Mayıs 1945’te Alman ordusu müttefiklere kayıtsız bir şekilde teslim olduğunda, hayatın şöyle veya böyle kaybetmiş on milyonlarca insana kasteden bir savaş sona erdi. Birincisinin hemen ardından gelen, ondan misli ile yıkıcı ikinci büyük savaş ardında, yıkım, sefalet, çaresizlik, sönen yuvalar, savrulan hayatlar bıraktı. Yok etmeye adanmış teknolojinin beslediği kor yüzünün hiçbir derde deva olmadığı, hiçbir soruna çare üretmediği gerçeğini gördü insanlar.
Irkçılık ile körüklenen, kaba kuvvetle yoğrulmuş, ötekine yaşam hakkı tanımayan yaklaşımlar tarihin en büyük mülteci krizini bırakır geriye miras olarak. Bu mültecilerin önemli bir kısmı evinden yurdundan koparılan, yakınlarını gaz odalarında veya katil mangaların önünde kaybeden Yahudilerdir, hiç şüphesiz. Kurtulmuşlardır! Ancak ne pahasına?
Bölünmüş aileleri, kampların kapılarının açılması ile nereye gideceğini bilemeyen bitik insanları konu alan birçok çalışma olsa da Holokost tarihinin Nazi rejiminin bitmesi ile sona erdiği, hemen ertesinde yeni, beyaz bir sayfanın açıldığı gibi bir algı vardır. Holokost sürecinde altı milyon Yahudi’nin katledildiği nasıl zaman içinde ortaya çıkan bir gerçekse, bu dönemin sonrasında, şu veya bu şekilde hayata tutunmayı başaranların yaşadıkları eziyetler, mahrumiyetler de bir o kadar gerçektir.
“Nereye aitim?” sıklıkla dile getirilen ve yanıtı zorca verilen bir sorudur. “Yuva” diye tabir ettiğimiz, “bize ait sıcak ortam” ne ifade ediyor? Ya da “ben onu nasıl anlıyorum?” gibi sorular zaman zaman herkesin aklına gelir. Ancak savaş içinde savaş yaşamış, en yakınlarını, canlarını kaybetmiş kurtulanlar için bunun yanında “Evime dönsem mi?” ya da “Evime dönersem ne ile karşılaşırım?” ya da “Evime dönsem kimi bulurum?” gibi beyin kemirenleri de olacaktır.
Amerikalı tarihçi Elisabeth Anthony’nin Almanca öğrenmek için gittiği Viyana’da gönüllü olarak çalıştığı Yahudi toplumuna ait bir yaşlılar yurdunun sakinleri ile yaptığı görüşme ve araştırmalar sonucu ortaya çıkan ‘The Compromise of Return, Viennese Jews after the Holocaust[1]’ başlıklı kitabı bu konuyu anlaşılır bir şekilde ortaya koyuyor.
Kendilerine, ailelerine, toplumlarına reva görülen yıkıma rağmen, Avusturya Yahudileri arasında savaştan sonra, yaşantılarını yeniden kurmak için Viyana’ya dönenler olmuştu. Bilerek, isteyerek böylesi zor, bir o kadar meydan okuyan bir karar almışlar, çoğu işgal sırasında Nazi sempatizanı olan bir halkın arasında yaşamayı seçmişler. Bunların kimi terk etmek zorunda kaldıkları evlerine veya işyerlerine konmuş, ele geçirdiklerini yağmalamışlardı. Kimi ise, Yahudilerin kovulması ve katledilmesi sürecine dahil olmuştu.
Geri döndüklerinde, yedi yıl süren Nazi işgalinden derin izler taşıyan, bir yandan hâlâ ırkçı fikirlere sıcaklık duyan, öte yandan kendisini Hitler’in ilk kurbanı olarak benimseyen bir kentle karşılaşmışlardı. Buna rağmen, zaman geçtikçe kendilerine yeniden Yahudi bir Viyana kimliği yaratmayı hedeflemişlerdi. Onlar için Viyana bir yana, Avusturya bir yana olmuş, çoğu Anschluss[2] sonrası terk etmek zorunda kaldıkları yurtları ile samimi bir arkadaşlık ilişkisi kurmuşlardı.
***
Çok uluslu Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ve Habsburg Hanedanın başkenti Viyana savaş öncesi 200 bin kişilik toplumu ile Yahudi yaşantısının önemli merkezlerinden biriydi. Avusturya Yahudiliğinin tamama yakını bu kentte yaşarken toplam nüfusun yüzde 10’luk bir bölümünü oluşturuyordu. Tıptan edebiyata, sanattan hukuka, gazeteciliğe, oradan girişimciliğe uzanan bir yelpaze içinde sosyal yaşantıya fazlasıyla katkıda bulunuyorlardı.
I. Dünya Savaşından sonra kurulan Avusturya, Hitler’in sonsuz baskılarına, tehditlerine dayanamayarak sınırlarını Mart 1938’de Nazi ordularına açar. Bunda, Avusturya’nın Alman kültürüyle bağlarını kabul eden ancak bağımsız kalmak için direnen von Schuschnigg hükümetini içten içe kemiren yerli Nazi işbirlikçilerin çokça payı vardır. Viyana’nın düşmesi, Hitler’in gençliğinde kendisine acı çektiren Yahudi olarak tanımladığı bu kente muzaffer hükümdar olarak dönmesi, kentteki ışıltılı Yahudi yaşantısının sona ermesi demek olur. Zaman kaybetmeden uygulamaya konan ırkçı yasalar Yahudileri, tıpkı Almanya’da olduğu gibi, ekonomik, kültürel ve sosyal yaşantıdan koparmayı hedefler. Yahudi cemaatinin tüm kurumları kapatılır, idarecileri Münih yakınlarında rejim karşıtlarının toplandığı Dachau Toplama Kampına gönderilir.
“Avusturya birdenbire Alman birliklerinin ve SS güvenlik servisinin koruması altında antisemitizmin rahatça hüküm sürdüğü bir ülkeye dönüşüverdi: Almanların sistematik temizlik hareketlerinden ve dürüst Avusturya vatandaşlarına karşı binlerce kişisel saldırıdan oluşan iğrenç bir karışım, ‘korku hükümdarlığı’[3]. O günleri yaşayan Carl Zuckmayer[4]’in yazdığı gibi: ‘Yeraltı dünyası kapılarını açtı ve en alçak, en korkunç, en kirli hayaletleri dışarı saldı.’(…) Kollarında gamalı haçlarla kahverengi gömlekli vurucu birlikler ve gençlik çeteleri, giyimleri ile kendilerini ele veren Ortodoks Yahudilerini önlerine katıp caddelerde sürüklediler.(…) Bunların tümü törensel-vatansever bir birleşme coşkusu içinde bayraklar, marşlar ve şükran duaları eşliğinde yaşandı.”
1939 yazı itibarı ile Yahudilere ait yüzlerce fabrika, binlerce işyeri kapanır ya da bunlara devlet tarafından el konur. Viyana, Avusturya’dan büyük bir göçe sahne olur. Çıkış vizesine veya benzeri evraklara ihtiyaç duyanlar uzun kuyruklarda, gelip geçenlerin hakaret dolu bakışlarına maruz kalarak beklemek durumunda bırakılırlar. Göçmenlik için başvuranlar bir çıkış bedeli ödemek zorunda olmalarının yanı sıra, menkul ve gayrimenkul değerlerinin bir listesini de sunmak zorundadır. Ülkeden ayrılmalarından sonra bunlara el konacaktır.
Kısa sürede Avusturya Yahudi nüfusunun yarısından fazlası her şeylerini geride bırakarak ülkeden ayrılırlar. Geride kalanların çoğu da 1942 yılı ortasına dek kaçacaklardır. Nitekim aynı yılın ekim ayında Avusturya’da, çoğu Viyana’da olmak üzere 8 bin Yahudi’nin kaldığı söylenir. Bunların kimi kentin dost bölgelerinde saklanmaktadır. Diğerleri ise genelde Yahudi olmayanlarla evli olanlardır. Toplamda, SS ve onun emrinde çalışan kolluk kuvvetleri 47.555 Avusturya Yahudi’sini doğuya, Polonya ve Baltık kıyılarındaki kamplara yollar. Bunların çoğu ve Viyana yakınlarındaki çalışma kamplarına nakledilen 18 bin Macar Yahudi’si Holokost süresince katledilecektir.
***
Viyana için savaş, Sovyet ordularının 1945’in 4 Nisan günü kente girmesiyle sona erer. Nazi sempatizanları hızla doğudan kopup gelen kırmızı terörün önünden batıya doğru kaçar. Sovyetlere teslim olmaktansa Amerikalılara ya da İngilizlere teslim olmak onlar için daha doğru olacaktır.
Kent, Nazi rejiminin sona ermesinden sonra Amerika, Fransa, Britanya ve Sovyetler Birliği arasında dört yönetim birimine bölünür ve bu durum Mayıs 1955’e dek sürer.
Viyana’yı terk eden Holokost kurtulanı Yahudiler ise, bulundukları yere ve koşullara göre, kendisine ihanet eski sevgiliye dönen aşık misali kente geri gelir. Neticede, her şeye rağmen orası sevilesi bir kenttir ve ona arka dönmek mümkün değildir. Avusturya’da yeni bir yaşam kurmak bu Yahudiler için denemeğe değer bir adımdır.
Daha derinlemesine incleyeceğiz.