Yalnız Adam karakterini oluştururken hepimizin başına en az bir kere gelmiş olan o dehşet verici anı kendi cümlelerimle bir kez daha yaşatmayı amaçladım. Umarım keyifle okursunuz…
Geceleri bahçemi derin bir karanlık kaplar. Günün ışıltısıyla cıvıldayan kuşlar, yerlerini habire bir ağaçtan öbür ağaca uçuşan kör yarasalara bırakır. Rengarenk çiçeklerim siyaha boyanır. Yol ıssız… Komşum bahçenin kendi kısmının bitişine upuzun tahtadan bir duvar ördürmüş, “Bizim hanım havuz istiyor. Minik bir sürpriz yapacağım!” diyor, göz kırparak. Minik sürprizi için bahçeye kocaman bir çukur açtıracak. Yalnızlığıma dönüyorum, boş bahçeme ve yaralı kalbime küskün… Çok fazla sevenim yok benim. Hatta hiç sevenim yok. Gençliğimde birbirinden berbat işlere bulaştım, çokça insanın ahını aldım. On sekiz yaşında bir delikanlıydım cebime silah yerleştirdiklerinde. Ben de elimin altındaki bu pis güvenceyle boyumu aşan işlere kalkıştım.
Tek odalı bir evde yaşardık o zamanlar; hasta yatağında genç annem, hayat dolu masmavi gözlerle bakan, açlıktan sıska, bitkin düşmüş minik kardeşim ve ben. Kardeşimle babamız yok bizim. Benimki bizi ben daha minicik bir çocukken bırakıp gitti, onunki annemi kirletti. Belki de bu yüzden delip geçerdi beni kardeşimin bakışları. Yaşasaydı kesin mühendis veya doktor çıkacaktı. Kardeşimi de kaybettikten sonra hayata tutunacak hiçbir şeyim kalmadı. Masum bakışlarını hep üzerimde hissettim. Bana “Neden böyle oldu abi?” diyormuş gibi bakıyor, ama asla sormuyor. Ben onu koruyamadım ama o beni hala koruyup kolluyor.
Geceleri annemi de alıp bana getiriyor kardeşim. Annem gelince nedense ensemde buz gibi bir esinti hissediyorum. Tüylerim diken diken oluyor. Ne ben onun gözlerinin içine bakabiliyorum ne de o bir kere bile kafasını çevirip yüzüme bakıyor. Karanlıkta öylece otururken yine geldiler. Onlar beni uzaktan izlerken sadece gözlerimi kapattım ve kafamı arkaya yasladım.
Yerde döşeli mermer evi iyice buz gibi yapıyor. Yine iliklerime kadar dondum. Kalkıp şömineye bir iki odun atmam gerekti. Üzerlerine biraz çıra serptikten sonra çaktığım kibritle odunları tutuşturdum. Şöminenin karşısına geçip hepsinin yangında nasıl da hiçliğe karıştıklarını izledim biraz. Bu bana epey zevk verdi. Bazen sadece hiçliğe karışıp gitmek istiyorum ben de. Belki annemin yanına gidersem yaptığım her şey için gönlünü alma fırsatım da olur. Susadım. Mutfağa doğru ilerlerken kulağıma ambulans sesleri çalındı. Dışarda ambulans olması imkansızdı. Eğer olsaydı da sirenleri çalmazdı. Yol ıssız...
Hayatım gibi bomboş buzdolabının kapısının üzerindeki rafta oturan su dolu pet şişeyi alıp diktim. Çok mu susadım çok mu gerildim anlayamadım. Salona elimde şişeyle döndüm. Şişeyi ahşap oyma sehpanın üzerine koydum. Bakışlarımı insanı hipnotize eden ateşe diktim biraz. Alevlerin varoluşla ettiği bu gizemli dansı izlemeyi seviyorum, beni alıp bambaşka yerlere götürüyor. Yine alevlerin eşliğinde uzak diyarlara dalıyordum ki; o korkunç, kan donduran sesi duydum. Göğüs kafesim ani ve hızlı bir kalkışla beni sarstı.
“Geldiler...” dedim “...katlettiğim masum canlar beni yanlarına alacaklar. Hakkettiğim cehennem azabını bana kanlı ve canlıyken yaşatacaklar.” Son nefesimi verirken yanımda annem ve kardeşimin olması güzel şey diye geçirdim içimden. Acaba bu gelenlerin benle işleri bittiğinde nasıl bir ben kalacaktı benden geriye? Ölümden veya cehennemden korkmuyordum. Kalbimi dağlayan tek şey ahirette de annem ve kardeşime kavuşamayacak olmaktı. Çünkü meleklerin cehennemde işi yoktur. Yine yalnız kalacaktım anlaşılan. Gözlerim Hollanda’da bir müzayededen aldığım guguklu saate sabitlendi. Ölüm saati üç kırk beş.
Bu trans halinden çıktığımda pet şişeyi başucuma koymamadan bu yana sadece saniyelerin geçmiş olduğunu fark ettim. Gözümün önünden son hız akmakta olan hayatımın film şeridi birden yok oluverdi. Karanlık bir odada tek başıma otururken buldum kendimi. Neye uğradığımı anlamaya çalışırken gözüm biraz evvel kafama diktiğim su şişesine takıldı. İçimden saman alevi gibi yükselen kızgınlığın sıcaklığı kulaklarıma kadar vurdu. Havaya okkalı bir küfür savurdum. Neredeyse pet şişeden ansızın çıkan “çat” sesi beni kalpten götürecekti.