Eisner Ödüllü ´Mülk´, ilk başta keyifle okunan, eğlenceli bir çizgi roman gibi başlasa da geçmişte yaşananlar ve hasıraltı edilen sırların yavaş yavaş gün yüzüne çıktığı, bir solukta okuyacağınız bir çizgi roman. İsrailli çizgi roman yazarı Rutu Modan´ın kaleminden ve Baobab Yayınları´ndan çıkan bu eser, Polonya göçmeni İsrailli Regina Segal´in, oğlunun ölümünün ardından torunu Mica´yla birlikte, II. Dünya Savaşı´nda kaybedilmiş bir aile mülkünü geri almak üzere Varşova´ya gitmesini konu alıyor.
‘Mülk’te, oğlunu yeni kaybetmiş bir büyükanne ile babasını yeni kaybetmiş torununun yolculuğu anlatılıyor. Aralarındaki kuşak çatışmasına rağmen ikisini birleştiren ortak duygu yas… Bunun yanı sıra, yaşlı bir Yahudi kadının II. Dünya Savaşı'ndan bu yana doğduğu topraklara bir ömür sonra ilk defa dönüşünü anlatan, sürprizler eşliğinde aşama aşama gerçeklerin ortaya döküldüğü bir geçmiş okur ile kucaklaşmakta… Hayli duygusal bir hikâyesi olan kitap, sırların ortaya çıkmasıyla okuyucuyu beklenmedik şekilde şaşırtıyor.
Holokost ve izleri ilk andan itibaren kitabın arka planında yer alırken, kıvrak mizahının yardımıyla bu hassas konuyu yer yer eleştirel, çok boyutlu bir bakışla ele almayı ustalıkla başaran yazar Rutu Modan ile ilginç bir röportaj yaptık.
Kendinizi tanıtır mısınız?
İsrailli bir çizgi roman sanatçısıyım; aynı zamanda kitap illüstrasyonları yapıyor, Kudüs’teki Bezalel Sanat-Tasarım Akademisinde çizgi roman ve illüstrasyon dersleri veriyorum. Kendimi bildim bileli hikâyelere ve çizim yapmaya ilgi duydum. Bu yüzden çok küçük yaşlardan itibaren hikâyeler uydurup resimler çizmeye başladım. Annem hikâyelerimi yazar, ben de onlardan çizgi romanlar yapardım.
Kitabınızı okurken kendimi bir yandan yazıyı okuyup bir taraftan görsele bakarken ya da önce görsele bakıp sonra tekrar yazıyı okurken buluyordum. Siz, çizgi roman kitaplarını yazmaya nasıl ve nereden başlıyorsunuz?
Öncelikle söylemek isterim ki, bu tarz okumaya zamanla alışıyorsunuz. Başlangıçta garip, birbirinden ayrı geliyor ama zaman içinde resme bakarken yazıyı okumaya alışıyorsunuz. Bu, bakmakla okumanın bir karışımı ve hikâyeyi yaratırken kullandığımız bir araç. Ben her zaman hikâyeden başlarım ama bir süre onu hissetmem, yeterince iyi bir fikir olup olmadığını araştırmam gerekir. Yeterince iyi demek, sadece hayali okuyucu için değil benim için de iyi olması demek, çünkü bir çizgi roman kitabı hazırlamak çok fazla emek ve zaman istiyor. Sonra araştırır ve bir sinopsis yazarım. Kitapta amacım mülklerini aramak için Avrupa’ya geri dönen bir büyükanne ile torununu anlatmaktı. Sonra insanların mülklerini nasıl kaybettiklerini ve hangi yolla geri alabildiklerini araştırdım. Savaştan önce Polonya’da yaşayan Yahudileri düşündüm. Holokost, Yahudilerin Avrupa’nın bir parçası olma deneyimini gölgeleyen bir olaydı. Yahudiler Polonya’da binlerce yıl yaşadı; Polonya’daki Yahudi nüfusu Avrupa’daki bütün ülkelerden fazlaydı. Holokost ile birlikte her şey, bütün insanlar, bütün bir kültür yok edildi ve Polonya ile ilgili sadece o hatırlandı. Bunu da kitaptaki kadın kahramanın Polonya’ya geri dönüşünü hayal ederek anlatmak istedim. Ailem savaştan hemen önce veya savaş sırasında Polonya’dan İsrail’e gelmiş. Nesiller boyunca yaşadığınız yeri terk etmek ne demek? Dolayısıyla Polonyalılar ve savaş öncesi Yahudilerin hayatları hakkında okudum, bugünün Polonya’sını araştırdım. Babam Polonya’da doğmuş olmasına rağmen bu ülke hakkında bilmediğim şeyler öğrendim. İsrail’e sekiz yaşındayken gelmiş ve Polonya hakkında hiç düşünmemiştim, çünkü büyükannem bu konuda konuşmazdı. Onlar için çok zordu. Kendilerini o kadar Polonya’nın bir parçası olarak görüyorlardı ki… Bu yüzden çok canları yandı. Ailem Siyonist değildi; Avrupa’dan mecbur kaldıkları için ayrıldılar.
Araştırmamı yaptıktan sonra bazı kişilerle konuştum; Polonya’ya hem yazım aşamasında hem de çizmeye başlamadan önce gittim. Çizmek isteyebileceğim yerlerin fotoğraflarını çektim, kitaplar okudum ve ancak sonra yazmaya başladım. Çok uzun bir yolculuktu, tam dört yılımı aldı; son senesi başlı başına iki sene gibiydi.
Kitabınızın bir nevi özetini yapan “Aile arasında tüm gerçeği dile getirmeye gerek yoktur ve bu yalan söylemek sayılmaz -Michaela Modan” cümlesini sormak istiyorum. Kitabın ilk sayfasında okuyucuyu karşılayan bu cümle ile ilgili ne anlatmak istersiniz?
Michaela Modan annem. Bunu açıkça söylemek kolay değil ama hepimiz bunu yaparız. Sanırım annem, “Bazen aileyi kurtarmak için mecbur kalırsınız” demek istedi. Evliyseniz, eşinize, çocuklarınıza ve herkese her zaman tam gerçeği söylüyorsanız, bu bir kâbus olurdu. Kültür böyle bir şey, herkese her istediğimizi söyleyemiyor veya yapamıyoruz. Ama sanırım annem işin bu tarafında değildi; mesela halı gibi pahalı bir ürün aldığında ve fiyatını babama söylemek istemediğinde böyle derdi. Kastettiği buydu. Bu, her ailede görülebilecek bir şey belki ama benim ailem söz konusu olduğunda hep bir ketumluk vardı. Bildiklerini kendilerine saklama huyları diğer ailelere kıyasla daha fazlaydı.
Tıpkı babam gibi benim de çok saçma bir alışkanlığım var; mesela nereye gittiğimi söylemek bana çok zor gelir. Mesela bakkala gidiyor olsam bile, sadece gittiğimi söylerim ve nereye gittiğimi söylemek istemem. Babam da aynı böyleydi. Hiçbir zaman tam olarak nerede olduğunu söylemezdi. Bunun, aile içinde bireyselliğini korumakla ilgili olduğunu düşünüyorum. Ailemin bütün bireyleriyle çok yakınımdır ama sadece bana ait olan bir alan, stüdyo, çizimler, bireyselliğimi korumama yarıyor.
Saklanan sırlar her zaman önemli sırlar olmak durumunda değil; bazen sadece paylaşılması gerekmeyen şeyler olabilir ama babamın kendisinin de bildiğinden emin olmadığım bir sırrı vardı. Bunu 20’li yaşlarımdayken öğrendim: babam gayrimeşru bir çocuktu…
Büyükbabam büyükannemle tanıştığında evliymiş. Sonra büyükannem hamile kalmış. 30’lu yılların başındaki Polonya’dan bahsediyoruz. Ailesi oldukça dindarmış ve bebeği, yani babamı vermek istemişler. Büyükannem reddetmiş ve büyükbabam da onun için Varşova’da bir daire kiralamış. Büyükbabam dört yıl daha evli kalmış ve büyükannem onu beklemiş. Sonunda evlenmişler. Kimse bu durumu konuşmazdı, sır gibi bir şeydi ve İsrail’e geldiklerinde kimse onları tanımadığı için bu sırrı saklamak daha kolay oldu. İşin garibi, anneannem bu sırra vakıftı. Savaştan önce Polonya’dayken aileyi tanıyan biriyle tanışmış. Bu kişi de Polonyalıymış, aynı şehirde yaşıyormuş ve hikâyeyi bilen bir arkadaşı varmış. Anneannem bunu anneme söylemiş, annem de bana söyledi. Bu konuyu babama hiç açmadığını da söyledi. Annem öldüğü güne kadar babamın bunu bilip bilmediğini bilmedi. Ben de bunu ona soracak cesareti bulamadım. Hayattayken büyükanneme de sormadım. Sadece kız kardeşlerime söyledim. Kitabı hazırlayana kadar bu sırrı sakladım. Kitap yayınlandığında bile sırrıma sadık kaldım. Ama artık üzerinden seneler geçti, büyükannem ve babam 20 yıldan uzun süredir hayatta değiller. Artık bu sırrı açıklasam da hiçbir şey olmayacağını biliyorum.
Aile içindeki sırlar teması ilgimi çekiyordu çünkü bazı açılardan geçmişi arkanızda bırakacağınız tarihle bağlantılı bir şey. Eğer bir sırrınız varsa ve bunu yeni nesle söylemiyorsanız, hayatınızda önemli bir etkisi olan gerçek bir öykü olsa bile hiç yaşanmamış gibi oluyor. Bir yandan da bu gerçekten sır olmayan bir sır; çünkü bu konu hakkında konuşmaya başladığımızda amcamın, diğer yaşlı akrabalarımın da her şeyi bildiklerini öğrendik. Bu herkesin bildiği bir sırdı. Bu ketumluğun aile kültürümüzün bir parçası olmanın yanı sıra Doğu Avrupalı Yahudi ailelerin de kültürü olduğunu fark ettim.
Mülk için otobiyografik bir roman diyebilir miyiz?
‘Mülk’ doğrudan bir otobiyografi değil. Bana göre biraz ironi, biraz Yahudiler, mülkler, para ve bu klişeyle eğlenmek hakkında. Belgeselden ziyade kurgu yazarken kendimi daha rahat hissediyorum. Gerçek hayattan malzemeler kullanabilirim ama bunları hayal gücüme veya ruh halime bağlı olarak değiştirebilirim; daha komik, daha dramatik yapabilirim. Aynı zamanda kimseyi incitmeden ve insanlar hakkında kötü konuşmadan sırları açığa vurabilirim. Kitapta, ailemden karakterler kullanıyorum ama bunların hiçbiri doğrudan değil. Savaştan önce ailemin Varşova’da mülkleri vardı ama oraya gidip izini sürmedik. Kitapta ise, “Ya büyükannemle ben gitseydik” diye düşündüm. Ne olurdu? Bu, geri dönme fikriyle, geri dönmenin ne anlama geldiği ile ilgili. Geçmişten kalanlar gerçekten hüsran yaratabiliyor, çünkü zamanda geri dönemeyiz, geçmişe erişimimiz yok ama mülk üzerinden geçmişe takılıp kalıyoruz. Sahip olamadığımız geçmiş değil, yaşanmış olan deneyimi yeniden yaşayamamak.
Hikâyeyi bitirdiğinizde ne hissettiniz? Geçmişle ilişkinize ne oldu? Kitabı tamamladığınızda özgürleştiniz mi?
Bir kitap üzerinde çalışmak her zaman çok zevkli ve o kadar saat çalıştıktan, çizimler yaptıktan sonra bitirmek insanı rahatlatıyor. Eğer bu deneyimden bir şeyler anladıysanız, rafa kaldırmak gibi bir şey. Size öğretiyor. Kendim, ait olduğum kültür, ailem hakkında çok şey anladım. Bağlantı kuruldu. O bağlantı hep vardı ama geçmişte kalanların içinde aktığı bir tünel ya da boru varmış da çamur ve yapraklardan tıkanmış gibiydi. Akış pek rahat değildi ama şimdi aniden açılıverdi.
Kendi geçmişiyle ilgili zor anıları hatırlayan bir büyükanneyi ve Holokost sahnelerinden oluşan bir fonda iki güçlü kadının kederini zeki bir mizahla birleştiren, çok boyutlu ve duygusal bir hikâye bu. Bunu nasıl yapıyorsunuz? Nasıl yaratıyorsunuz?
Böyle yazıyorum ve çiziyorum. En kötü şeylere bile mizahla yaklaşmak bir yaşam tercihi. Alaya alıp kahkahalarla gülmek anlamında değil, küçültmek ve başa çıkabileceğiniz bir hale getirmek için. Mizah hayatla baş ederken kullanabileceğiniz harika bir araç çünkü olayların içindeyken bile başka bir açıdan bakmanıza yarıyor. Hayat tecrübesine sahip olacak yaştayım ve mizah; başıma gelen her felakette, belki aynı gün değil ama takip eden günlerde, olayı farklı bir açıdan görmek, komik taraflarını öne çıkartıp daha kolay olmasını sağlamak için bir yol oldu.
Kitabın bir yerinde büyükanneniz “insan kaç kere hayatına sıfırdan başlayabilir?” diye soruyor. Bunu neden yazdınız?
Bu cümleyi yaşlı bir kadından duydum. Annemi kaybettikten sonra babamın arkadaşıydı. Bu cümleyi babam öldükten sonra kurdu. Dokuz sene birlikte yaşamışlardı ve babam öldüğünde bana ikinci kez dul kaldığını söyledi. Çok yaşlı değildi, 70’lerindeydi. Gelecekten bahsediyordu. Yaşlı bir kadının geleceği... Bu konu hakkında pek konuşmuyoruz. Hayata kaç kere yeniden başlayabileceğini sordu. Üzgündü. Ben ise 30’lu yaşlarımdaydım ve gençken yeniden başlayabilirsin diye düşündüm, birden duruma farklı bir açıdan bakmamı sağladı.
Büyükanneniz yeniden başlasa farklı bir hayat mı yaşardı?
Hayır, çünkü kitapta büyükannem bunu yapamazdı, geriye dönmek onun için imkânsızdı. Belki de yaşamış olması gereken hayat farklıydı ama artık başkaydı. Onun için en zor olan hayatının uğradığı kesintiydi. Seksen küsur yaşındayken yeniden başlayamazsınız. Bazen çok geçtir...