Günümüzde teknolojik gelişimin insan hayal gücünün de ötesinde olağanüstü bir hızla yol aldığının hepimiz farkındayız.
Teknoloji yaşamlarımızın her anında kişisel dünyamızı etkilediği gibi sosyal ve kültürel varlığımızı da yeniden biçimliyor. Alışkanlıklarımız, paylaşımlarımız, tercihlerimiz teknolojinin kölesi olmuş durumda.
Bu karşılaştığımız olgu, insanlığı ‘dijitalleşme’ adı verilen yeni bir sürece yöneltti. Dijital dünya, sınırsız bir iletişim ve medya mecrası olan internetin sunduğu olanaklarla gelişerek bir pazarlama ve tüketim aracı haline geldi.
Artık aradığımız adrese navigasyona bakmadan gitmediğimiz, yemek siparişimizi uygulamalar üstünden verdiğimiz, beğeni ve zevklerimize uygun seçenekleri dijital dünyanın beğenimiz olarak sunduğu seçeneklerden tercih ettiğimiz bir konfor sürecindeyiz.
Bu endüstri artık kişilik özelliklerimizi ele geçirmiş, sanatı pazarlanabilir meta haline getirmiş, hatta dinlediğimiz müziğe adımıza karar vermiş ve kararlarımızı da sevmemizi sağlayacak kadar ileri gitmiş adeta zihnimizi manipüle etmiş durumda.
Adımıza playlist oluşturmak, bunları beğenilerimiz gibi pazarlamak adeta insanı da müziğin yanı sıra bir pazar metası haline soktu.
Müzik sektörü, dijitalleşen satış ve pazarlama yöntemlerinden en çok etkilenen sektörlerden biri oldu. Müziğin pazarlanabilen ürün olabilmesi tamamen dijital ortama aktarılabildiği ve kolayca taşınabilir hale geldiği için sektör büyük bir dönüşüm geçirdi. Bu sayede kolayca çoğaltılabilen, kişiselleştirilen ve arşivlenebilen bir tür haline dönüştürüldü.
İnternet ve teknolojinin gelişmeye devam etmesiyle ortaya çıkan ‘streaming’ teknolojisinin, çok kısa bir müddet zarfında müzik endüstrisini yeni bir sürece taşıdığı görülüyor. Bu teknolojik çözümler Spotify ve benzeri müzik dinleme - kaydetme - paylaşma sitelerini de pazar mecrasına dönüştürdü.
Artık akıllı telefonlarımıza yüklediğimiz bir uygulama ve aylık cüzi bir ücret karşılığında dünyanın müziğine ulaşabileceğimiz olanaklarımız var. Size hazır dinlemeye sunulan, ilgilendiğiniz her çeşit tür, milyonlarca müzik…
Bunun yanı sıra artık CD satacak yer de yok. Belki üç-beş yıl sonra fiziki olarak müziği satacak dükkân da kalmayacak.
Vinil LP bu teknolojik dijital dönüşüme direnen, biraz da meraklısının akustik değer ve özgünlüğüyle savaşımına devam ediyor. Hala trend, ancak yarın birdenbire hayatımızdan çıkabileceği gibi daha fazla da hayatımıza girebilir. Bunu bilmek zor; üretimle, basılan plak sayısıyla alakası olduğu gibi dijital arşivlerin seçeneğini sunması da imkansız gibi.
Bütün bu kaotik sonuçlar müziği kişiye ve tercihlerine göre etkilemekte. Gençlik yıllarımda meraklısı olduğum klasik müzik ve koleksiyon merak yönümle bu düşünceleri örtüştürdüğümde bir hatıramı dile getirmek istedim.
Üniversiteyi yeni bitirmiş, lisansüstü müracaatımın gerçekleşmesi için Hayfa’da Technion’da bulunuyordum. Her gün hazırlık derslerine giderken yolumun üzerinde karşılaştığım Blumenthal adında bir müzik evi vardı.
Mağazayı 60’lı yıllarda İzmir’den göç etmiş ve yaşları ilerlemiş iki kız kardeş işletiyordu. Tabiki o günkü algımla günün teknolojisi olan, sadece klasik müzik ve caz LP’lerinden oluşmuş o küçük mağaza gözümde mabet gibi görünen bir mekandı.
Ders çıkışları mutlaka uğrar hem sohbet eder hem seçtiğim plaklardan kısa pasajlar dinlerdim. Bana büyük bir sabır ve bilgiyle müziğin yorumcusunu, kayıt şeklini, orkestrası ve şefine ait bilgileri yüreklilikle paylaşırlardı.
Böylece aylar süren dostluğumuz olmuştu.
Şostakoviç’in on üç numaralı senfonisi, Babi Yar adını taşır. New York Filarmoni Orkestrasının Kurt Masur yönetiminde kaydettiği senfoniyi, 1994 yılında, Yevtuşenko’nun kendi sesinden eşlik ettiği dizeleriyle mağazada dinlediğimde tüylerim diken diken olmuştu. 35 bin Ukraynalı Yahudi'nin Nazilerce katledilişini ve Rusların buna kayıtsızlığını konu alan Babi Yar’ı, Blumenthal Kardeşlerle dinleyip üzerinde tartışmak beni çok etkilemişti.
Yıllar sonra yeniden bir Hayfa seyahatimde Blumenthal’e uğradığımda kardeşlerden birinin ölmüş olduğunu diğeri ile sohbet ettiğimde öğrendim. Mağaza artık son beş yıldır tek kişilikti ve yakında kapanacaktı. Zira ellerindeki LP arşivi artık günün teknolojisi olan CD kayıtlarıyla yarışamıyor, müşteri kitlesi gitgide azalıyordu. Artık kardeşi de olmayınca CD üzerine yeni bir müzik serüvenine de girmek istememişti. Biraz sohbet edip ayrılmak üzereyken benden İzmir’de kız kardeşinin yakın bir arkadaşına bir emanet götürmemi rica etti. Aldım; İstanbul dönüşüm sonrası bir İzmir seyahatini vesile edip emaneti bıraktım.
Aradan beş-altı ay geçtikten sonra evime kargo ile bir paket geldi. Pakette göndericinin adı olarak Zali Blumenthal yazıyordu. Merakla açtım; içinde bana yıllar önce mağazalarında dinlettikleri Şostakoviç’in on üç numaralı senfonisinin bu kez Kiril Kondrashin yönetiminde Moskova Filarmoni tarafından Babi Yar adıyla Everest Records’a kaydedilen ilk kaydının LP’si olduğunu gördüm.
İnanılmaz heyecanlanmış ve etkilenmiştim. LP kapağının ardına iliştirilmiş küçük bir notta Zali bunun mağazasının kapanmadan son bir hediye olduğunu, LP’yi incelememi ve özel bir kayıt olduğunu yazmıştı.
İnternetin henüz yaygın olmadığı bir dönemdi, arşiv kayıtlarını taradım, Everest şirketi baskılarına baktığımda söz konusu LP’nin toplatılmış, piyasadan çekilmiş olduğunu anladım. Bunun gerekçesi, Babi Yar Senfonisinin orijinal Rusça kaydı bir kez ve Moskova Filarmoni Orkestrası tarafından seslendirilmişti. Stalin dönemiydi ve Şostakoviç’in Sovyetler Birliğinden Batı’ya kaçarken yanında bu kaydı kaçırabildiğini öğrendim. Everest firmasının bu kaydı LP olarak yayınladığında diplomatik bir skandal yaşandığı, firmanın dağıtımı geri toplamak zorunda kaldığı ve ciddi bir tazminat ödediği bilgisi karşıma çıktı.
Anlaşılan elimdeki kayıt bu toplatılan LP’lerden belki de dünyanın farklı köşelerinde tek tük kalan son adetlerinden biriydi. Benim için mücevher değerindeki bu hediye, her elime alışımda gözlerimi yaşlandırır.
Bu senfoni defalarca dünyanın en ünlü orkestraları ve şefleri tarafından seslendirildi, yüzlerce yorumu yapıldı, Yevtuşenko’nun dizeleri de hem kendi sesinden hem İngilizce ve Rusça olarak kaydedildi. Tek ve Rusça kaydın macerasına ev sahipliği yapan Everest firması da o gün aynen günümüzdeki gibi değişim dünyasının teknolojisine yenildi, Blumenthal gibi dünya sahnesine perdelerini kapattı.
Bu değerli hatıra halen kitaplığımın baş köşesinde Blumenthal Kardeşlerin aziz hatırasını bana anımsatır.