Erdem Beliğ Zaman
Tarihi test kitaplarından sınav geçmek için ezberleyen bir toplumdan, “tarihî bir diziden geçmişini öğrenme arzusu” kadar doğal bir davranış beklenemez. Vaktiyle ‘Muhteşem Yüzyıl’ dizisini bitirip Kanuni Sultan Süleyman dönemi uzmanı kesilenlerin bu defa gözlerini Kulüp dizisini bitirip ‘yakın tarih uzmanı’ olmaya diktikleri bir hakikattir. Bir hakikat de sinema gerçeğiyle tarih gerçeğinin farkıdır muhakkak fakat bambaşka bir hakikat daha var ki o da tarihî filmlerin ya da dizilerin tamamen uydurma olmamasıdır. Yaşanmışlıklardan yola çıkarak ele almak istedikleri minvalde hareket ederler. İşte Kulüp dizisi de tam da belirttiğim noktadan çıkıp, bahsettiğim gayeyle hareket eden bir dizi olmuş. Gerek senaryosu gerek rejisi gerekse oyunculuklarıyla başarıyı da yakalamış!
Kulüp dizisini sıradan bir sanat hadisesi olarak nitelendirip geçiştirmek haksızlıktır çünkü Şalom Gazetesinin okuyucuları üzerinden yaptığı “2021’i nasıl bilirdiniz?” anketindeki “2021’de Türk Yahudileri açısından en önemli olay nedir?” sorusuna, katılımcıların yüzde 60’ı ‘Kulüp dizisi’ cevabını verdi. Peşinden gelen cevabın sadece yüzde 19’da kaldığını söylersem Kulüp dizisinin ehemmiyeti daha da anlaşılacaktır.
Bu çıkışıma, “E tabii, onlar Yahudi…” diyenler çıkacaktır ki esas mesele de zaten burada vuku bulmaktadır. Ne demek, “Onlar Yahudi”? Ne demek, “Onlar Ermeni”, “Onlar Rum” ya da “Onlar vesaire…”? Daha doğrusu bu ‘onlar’ ne oluyor? Biz, hepimiz Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı Türkler değil miyiz? Bu ‘bizlik’ bütünlüğü, onluk ‘onlar’ şeklinde bozdurmak yakışık alır mı? Elbette almaz. O halde Türkiye Cumhuriyeti’nin bir vatandaşı, herhangi bir vatandaşını ‘onlar’ diyerek öteleyemez; ötelememeli. Arasına mesafe koymak isterse ‘siz’ diyebilir fakat ‘onlar’ zamiri, vatandaşlık beraberliğinin lügatine yakışmaz.
Bu mevzuun bam teline 5 Ocak tarihinde gene Şalom’da neşredilen, ‘Türküm, Doğruyum… Ötekiyim!’ başlıklı yazısıyla Sayın İzel Rozental dokundu. Bilenler bilir ki Sayın Rozental, Türk karikatürünün önde gelen isimlerinden usta bir karikatüristimizdir. Böylesine ülkemize mâl olmuş bir sanatkâra kendini ‘öteki’ olarak hissettiriyorsak ortada bir mesele var demektir. Dünya ve tabii devir değişti. Bu yüzden merhum Süleyman Demirel gibi, “Meseleleri mesele etmezseniz ortada mesele kalmaz…” demeyeceğim fakat bu sözü çağımıza uydurarak, “Geçmiş meseleleri mesele olmaktan çıkarırsanız, ortada mesele kalmaz…” diyeceğim.
***
Dönelim tekrar Kulüp dizisine… Dizide arka planda iki acı hatıra canlandırılıyor: Varlık Vergisi ve 6-7 Eylül Hadiseleri… Varlık Vergisi, devrin Başbakanı Şükrü Saraçoğlu’nu daima ve devrin Cumhurbaşkanı İsmet Paşa’yı zaman zaman töhmet altında bırakan bir olağanüstü vergidir. İlk tahminde 465.384.820 lira kazanç sağlayacağı düşünülmüş lakin yalnız 221.300.642 lirası tahsis edilebilmiş yani maksadına ulaşamamış bir olağanüstü durumdur[1]. Bu olağanüstülüğe hem hürriyet penceresinden hem de devam eden Cihan Harbi penceresinden ayrı ayrı bakılabilir. Neticede görülecek ise aynı manzaradır: Maalesef… Evet, maalesef ki hürriyet kısıtlanmıştır ve evet maalesef ki planlandığı ölçüde bir getiri sağlanamamıştır… Sonuçta arkasında hazinliklerle hatırlanacak bir dolu anı bırakmıştır…[2]
6-7 Eylül Hadiseleri ise devlet eliyle yapılmış bir felâketti. Tamamen bir yalan haber üzerine patlak vermiş ve gene bir yalanla üzeri örtülerek geçiştirilmişti. Bu hadise sonrası özellikle Türk sanat ve kültür hayatı ölümcül bir darbe almış ve bir daha da toparlanamamıştır.
Peki, bu iki elim hadiseden geriye ne kaldı desem? Devrin gazetelerinin ve mecmualarının sayfalarında gayrimüslim vatandaşlarımıza yönelik hakaretler, galiz ithamlar ve ötekileştiren sözler… Belki devrin hükümetleri vatandaşlar tarafından affedilebilirdi ama o meşhur edebiyatçıların, o şöhretli mizahçıların tutumları yarayı iyileştireceğine çıban haline getirdi. Peyami Safa’lar, Cemal Nadir Güler’ler, Ramiz Gökçe’ler, Nihal Atsız’lar sanki kalemlerine mürekkep yerine kin karası doldurarak yazmışlardı gazetelerdeki ve mecmualardaki sayfalarını… Kabahat yalnız bu ‘Babıâli efendilerinde’ de aranmamalı zannımca. Yazdıkları gazetelerin ve mecmuaların sahipleri de en az ‘o meşhur kalemler’ kadar kabahate ortak idiler. Ali Naci Karacan’ları, Mithat Perin’leri, Nadir Nadi’leri anmadan yazarlar nezdinde geçilmemeli bu sayfalar… Sorun tam da bu noktada kilitlendi!
Bugün hadiseler soğuduğundan daha rahat üretebilmekte, konuşabilmekteyiz sanarak fikrini ortaya atanların, o geçmişteki yazarların ve çizerlerin hiddetleriyle karşılaşmalarını kilidin açılmak istenmemesi olarak yorumluyorum. Yoksa özeleştiriye her aklıselim kişi açıktır, değil mi? Bir kesimin sakıncalarını da anlıyor, aynı sakıncayı yüreğimde duyuyorum çünkü birtakım fırsatçı, art niyetli, kötü (artık tanımlamak size kalmış) şahıs; hakikaten acı çekenlerin gözyaşlarının akışına zehirlerini kaptırıp devletimize ve millî kahramanlarımıza saldırmaya yelteniyor. İnanılmaz bir zorlukla öğrencileri muamele eden sınavlarda dahi dört yanlış bir doğruyu götürürken, hele de canımız kahramanlarımızı, cânânımız memleketimizi bir yanlışta harcayıp silmek hiçbir vatansevere yakışmaz. Diğer kesimin aynı saldırganlıkla hakikaten acı çekenlere, mevzubahis meselelerden muzdarip olanlara, “Sizler acı çekmek için doğmuşsunuz…” dercesine saldırması vatanseverlere yakışır mı? Yakışmaz, efendim yakışmaz! İşte bu yakışmazlıklardır şu anki ahvali Varlık Vergisinden, insanlık yergisine çeviren!
Dolayısıyla kendimizi nasıl “onlar-bunlar-şunlar” diye ayırmıyorsak, ülkemizin vatandaşlarını da aynı şekilde ayırmamalı. Acılarını, dertlerini kalbimizde hissetmiyorsak bile herkese saygı göstermesini bilmeli. İyilik bize, hepimize mutluluk getirecektir; unutmamalı. Bu nasihatlerin hepsi de bizim en eski edebî eserlerimizde geçen nasihatlerdir, yeni değillerdir. Ne demiş yaklaşık bin sene evvel Yusuf Has Hacip, Kutadgu Bilig’inde:
Esenlik dilersen hoş olsun özün, Dökülsün güzellik dilinden sözün![3]
[1] Şevket Süreyya Aydemir, İkinci Adam – Cilt 2, 1. Basım, sayfa 228
[2] Varlık Vergisi hakkında objektif bilgi sahibi olmak isteyenlerin hem Faik Ökten’in ‘Varlık Vergisi faciası’ ile Ayhan Aktar’ın ‘Varlık Vergisi ve Türkleştirme Politikaları’ kitaplarını; hem de Cahit Kayra’nın ‘Savaş Türkiye Varlık Vergisi’ kitaplarını okumalarını ve Şevket Süreyya Aydemir’in İkinci Adam kitabının ikinci cildindeki ‘Varlık Vergisi Hikâyesi’ başlıklı kısmı okumalarını naçizane tavsiye ederim. Çoklu okuma farklı pencerelerden hadiseyi görmemize imkân sağlayacaktır.
[3] 168. beyit. Kulunuzun vezniyle adaptesidir.