Sinema ve edebiyatta karşımıza en çok çıkan hikâye türlerinden biri, genç bir ana karakterin zamanla birlikte öğrenip geliştiği ve sonda, film boyunca geçirdiği duygusal ve entelektüel evrimini tamamlayarak yetişkinliğe adım attığı hikâyelerdir.
İngilizce adı ‘Coming of Age’ olan bu edebi türün birçok ünlü örneği arasında, ‘Çavdar Tarlasında Çocuklar’ (J.D. Salinger, 1951), ‘Küçük Kadınlar’ (Louisa May Alcott, 1869) ve ‘Harry Potter’ (J.K. Rowling, 1997-2007) gibi eserler bulunur. Bu eserlerin belki de en önemlilerinden biri, 1988 yılında İtalya’da yayınlanan ve İtalyan sinemasının en büyük başyapıtlarından bir tanesi konumuna gelen, Giuseppe Tornatore’nin yönetmenliğini üstlendiği, Cinema Paradiso’dur.
Filmde, Salvatore isimli bir adamın, çocukluk yıllarında üzerine çok emeği geçmiş olan Alfredo’nun ölüm haberini aldıktan sonra kendi çocukluğunu gözünün önünden geçirmesine tanık oluyoruz. II. Dünya Savaşı sonrası İtalya’nın küçük bir köyünde büyüyen, yaramaz ve meraklı bir çocuk olan Salvatore’nin -kısaca Toto’nun - babası savaşta ölmüştür, annesi ve kız kardeşiyle birlikte yaşamaktadır. Yaşadıkları küçük ve yoksul köyün tek eğlence kaynağı, eski ve bakımsız bir sinemadır. Toto, can sıkıntısından sinemanın projeksiyoncusu Alfredo’nun yanına sızarak orada yaramazlık yapmak ister. Aralarında yavaş yavaş bir arkadaşlık gelişir. Alfredo, Toto’ya kendi hayatını anlatarak ona dersler verirken aynı zamanda projeksiyon makinesini kullanmayı da öğretir. Bir gün, Cinema Paradiso ismindeki sinemada müthiş bir yangın çıkar. Filmin geçtiği 1940’lı ve 50’li yıllarda kullanımı yaygın olan nitrat filmin hızlı tutuşan bir madde olmasından dolayı çıkan yangından, Alfredo, Toto’nun muhteşem çabası sayesinde kurtulur fakat maalesef görüşünü keybeder ve sinemadaki yerini, köyde projeksiyon yapmasını bilen tek kişi olan küçük Toto’ya bırakmak zorunda kalır. Okula gitmenin yanında, Toto gençliğinin büyük bölümünü sinemanın projeksiyon kulübesine çalışarak ve görme engelli Alfredo’yu refakat ederek geçirir. Bu sırada önce sinemaya, sonra bir kıza âşık olur. Kızın köyden taşınması ile aşk acısı çeker. Yavaş yavaş reşit olup artık bir birey olunca, Alfredo ona, hayatını değiştirecek bir nasihat verir; köyden hemen gitmelidir. Sinema ilk açıldığında projeksiyonculuk yapmaya başlayadığı için çok iyi bir eğitim alamayan ve hayatında iyi yerlere gelememesinin acısını çeken Alfredo’ya göre, köyleri, Toto’nun hayallerini keşfedip onları gerçekleştirebilmesi için çok küçüktür. Geri dönmemelidir, ona mektup yazmamalıdır ve asla nostaljiye yenik düşmemelidir. Yıllar sonra, Alfredo’nun ona aşıladığı film aşkı sayesinde ünlü bir yönetmen olan Toto, onca yıldan sonra Alfredo’nun cenazesi için köye döner ve köyden gitmesinin ne kadar doğru bir karar olduğunu bir kez daha anlar. Köy değişmiştir fakat bir yandan da hâlâ o eski yıllarda kalmıştır. Yüzlerin hâlâ aynı olmasına rağmen köyün atmosferi aynı değildir. Toto sinemanın, yerine yapılması planlanan bir otopark yüzünden yıkılmasını izler. Sonrasında Alfredo’nun dul eşini ziyaret eder ve Alfredo’nun ölmeden önce ona bir film rulosu bıraktığını öğrenir. Bu ruloda, zamanında köyün papazının ondan kesmesini istediği, köye gelen ve sinemada gösterilmesi planlanan filmlerdeki romantik sahneler bulunmaktadır. Gri saçlı Toto, bu şevhet ve tutku dolu ruloyu gözleri yaşlı bir şekilde izlerken güneşin etrafındaki dönüşünü tamamlar ve geçmişi ile bir olur.
Toto’nun ailesi dışında, hayatındaki en önemli insan Alfredo’dur. Kendi çocuğu olmayan Alfredo, her zaman bir nasihat vermek veya yardım etmek için onun yanındadır. Bir bakıma, Toto’nun babasının ölümünün açtığı boşluğu doldurur ve Toto da bir bakıma Alfredo’nun çocuğunun yerine geçer. Görüşünü kaybettikten sonra hayatında pek bir eğlence veya olay kalmayan Alfredo, Toto’yu dünyaya hazırlamak için çok çaba gösterir ve Toto onun sayesinde düzgün bir birey olur.
Hayatın öngörülmezliği
Filmin bize anlatmak istediklerinden en önemli unsurlardan biri, bir insanın yapmak istedikleri ve potansiyeli ile, bulunduğu ortam ve durumun ne yapabileceğine elverdiği ile arasındaki çelişkidir. Ailesinin yoksul yapısı yüzünden sinemaya bilet alamayan Toto, projeksiyon kulübesine sızmak zorunda kalır, sevdiği kızın babasının itirazları yüzünden onunla birlikte olamaz ve en önemlisi, içinde doğup büyüdüğü küçük köyden gitmeden hayallerini gerçekleştiremez. Bu sırada gördüğümüz üzere Alfredo’ da kendi hayallerini içinde bulunduğu köyün olanaksızlıkları yüzünden gerçekleştirememiştir. Bu problem, günümüzün Türk gençlerinin çok aşina olduğu bir sorun. Bazen beynimizin veya kalbimizin bütün ufku gördüğü yere, coğrafi sınırlar görünmez bir duvar örer. Bu duvar yüzünden ortaya çıkamamış yetenekler, fikirler ve insanlar saymakla bitmez. Bu sebepten dolayı Alfredo, onun köyden gitmesini sağlayarak Toto’yu bir bakıma kurtarmış ve dünyaya Toto’yu, o kazandırmıştır.
Cinema Paradiso’nda ele alınan temalardan biri hayatın öngörülememesidir. En beklenmedik anda yetişkin Toto, Alfredo’nun ölüm haberini alır, o küçücük sinema alevler altında kalır ve Toto, Elena isminde bir kıza âşık olup, aşkın acısını tadar. Öngörülememezlik konusunda Alfredo, Toto’ya çok ilginç bir fıkra anlatır. Fıkrada bir kız, ona aşkını ilan eden bir erkekten, 100 gün boyunca her gece penceresinin aşağısında beklemesini istemiştir. Sırılsıklam âşık olan erkek de yüzüncü geceye kadar da aynen bunu yapmıştır, fakat yüzüncü gece gelmemiştir. Filmin dışında erkeğin neden gelmediği tartışılırken, filmde Alfredo, erkeğin yüzüncü gece neden gelmediğini hiç açıklamaz. Bu, insanların ve hayatın mantık çerçevesi dışındaki öngörülememezliğini vurgulamak içindir. Tamamen aynı olay Toto’nun başına gelir; Toto tam son gece vazgeçip projeksiyon kulübesinde aşk mektuplarını yırtarken, o kadar gece aşağıya Toto’yu görmeye gelmeyen Elena, kapısında biter. Bu öngörülemezlik, hayatı aslında bu kadar ilginç ve yaşamaya değer yapan şeylerden biridir. Yazar Brian Tracy’nin dediği gibi “Gelecek hakkında bildiğimiz tek şey, gittikçe daha hızlı değişip günümüzden daha öngörülemez olacağıdır.”
Cinema Paradiso bize, Toto’nun yaramazlık yaparken sinema ve Alfredo ile tanışmasını, onların köy hayatları ile birlikte Toto’nun yetişkinliğe geçişini göstererek, çocukluğun masumluğunu, insanın tutkusunu keşfetmesinin önemini, bir baba ile oğlu gibi, bir ‘öğretmen’ ve ‘öğrencisi’ arasındaki ilişkileri gösterir. Bize Toto’nun büyümesini, kronolojik bir şekilde anlatırken, aynı zamanda onun aldığı dersleri, bu dersler sayesinde bir birey olarak kimliğinin evrilerek değişmesini gösteren bu film, kelimenin tam anlamıyla bir ‘Coming of Age’ filmidir.