‘Kulüp’ dizisinin dört bölümlük ikinci sezonu da yayınlandı ve yeniden sosyal medyada en çok değinilen konu başlıklarından biri oldu. Kimi anlatılanların yetersizliğinden dem vurdu, kimi nelerin yaşanmış olunduğundan habersiz olmanın verdiği rahatsızlıktan söz etti. Her durumda, hem ilk hem de ikinci sezonda kendinden bunca söz ettirdiğine göre, dizi takdir gördü. Hatta yabancı basında bile ele aldığı konu bağlamında, yer aldı. Bilinmeyenlere ışık tutmuş olması öne çıkartıldı. Ne acı, değil mi? Üzerinden neredeyse yetmiş, seksen yıl geçmiş olmasına rağmen, devletin hatalarını biz dizi hikayesi açık ediyor.
Aslında dizinin kıvrımlarından çıkartılması ve ciddi bir şekilde üstünde durulması gereken dersler var. Anlatılan tek düze bir aşk hikayesi ya da bir ailenin basit bir öyküsü değil. Arka plana hakim olan, defalarca üzerinden geçilen bir tema var. Dizi öteki üzerinden hayat buluyor. Yaşananların onun hayatına nasıl yön verdiğini, kendi geleceğini bir türlü arzu ettiği şekilde ele alamamasının nedenlerini, zoraki bir kimlik bunalımına itildiğini anlatıyor sahne aralarında. Bazen çarpıcı bir şekilde net, bazen de okumasını bilene, üstü kapalı…
İstanbul Kulüp yörüngesi içine giren her kişi kendini tanıma anlamında sorunlu. Devletin yüksek emellerini temsil eden bir karakteri canlandıran Kürşat’tan, ne tarafa gideceğine bir tür karar veremeyen Raşel’e veya Orhan’a, Çelebi’ye, Bünyamin’e kadar bu böyle.
Zengin olmak başarılı olmak için yeterli değildir. Bunun için, nüfuz sahibi yerlerde tanıdıklarınızın olması, onlarla bir alış-veriş ilişkisi içine girmeniz gerekir. Kürşat böyle bir karakter. Geçmişini saklayıp saklamamak arasında gidip gelen Orhan’ın yaşamına el koyacak kadar güçlü veya Orhan, kendisini Kürşad’ın kollarına bırakacak kadar zayıf…
Bağnaz, hesabi bir milliyetçilik sosu ile zenginleştirilmiş Kürşat devletin şefkatli olması beklenen yüzünü soğutuyor başarılı bir şekilde. Kürşatların hala aramızda dolaşmadığını kim söyleyebilir? “Senin olan her şey benimdir veya benim olmalıdır”, eş deyişle, “Sen benimsin ve geleceğine ben karar veririm” demek, öteki olana hayat hakkı tanımamaktan, onu köleleştirmekten başka bir şey değil. Köşeye sıkıştırılmış olmanın tarif edilmez çaresizliği çok başarılı bir şekilde aksettirilmiş, Orhan ile Kürşat arasındaki o sahnede…
Orhan’ın Niko ile giriştiği sınavda Kürşat’ın zorlamalarının olduğu açıkken, Raşel’in İsmet ile gitmekten vazgeçip kısa süre önce kavuştuğu annesine dönmesi neyi ifade eder? Ciğerleri yakan, gönülleri parçalayan pogromun dişlilerinin yendiği bir aşk hikayesi olarak mı görmek gerekir Raşel’in kararını? Yoksa anne ya da aile sıcaklığının maceralı bir yolculuğa tercih edilmesi midir sadece?
Selim’inki de çok zor bir yolculuktur, şüphesiz. Gerçek hayattan biraz kopuk, romantik, bir o kadar naif bir karakter Selim… Uzun zaman önce farkına vardığı ancak İstanbul Kulüp’te açık edecek cesareti bulduğu gey kimliğini taşımanın kendisine yüklediği zorlukları aşmaya çalışan sanatçı bir kişilik… Yaratıcılığı ile kendisine biçilmeye çalışılan çerçeve arasında sıkışan ancak bunu ret eden, bunla mücadele eden iyi biri. Tıpkı asil duruşu ile farklılık yaratan, benzer mücadelesi ile taktir toplayan Matilda gibi.
Çizilmiş tüm karakterler insandaki zayıf noktaları ve yaşam içinde savrulurken durmayı arzu ettiği yeri hak etmek için verdiği savaşı çok başarılı bir şekilde anlatıyor. Olaylar da yalın bir şekilde aktarılıyor. Elbette ki keyifli birkaç saat geçirmek için tasarlanan böylesi anlatıların tarihi aksettiren bir belgesel olarak algılanmaması gerekir. Dolayısı ile, diziye bu anlamda getirilen eleştirilerin yerinde olmadığını düşünenlerdenim. Elbette ki konu daha uzatılabilir, o günlerin İstanbul’unda yaşanan kimlik savaşları daha derinlemesine verilebilirdi. Ancak bunun sonu yok…
Varlık Vergisini, pogromu öğrenmenin adresi değildir Kulüp… Ancak bir ışık yaktığı doğrudur. O ışığı kaynağına dek takip etmek, ondan feyiz almak ise izleyicinin sorumluluğudur. Bu sorumluluk kişinin kendisi ile de sınırlı değildir. Yarını borçlandığımız nesillere toplumun temelinde duran gerçeklerin anlatılması, elden ele aktaracağımız mirasın asaletini oluşturur. Geçmişle yüzleşmeden gelecek nasıl inşa edilebilir?