İzlediği oyunlarda kabul görmüş ahlaki ve toplumsal değerlerin yüceltilmesine alışık 19. yüzyıl sonlarının tiyatro seyircisi, Henrik İbsen’in ilk kez 1879’da sahnelenen ‘Nora: Bir Bebek Evi’nde kadının aile içindeki konumunun onaylanmak bir yana ciddi bir saldırıya uğramasını şaşkınlıkla karşılamış, aydın ve ilerici sayılan İsveç’te bile oyun tepkilere, sert eleştirilere, ateşli tartışmalara yol açmıştı. Erkek egemen toplumda kadının birey olamayışını ele alışıyla, döneminde devrim niteliği taşıyan, tarihin ilk ‘feminist’ oyunu ‘Nora: Bir Bebek Evi’ günümüzde bile çağcıllığını koruyan bir başyapıt.
2018’de izlediğimiz ‘Red Speedo’su sayesinde keşfettiğimiz 1980 doğumlu genç Amerikalı oyun yazarı Lucas Hnath, yazıldığından neredeyse 140 yıl sonra ‘A Doll’s House, Part 2 / Bir Bebek Evi Bölüm 2’ adıyla bir devam oyunuyla karşımızda.
Başkişisi kapıyı çarpıp korunaklı burjuva yaşantısını, kocasını, çocuklarını geride bırakarak, geçmişinden kopuk, geleceği belirsiz bir yaşama gittiğinde İbsen, Nora’nın yaşayacağı zorlukları özellikle göz ardı ederek, mahkumiyete dönüşmüş bir evliliğin, kişiliği yok eden bir yaşam tarzının her türlü belirsizlikten ve tehlikeden daha vahim olduğuna dikkat çeker. Hnath, yıllar boyunca Nora’nın yaşadığı bireysel gelişimi ve değişimi aktarırken, İbsen’in inşa ettiği toplumsal ve duygusal yapıyı başarıyla koruyarak, karakterleri İbsen’den koparmadan kendine mal eden yepyeni bir metin ortaya çıkarır.
İlk oyun
Bu çok sağlam çalışmaya ait izlenimlere geçmeden önce, İbsen’in orijinal Nora: Bir Bebek Evi’ni anımsamanın gerekli olduğunu düşünüyorum.
Onun yerine tüm kararları, önce babası, sonra da kocası Torvald verirken kadınca görevlerini yerine getiren, bir yandan da etrafına neşe saçan Nora Helmer, hayatı boyunca kendi için düşünmek zorunda kalmamış bir bebek kadındır. Ciddi işlerle uğraşıp kariyerinde yükselen Torvald’ın hem üç çocuğunun annesi eşi, hem de küçük kızı gibi davrandığı Nora sanki boş vakitlerinde oynadığı bir oyuncak bebektir. Torvald, Nora’nın gururla sakladığı sırrından, aslında bir bakıma ona hayatını borçlu olduğundan tabii ki haberdar değildir. Ağır bir hastalık geçiren Torvald, tedavi için İtalya’ya gitmek zorunda kaldığında Nora ona yolculuk parasını babasından aldığını söylemiştir. Ancak durum aslında farklıdır; kadınların bir erkeğin cirosu olmayan çek-senet imzalamalarının kanunen yasak olduğu 19. yüzyıl sonlarında Nora, gerekli parayı bulmak için, senedin arkasına babasının imzasını taklit etmiştir. Uzun süredir sırrının açığa çıkmaması için çaba gösteren Nora, borcu kapatmak için para biriktirmektedir. Torvald, “neşeli küçük sincabının” ondan habersiz borç alıp imzada sahtecilik yaptığını öğrendiğinde Nora, ona tapan kocasının bu suçu üstlenip karısını aklayacağından emindir. Ancak küplere binen Torvald’ın tek düşündüğü, adına sürülecek leke ve ondan nasıl kurtulacağıdır. Olay, biraz da Nora’nın çabasıyla tatlıya bağlandığında, karısına çok haşin davranmış olan Torvald onu affetmeye karar verir. Ama tartışırlarken Nora, hayalindekinden çok farklı olan gerçek Torvald’la yüzleşmiş, karşısındaki adamın ona tamamen yabancı olduğunu fark etmiş, bir mucize olduğuna inandığı evliliğininse, içinde yaşadığı bebek evinde oynadığı evcilik oyunundan ibaret olduğunu anlamıştır. Bildiği, inandığı her şey alaşağı olan, yapay yaşantısının onu evin süs bebeği haline getirdiğini fark eden Nora, bu sahteciliğe devam etmek yerine, anne ve eş görevlerinden sıyrılıp kendini yeniden keşfetmekten başka çıkış yolu olmadığına karar verir. Ve kapıyı çekerek bir daha dönmemek üzere evini terk eder.
Lucas Hnath ‘Nora 2’yi yazmaya başlarken aklında iki fikir olduğunu söyler: İlki bir kapı çalacak (kapı, Nora’nın 15 yıl önce çıkıp gittiği evin kapısıdır.), ikincisi Torvald (Tansu Biçer, Nora’nın terk ettiği kocası) ve Nora (Tülin Özen), İbsen’in metninde yapmadıkları gerçek bir tartışmayı (yazarın deyişiyle “b.ka batmak”) yapacaklar.
Kapı çalınır, Nora gidince Nora’nın üç çocuğunu büyüten evin emektarı Anne Marie (Nihal Geyran Koldaş), kapıyı açar. Gelen 15 yıldır kendisinden hiçbir haber alınamamış, öldü zannedilen Nora’dır. Ve oyun başlar.
Torvald iştedir ve Nora’ya büyük sevgiyle bağlı olan Anne Marie, aradan geçen yıllarda neler yaşandığını merak etmektedir. Nora çok değişmiştir. Şık giysisi ve kendinden emin davranışı varlıklı bir yaşam sürdürdüğünü belirtisidir. Nora Anne Marie’ye kendi sesini keşfettiğini ve artık, çok okunan ve çok kazanan bir yazar olduğunu anlatır. Tabii 19. yüzyılın bu son yıllarında takma ad kullanarak yazmaktadır. Kendi hikâyesini yazdığı ilk romanının ardından, yaşamış olduğu zorlukları deneyimlemiş çok sayıda kadın olduğunu keşfetmiştir. Tabii ki otobiyografik de olsa, romanın basılabilmesi için başkarakteri yazdığı metinde intihar eder. Bu küçük ayrıntı dönemin muhafazakâr bakış açısı sebebiyle İbsen’in gerçekten yaşamış olduğu olaya da bir göndermedir. Almanya temsilcisi, Alman seyircisinin özgün finali kabul etmeyeceği gerekçesiyle oyuna alternatif bir son yazmasını ister. İbsen, Torvald’la kavgasından sonra çocuklarını görmeye gittiğinde ruhsal çöküntü yaşayan Nora’nın evini terk etmeyebileceğini ima eden bir final yazar. Sonraları yazmaya zorlandığı bu finali İbsen, özgün metni aşağılayan “barbarca bir hakaret” olarak nitelendirir. O günden beri oyunun sahnelemelerinde, tiyatro ve sinema uyarlamalarında hep özgün son kullanıldı.
Nora yine dönemin patriarkal adalet sitemiyle çelişkiye düşmüştür. Bekâr bir kadın olarak anlaşmalar imzalamış, paralar kazanmış, özel yaşamında çok sayıda erkekle ilişkiye girmiştir ama Torvald’ın onu boşamamış olduğunu öğrenmiştir. Hâlâ resmen evli olduğu için, kanunlar onun kazançlarını ve cinsel özgürlüğünü suç sayacaklardır. Erkek için bir dilekçeyle çözülecek basit bir formalite olan boşanma, kadın istediğinde kocanın çok sayıda kötü davranışını ispatlamasını gerektiren karmaşık bir işleme dönüşeceğinden Nora, Torvald’dan onu boşamasını istemeye gelmiştir. Ama 15 yılda değişen sadece Nora değildir. Nora’nın dönüşünü önce inanmazlık, sonra şaşkınlık ve kızgınlıkla karşılayan Torvald boşanmaya karşı çıkar. Nora’nın özgürleşmesi için, kocası ve çocukları gibi çok yüksek bir bedel ödeyen, neredeyse tüm yaşamını Helmer Ailesine adayarak, ailenin çocuklarını yetiştirmek için kendi hayatından fedakarlıklar yapan Anne Marie, kendisinden yardım isteyen Nora’ya alınmış, gücenmiştir ve kızgındır. Nora’nın kızı yaşamını düzene koymuş, beklentilerini gerçekleştirmiş bir genç kadındır. Ancak beklentileri ilk oyundaki Nora’nınkiler gibidir.
Bu kez karşımızda salt feminist bir metin değil, herkesin kendine göre haklı olduğu ilginç bir durum vardır ve Nora, en sonunda kendine en uygun çözümü bularak yeniden çekip gidecektir.
Ancak, Torvald’la ilk ayrıldıklarında yapmadıkları, 15 yıl sonra da bir türlü fırsat/cesaret bulmadıkları o samimi ve açık konuşmayı bu kez, kapı Nora’nın ardından kapamadan önce yapmayı başarıcaklardır.
Lucas Hnath’ın, Nihal Geyran Koldaş’ın çevirdiği, Saim Güveloğlu’nun yönettiği oyunu ‘Nora 2’ adıyla İstanbul’un yepyeni tiyatro mekânı Bahçe Galata’da sahneleniyor. Hilal Polat minimal, klasik tarz birkaç parça mobilyayla var ettiği mekânda hem zamansızlığı hem geçmişi, geçmiş bir döneme ait gibi duran ancak hiçbir zamana bağlanamayan başarılı kostümleriyle yansıtıyor. Utku Kara, sadece dört oyuncuyu değil, oyunun çok önemli bir karakteri olan kapıyı da aydınlatmayı da unutmuyor.
Oyuncu kadrosu müthiş. İlk kez sahneye çıkan Zeynep Çötelioğlu, dünyaya farklı bakan, annesinden farklı düşünen ama onun kadar kendine güvenen Emmy olarak çok inandırıcı. Nora’nın antitezi Anne Marie’de Nihal Geyran Koldaş’ı seyretmek, karakterini adım adım, sözcük sözcük var edip açmasını izlemek heyecan verici. Tansu Biçer, 15 yıldır içine attıklarının hırsını ve kızgınlığını ustalıkla yansıtırken, Torvald’ın oyunun ‘kötü adamı’ olmadığını, aksine, yaşadığı ortamın ve dönemin kriterlerine göre düzgün, hatta iyi bir adam olduğunun başarıyla vurguluyor. ‘Dil Kuşu’ndan beri hep ‘büyük oyuncu’ olarak gördüğüm Tülin Özen ise Nora’yı kendini aşan, olağanüstü bir yorumla canlandırıyor. Unutulmaz bir performans.
Çok iyi yönetilen, müthiş iyi yorumlanan Nora 2 sezonun en iyi oyunlarından. Tülin Özen ile Tansu Biçer’in yeni açtıkları müthiş sevimli ve samimi mekânları Bahçe Galata’da her cuma akşamı izlenebilir. Sakın kaçırmayın, bilet almakta acele edin derim. En erken bir ay sonrasına yer bulunabiliyor.
Hepinize sağlıklı seyirler ve huzurlu bir yeni yıl dilerim.