COVID-19 hastaları daha yüksek psikiyatrik bozukluk riskiyle karşı karşıya. Bunun nedeni pandemi surecinin popülasyon üzerindeki sosyal etkileri mi, yoksa virüs insan beyni üzerinde de olumsuz etkiler mi bırakıyor?
Dilek Hamurcu
Günümüz dünyasında karmaşıklığı açıklama konusunda en çok başvurulan söylem kalıpları kuşkusuz komplo teorileridir; zira bunlar karmaşık ve anlamlandırılamayan gerçekliği, kendi içinde bir uyum içersinde, basit ifade şemaları ile açıklar.
Böylece bireyler, kendi içerisinde tutarlı fakat fazlaca belirsizlik ve çelişkiler içerisinde açıklama yapma olanağı veren anlatılara bağlanırlar. Üstelik komplo teorileri, bireylere, kendilerini aşan çok üstün bir gücün kötümser niyetlerine dair açıklamalar getirir.
Korkutucu da olsa, onu bütünsel bir senaryo içinde tutarlı bir açıklamaya dayandırırlar ki ardı arkası kesilmeyecek sorulara nispeten bir altyapı oluştursunlar. Böyle bir acizlik hissi, aynı zamanda bireyi, her türlü sorumluluktan kurtarır.
Sahte-bilim, içine gerçek bilimden ödünç aldığı terim ve açıklamaları yerleştirerek, bilim insanı görünümlü kişilerin bunları topluma aktarması yoluyla komplo teorilerinin kabul görmesine hizmet eder. Bu nedenle gelin telepatik yolları kullanmadan, nesnel ve güncel bilimi temel alıp, şu hayalperest aydınların gözüne bir fener çakalım..
Biliyoruz ki, insan aklı ve psikolojik dengeler, en az insan bedeninin fizyolojik ve anatomik sağlığı kadar önemli… Alınan aksiyon planları çerçevesinde pandemiyi yönetmek için dünya çapında uygulanan sokağa çıkma yasakları ve sosyal mesafe önlemleri; depresyon, anksiyete ve travma sonrası stres bozukluğu (TSSB) dahil olmak üzere yüksek oranda psikolojik sorunlara yol açtı.
Bu oldukça mantıklı; zira sosyal izolasyonun olumsuz psikolojik sonuçlara, ekonomik belirsizliğin de artan işsizlik ve yaygın finansal sorunlara yol açacağını biliyorduk.
Salgının sosyo-ekonomik etkilerinin yanı sıra COVID-19’a yakalanmak, zihinsel sağlık sorunlarına da yol açıyor mu? Ve eğer öyleyse bu, virüsün beynimizde bıraktığı sekeller nelerdir?
Oxford Üniversitesindeki araştırmacılar, Amerika’daki 69 milyon kişiden alınan verileri kullanarak COVID-19 teşhisi konan kişileri grip veya başka bir solunum yolu enfeksiyonu gibi sağlık sorunlarına sahip hastalarla karşılaştırdı. Bu yaklaşım ciddi şekilde hasta olmanın veya hastaneye kaldırılmanın etkisini sıfırlamalarını sağlıyor.
Oxford psikiyatri profesörü ve araştırmayla ortaya çıkan çalışmanın baş yazarı Paul Harrison, “İnsanların hasta olduklarında (COVID ile ilişkili olmayan bir hastalık) akıl sağlığı problemleri geliştirme olasılıklarının, hasta olmayanlara göre daha yüksek olduğunu biliyorduk” diyor. “COVID-19’un bu riski artıran bir özelliği olup olmadığını öğrenmek istedik. Bulgularımız, böyle bir şeyin varlığına işaret ediyor.” Çalışmanın sonucunda, COVID-19 teşhisi konan 62 bin kişiden beşte birinin, hastalıklarının ardından depresyon, anksiyete veya uykusuzluk tanısı gösterdiği ortaya çıktı. Bazılarında bu tanı hastalıktan önce de konulmuş; ancak 20 hastadan biri koronavirüs enfeksiyonu sonrası hayatlarında ilk kez ruh sağlığı sorunları yaşamış.
COVID-19 olanlar, bu psikiyatrik tanılardan birini diğer hastalara göre iki kat daha fazla alma olasılığı bulunduyor. COVID-19 nedeniyle hastanede yatmak, tüm hastaları daha yüksek risk altına sokuyor; ancak hastalığın hafif seyrettiği bireylerde bile takip eden üç ay içinde ruh sağlığı sorunları görülebiliyor.
Araştırmacılar, ABD’NİN koronavirüs ölüm oranının ‘Vietnam Savaşı’nı aştığı 1 Nisan 2020’den sonra herhangi bir sağlık sorunu yaşamanın ruh sağlığını etkileme oranında değişiklik gösterdiğini fark etti. O tarihten sonra herhangi bir hastalığa yakalananlarda, psikiyatrik bir rahatsızlık gelişme riski daha yüksek görünüyor.
Araştırmacılar bunu, hastaneye yattığında COVID-19’a yakalanma korkusu veya sağlık hizmetlerinin pandemi nedeniyle çoktan bunalmış olduğunu bilmek gibi bağlamsal faktörlere bağlıyor. Ancak, COVID-19 ile artan psikiyatrik bozukluk riski arasında bir bağlantı olsa bile, arkasında hangi mekanizma olabilir?
Gercek şu ki: “Beyinlerimizi etkileyen ve çok ciddi sorunlara, hatta ölüme neden olan virüsler var. Ama aynı şekilde, böyle bir semptom ortaya çıkartmayan pek çok yaygın virüs de bulunuyor.”
Önceki çalışmalarda diğer virüslerin beyne ve vücudun merkezi sinir sistemine nasıl entegre olduğu belirlenmeye çalışıldı. Diğer iki koronavirüs, SARS ve MERS tanısıyla hastaneye kaldırılan hastaların, PTSD geliştirme olasılığının neredeyse üçte bir olduğu ve hastaların yüzde 15’inin, hastalıklarından bir yıl sonra depresyon ve/ veya anksiyete yaşadığı ortaya çıktı.
Doğaldır ki, bunun biyolojik olmayan birçok nedeni olabilir: Hayatınız etkilendi; işinizi kaybetmiş olabilirsiniz, kiranızı ödemekte sorun yaşamış olabilirsiniz, iyileşemeyeceğinizden dolayı endişeleniyor olabilirsiniz. Ayrıca, biyolojik mekanizmalar da olabilir. Örneğin, hasta olmak vücudunuzda bir bağışıklık tepkisini tetiklemiş olabilir.
Bağışıklık tepkisinin bazen beyne girebileceğini hatta hissetme şeklimizi ve beynimizin çalışma şeklini etkileyebileceğini biliyoruz. Merkezi sinir sistemine bulaşan ve bu süreçte beyni ve omuriliği etkileyen birkaç virüsün varlığı biliniyor. Bunların arasında grip, kızamık virüsü ve insan bağışıklık yetmezliği virüsü (HIV) gibi virüsler ve bazı koronavirüsler de var.
Koronavirüsünün merkezi sinir sistemi üzerindeki etkilerini inceleyen çalışmalar hala devam ederken, Pennsylvania’daki Temple Üniversitesindeki bilim insanları tarafından yapılan bir başka çalışma koronavirüste bulunan başak proteinlerin, kan-beyin bariyerinin bir modelindeki hücreleri nasıl etkilediğini ve bariyerin ‘sızıntı’ yapmasına neden olarak beynin hassas sinir ağlarını bozma potansiyeline sahip olduğunu gösterdi. Bununla birlikte araştırma sürecinde COVID-19 teşhisi konmuş kişilerde altı ay sonra depresyon, demans, psikoz ve inme geçirme riskinin arttığı tespit edildi.
COVID-19’a yakalananların üçte birinde, bu tür psikolojik veya nörolojik hastalıkların ortaya çıktığı veya yeniden nüksettiği görüldü. Bunun, hastalığın yol açtığı stresin yanı sıra virüsün doğrudan beyin üzerindeki etkisinden kaynaklandığı sanılıyor.
Harrison, “COVID-19’un, özellikle beyinde depresyon ve anksiyeteye neden olan bazı şeyler yapıyor olabileceğini tahmin etmek kolay ancak bu sadece bir hipotez” diyor.
“Bunun doğru olup olmadığını görmek için daha fazla araştırma yapmalıyız. Şu anda bu konuda devam eden başka çalışmalar bulunuyor. Eğer doğruysa, o zaman ya ilk etapta bunun olmasını engelleyebilecek ya da olması halinde hastaların başa çıkmasına yardımcı olacak tedaviler düşünmemiz gerekecek.”
Psikolojik dengemizi koruma noktasında tasarrufuzda olan birkaç naçizane öneri hatırlatıp bu yazıyı bol sevgi ve pozitif enerjilerimi sevgili okurlarımıza ileterek sonlandıracağım:
-Bu konular hakkında mutlaka geçerliliği kanıtlanmış güvenilir kaynakları takip etmek,
-Konu hakkında mütemadiyen haber okumamak,
-Rutininize devam etmek,
-“Her sabah bir tutam maydanoz tüketmek vücudun ihtiyaci olan vitamin ve mineralleri doğrudan almak demektir….” Tadındaki baş ucu öğretilerini ve klişeleri sıralamayacağım; çünkü halihazırda okurlarımızın bilinç seviyesi zaten en yukarılarda…
-Ama şunu gönül rahatlığıyla söyleyebilirim ki; bana kalırsa farkındalık ahir ömür yolcuğumuzda en büyük adımdır… Farkındalığı yüksek tutmak ve belki dünyanın en tatlı korkusunu hissetmek; ancak içimize fazla çekmemek..
Size ihtiyacımız var. Daha yapılacak çok iş, başarılacak çok şey, faydalı olunacak çok insan var…