Biz ölümü seyrettik

Bahar FEYZAN Perspektif
23 Şubat 2022 Çarşamba

“Yine mi bamya var? Allah kahretsin! Bir gün bamya, ertesi gün yer elması! İçim kalktı kardeşim, ne biçim mutfak! Bu ülkede başka bir şey yetişmiyor mu?”

Hırsını aşçılardan çıkarmasından anlamıştım ki Numan Bey’e haber çoktan uçmuş. Ne yapacağını şaşırmış, öfkesini mutfakta etrafa bağırarak çıkaracağını sanıyordu. Çalışanlardan biri beni işaret edince yanına yürüdüm.

“Haberiniz var, değil mi?”

Sessizdi. İlk defa onu kontrolünü kaybetmiş gördüm. Elleri titriyordu. Ağlamamak için mutfakta bulduğu birkaç çanak, çatal bıçak tepsisini yerle bir etti. Sonra odasına yürüdük. Kapıyı kapattığı gibi dolabından çıkardığı içkisini aldı. Kendine bir kadeh koyup fondipledi. İkinci kadehinde bana döndü:

“Ne istiyorsun Kemal?”

Ruslar vurmuş! Gemi nasıl açığa öylece bırakılır?

“Benim kararım mı? Yoksa Refik Bey mi istedi sanıyorsun? Çocukları bile almamıza fırsat vermediler! En çok da onlar koyuyor… Biz koca insanlar başımıza her haltın gelmesine alıştık! Ama yüzlerce çocuk senin denizinde boğulursa!

Ne anlamı var ki?.. Her şey anlamını yitiriyor.”

İkimiz de çökmüştük. Sarayburnu sahilinden sesleri duyulan insanlar yok olmuştu.

İçinde ne zaman karaya çıkacaklarını bana soran çocuklar… Hepsi gözümün önüne geldikçe fena oluyordum.

Numan Bey havanın soğukluğunu umursamadan pencereyi sonuna kadar açtı. Oradan gelen rüzgarla nefes alabiliyordu… Açılan pencerede gördüğüm yansımamı tanımakta güçlük çektim. Taş kesilmiş, hiçbir melanetin yıkamayacağı, her koşulu yenebilecek bir adama benzemiyordum artık.

Biz ölümü seyrettik! Daha ne söyleyeyim!

...Kendimize söyleyemiyorduk ama kurmaya çalıştığımız denge, yaşatmaya çalıştığımız insanlar! Güvenin üzerinde 800 ölü yatarken… Önemini yitirmişti! Güven ölmüş be koçum! diyordum kendime… Ölmüş!

***

Yukarıdaki satırlar, Struma Aşk Yolcusu’nun 51. bölümünden.

Geminin batışıyla kendilerini içten içe suçlayan iki devlet görevlisi ve onların içine gömüldükleri kasvetli sessizlik.

Bu elbette benim hayalimdi. Tasavvurumdu. O dönem Türkiye’deki devlet görevlilerinin ve siyasilerin ne hissettiklerini bilmiyorum. Araştırmalarımda böyle bir bilgiye rastlamadım. Fakat kötü hissettiklerini düşünmek istedim. Öyle olmalıydı. Sonuç 800’e yakın insanın denizin ortasında acı bir şekilde ölümüyse kötü hissetmeliydiler. Çünkü sen kötü hissetmezsen, benim ve benden sonrakilerin bu dünyaya dair umudu kalmaz. Anlamı biter. Bu dünyada yapayalnız kalır tüm ötekiler. Hatta vicdan, adalet de öteki olur, ötelenir. 

Yine de sessiz kalırsan, karışmadığını sanırsan, kötülüğün öteki elinden de bizzat senin tuttuğunu bil. Ve bir gün torunlarının da kötülüğün ta kendisi olacağını… Tohumları senin ektiğini hiç unutma böylece… Biçen muhakkak bulunur.

Yazmak, faydalı olmak sorunsalının en temel evrenlerinden biri. Biyografi izledikçe ya da okudukça hatta kimi insanları dinledikçe fark ettim ki; bazı insanlar böyle dertli doğuyor. Dertleri faydalı olabilmek! Kendilerinin de yapabileceği bir şey yok. Bir şeyleri anlatması, yapması, inşa etmesi, kurması, yazması gerekiyor. Kimse onlara yap, kur, yaz ya da anlat demiyor. İçsel bir meselenin, dünyaya çözüm olarak eşlik etmesinden başka bir şey değil. Onların ise kendilerine açılan derin bir yolculuk.

Struma’yı yazmak, araştırma sürecinden geçmek, benim hayata bakışımı değiştiren bir dönemdi. Bu uğurda türlü hakaretlere ve yok sayılmalara maruz kalsam da yazdım.

Yazmam gerekiyordu, öyle de oldu. Ucundan tutarak değil, cesaretle anlatarak yazdığımı sanıyorum.  En azından bu ölümü seyretmediğimi biliyorum.

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün