziği olmak üzere, çevrelerindeki müzik kültüründen etkilenen Sefarad şarkıları, aşk, meşk, dedikodu, gündelik yaşam ve her türlü insan ilişkileri ile duyguları içeren temalarla kendine özgü bir müzik türü haline geldi. Halk müziği tarzındaki bu şarkılarda kullanılan dil her daim Judeo-Espanyol oldu. Bu şarkılar arasında özgün ama kimin tarafından bestelendiği bilinemeyen anonim besteler ve popüler melodilerin üzerine Judeo-Espanyol sözler yazılmış şarkılar bulunuyor. Anadan kıza geçerek günümüze kadar gelmeyi başaran binlerce şarkı arasında, aynı besteye değişik güfteler veya aynı güfteye değişik bestelerle yorumlananlar da bulunmakta.

Türk Sefarad Müziğinin bir diğer öğesini de dini müzikler oluşturuyor. Yüzyıllardır Türkiye’deki sinagoglarda Türk Sanat Müziği makamlarıyla icra edilen ilahilerde kullanılan dil, Yahudilerin dini lisanı olan İbranice.

1980’den beri yurdumuza gelen çoğu Batılı müzikolog ve etno-müzikoloğun başlıca ilgi alanı Judeo-Espanyol dilindeki halk şarkıları oldu. Ancak bu bilim insanları Türk Sanat Müziği türünde bestelenmiş şarkıların çoğunu notasyon sitemine yabancı oldukları için kayıt altına alamadılar. Oysa Batılı bilim insanlarının toplayıp arşivledikleri sayısız şarkı dışında, Türk Sanat Müziği etkisi altında bestelenmiş yüzlerce şarkı daha mevcut. İşte bu kültür mirasının korunması safhasında devreye benim de zaman zaman kaynaklarına başvurduğum Los Pasharos Sefaradis Grubu girdi.

Los Pasharos Sefaradis Grubu

Los Pasharos Sefaradis Müzik Grubu, Türk-Sefarad kültürünün yeniden canlandırılmasında önemli bir rol oynadı. Grup 1978’den beri dil ve halk şarkıları alanında birçok araştırma yaptı. Bugüne dek Avrupa ve Amerika’daki birçok kültür başkentinde önemli konserler verdiler.

Grup üyelerinin hepsinin Judeo-Espanyol diline hâkim olmaları şarkı sözlerini hatasız telaffuz etmelerini sağlamakta. Los Pasharos Sefaradis’in üyeleri büyükannelerinden dinledikleri bu müziği yine büyükanneleri gibi söylemeye özen gösteriyor.

Halk şarkıları üzerine araştırmalar yapmaya devam ediyorlar ve bu konuda dünyanın en zengin arşivlerinden birine sahip. Dağarcığını her yıl zenginleştiren grubun aktif repertuarında 400’ü aşkın şarkı bulunmakta. Judeo-Espanyol kültürünün devamı için de çalışmalar yapmakta ve bu çerçevede grubun bestecisi kıymetli Selim Hubeş’in yeni bestelerini de seslendirmekte. Sefarad müziğinde birçok bestesi bulunan Selim Hubeş’in, iki bestesi 2003’te Kudüs’teki Judeo-Espanyol Şarkı Yarışması ‘Festiladino’da finale kaldı ve ‘Loko Loko’ adlı bestesi ikincilik ödülüne layık görüldü.

Büyük usta Selim Hubeş, seni bugün üzülerek ışığa uğurluyoruz…Yolun açık olsun demeye bile dilim varmıyor… Onun müstesna kişiliğini daha iyi tanıyabilmek için aşağıda kendisiyle gazetemizde Ester Yannier tarafından yapılan bir söyleşiden bölümler paylaşıyorum.

Hangi koku ile geçmişinize dönersiniz?

Annemin evinin kendi özel kokusu.

Bir cümlede yaşam felsefeniz…

Yaşamak ciddi bir iştir, şakaya gelmez.

Kimin düşüncesini okumak isterdiniz?

Ajda Pekkan’ın...

Romantizmin bittiği an…

Post-romantizm başlar.

Para sizin için ne ifade ediyor?

Sorunun sorulduğu ana ve yere kimin sorduğuna göre değişir. Bu konuda bir klişem yok.

Kendinize yaptığınız en cesur itiraf…

Yuh be! Ne kadar şişmansın.

Beyninizi neyle beslersiniz?

Muhabbet, okumak, tv, sanatsal işler ama bazen bir tavla partisini seyrederken bile beslenebilirsiniz.

Ne için sonuna kadar mücadele edersiniz?

Yalancılarla, dümencilerle, suyun başını tutmuşlarla, kendini bi b.k zannedenlerle, kerameti kendinden menkullerle haksızlarla.

Neyi görmezden gelirsiniz?

Şahsıma istem dışı yapılan her türlü menfi tavır.

En büyük pişmanlığınız…

Sanatçı olamamak.

Ben çok iyi bir….

Hiçbir zaman hiçbir şeyde çok iyi bir şey olmadım; mesleğimde iyiyimdir, iyi bir okur sayılabilirim.

Unutmak istemediğiniz an?

Unutmak istemediğim bir an yok, hatta unuttuğum birçok anı hatırlamak istiyorum.

Maddi gücünüzü kullanmadan karşınızdakine kendinizden ne verebilirsiniz?

Öpücük.

Bir şeyi değiştirme gücünüz olsaydı neyi değiştirirdiniz?

Tüm dünyadaki askere gitme yaşını 55 yapmak isterdim. O yaşta bir adam hem fizik olarak hem de mental olarak zor savaşır. Kaybedeceği çok şey vardır. Durup dururken kendi yaşında tanımadığı birini öldürmek zorlaşır. Fizik olarak da öyle tüfekle nişan alıp ateş edecek kadar göremez; ikide bir yakın gözlüğü tak, uzak gözlüğü çıkart… 20 yaşında bir genç kadar hızlı koşamaz, yük taşıyamaz, tankın üstüne aynı çeviklikte atlayamaz.

Dünyamızdaki bir eksik….

Eksik yok fazla var; çok insan var, çok kirlilik var, çok büyük teknik gelişme var. Bütün bunlar dünyanın sonunu mu hazırlıyor acaba? Belki yakında insansız bir dünyaya mı ulaşacağız? Bilemiyorum. Belki de insanlık eksiktir kim bilir, pek emin değilim.

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün