Yeni bir yıl, yine bir 24 Şubat; Struma faciası anma günü. Yahudi olarak yaşayabilecekleri başka ülkelere ulaşmak isteyen yüzlerce insanın dramını bir kez daha hatırlayacağız.
Yapılan benzer anma törenlerinin önemli bir nedeni var; benzer olaylarının tekrarlanmaması için gerekli derslerin alınması. Anma günü ertesi, aldığımız bu dersleri uygulayacak mıyız? Bu amaca ulaşmak için yapılan anmalar yeterli mi? Bu sayede ötekileştirmelerde azalma görecek miyiz?
Maalesef hayır. Her gün, dünyanın değişik noktalarında, ırkçı ayrımcı olaylar yaşanıyor. “Bir Daha Asla” demek yeterli olmuyor. Bu nedenle anma törenlerini, destekleyici eğitimlerle beslemek gerekiyor.
Bu yazıda Struma faciası ile ilgili, üç değişik konuya değinmek istiyorum.
Struma ve rakamlar
İlki, Struma ile ilgili sayılar konusu. Zaman içinde değişik kaynaklarda, Struma yolcu sayıları konusunda değişik rakamlar öne sürüldü. Uzun bir süre 768-769 yolcu ismi üzerinde duruldu Sonuçta, temel olarak altı liste dikkate alınmaya başlandı: Kostence Polisi listesi (765 isim), İstanbul’daki ABD Konsolosluğu listesi (768 isim), Serban Georghiu listesi (767 isim), Holon Anıtı listesi (801 isim), Ephraim Ofir listesi (767 isim), Touvia Carmeli listesi (766 isim). Bu altı listeden ortak isimler, çift kayıtlar, eksik kayıtlar vs. göz önüne alınarak ortaya çıkan bileşik listedeki sayılar (isim, yaş detayıyla belirtilmiş):
- Struma’ya binen yolcu sayısı: 781
- Struma mürettebat sayısı: 10
- İstanbul’a inebilen yolcu sayısı : 9
- Batıştan sonra sağ kalan: 1
Bu sonuçlara göre, Struma faciasında hayatını kaybeden sayısı 781 oluyor. Nedense, bazı kaynaklarda, yolcularla birlikte hayatlarını kaybeden mürettebat genelde göz ardı ediliyor. Kaldı ki, mürettebattan dört kişi, Golda Eger, Thea Hilsenrad, Nadar Molnar ve Alfred Solomon Yahudi idiler.
İkinci değinmek istediğim konu ise, Struma’dan İstanbul’da inebilen ve hayatta kalabilenler. İnebilenler arasında, Beniamin Bretschneider, Franck Ailesi (David, Israel ve Tivia) ve Emanuel Geffner, ellerinde bulunan, geçerlilik süresi geçmiş, Filistin vizesi sayesinde karaya ayak basabildiler.
Hamile olan Medea Salomonowitz, kanamaların başlaması nedeniyle, hastaneye, Or Ahayim’e yatırılmak üzere İstanbul’a inebildi.
Segal Ailesinin, anne Elvira, baba Martin ve oğul Alexander Victor’un karaya inmeleri ise, bazı tesadüfler ve destekler sayesinde gerçekleşti.
Maalesef, Segal Ailesi haricinde diğer inenlerin hikâyeleri ve kaderleri konusunda herhangi bir bilgiye erişmek mümkün olmadı. Bu nedenle, sizlerle bu ailenin karaya iniş hikâyelerini aktarıldığı kadarıyla tekrar paylaşmak istiyorum.
Karaya ilk inenler
Olay döneminde, ellili yaşlarda olan Archibald Walker, iki Amerikan şirketi, New York temelli Standard Oil ve Vacuum Oil Company’nin birleşmesiyle kurulan Socony Vacuum Oil Company’nin Türkiye direktörüydü. Vacuum Oil 30’lu yıllarda Almanya ile çok sıkı ticari ilişkilerde bulunmuş ve hatta Viyana şubesi bir dönem Adolf Eichmann’ı gezici satış temsilcisi olarak çalıştırmıştı. Savaş başlayınca, bu nedenle, şirketin varlıklarının bir kısmı Amerikan Hükümeti’nin kararıyla dondurulmuştu.
Walker, şirketin Balkan ülkeleri temsilciliklerinde çok uzun yıllar görev almış, Nazilerin Almanya’da başa geçmesiyle birlikte azılı bir Nazi karşıtı olmuştu. Bu karşıtlık o kadar ileri seviyedeydi ki, İstanbul Alman Konsolosluğu’na adım atmış birinin Walker’ın dillere destan evine adım atması mümkün değildi.
Walker, Nazileri ve destekçilerini affetmez buna karşılık Nazi kurbanları için elinden geleni esirgemezdi.
Walker, Struma gemisi Sarayburnu’na demir atar atmaz, yolcu listesini ele geçirmiş ve Socony Vacuum’un Romanya Direktörü Martin Segal ve ailesinin de gemide olduğunu öğrenmişti. Diğer Struma yolcularını kurtarmak için elinden fazla bir şey gelmeyeceğini anlamasına rağmen en azından Segal Ailesini kurtarmayı aklına koymuştu. Daha önceleri de birkaç olayda politik ve diplomatik maharetini kullanmış ve neredeyse hepsinde başarılı olabilmişti.
İlk adım olarak, şahsi bağlantılarını ve Standard Oil şirket nüfuzunu kullanarak, İngilizleri, bu aileyi gemiden indirmek için gerekli Filistin vizesi vermeleri konusunda ikna etti. Ancak, Türk yetkililerinin aileye karaya inme izni vermesi konusu daha zorlu olacaktı.
Yardım için, dönemin en etkin iş adamlarından olan Vehbi Koç’a yöneldi.
Koç Grubu, o dönemlerde bile, birçok iş sahasında faaliyet göstermekteydi. Faaliyet alanlarından biri maden sektörü ve krom satışıydı; en büyük krom müşterisi de Almanya idi. Savaş araçları üretiminin en önemli hammaddelerinden olan kromu, savaş döneminde Almanya’nın neredeyse tek krom tedarikçisi olan Türkiye ve çoğunlukla Koç Grubu sağlamaktaydı. Ancak Almanya’ya yapılan bu satışlar, Müttefikleri ve özellikle İngilizleri tedirgin etmiş ve sonuçta Koç Grubu kara listeye alınmış ve İngiliz firmalarıyla çalışması yasaklanmıştı.
Archibald Walker, konuyu görüşmek üzere Vehbi Koç’un Ankara’daki ofisine gittiğinde, bir taraftan Segal Ailesinin kurtarılması diğer taraftan Koç Grubu’nun yurtdışı ticari itibarının düzeltilmesi için, her iki taraf açısından, kazan-kazan fırsatı olduğu anlaşılmıştı.
Walker, Vehbi Bey’e, Segal Ailesinin karaya inebildiği an Toros Ekspresi’yle Hayfa’ya gideceği teminatıyla İngilizlerden izin koparttığını, kendisinden, aynı teminatlarla Türk yetkilerden ailenin karaya inebilmesi için destek istediğini belirtti. Vehbi Bey de yetkilileri bu konuda ikna etmeye çalışacağını ifade etti.
Bu görüşmenin hemen ertesinde Vehbi Koç, dönemin İstanbul Emniyet Müdürü olan yakın dostu İhsan Sabri Çağlayangil’e konuyu aktardı. Aldığı cevap ise çok netti: “Her taraftan bu tür talepler geliyor. Bu konuda tek yetkili İçişleri Bakanıdır. Bakan Faik Öztrak ile konuş. Başka seçeneğin yok.”
Ertesi sabah Vehbi Koç, bir vesileyle Faik Öztrak’ın evine gitti. Ziyaretçiler gidip gelirken, Vehbi Koç, Bakan Öztrak ile özel görüşmek istediğini belirtti ve talep kabul edildi. Vehbi Bey durumu anlattı ve ailenin hemen aynı gece ülkeyi terk edeceklerini vurguladı. Bakan Öztrak görevlileri telefonla arayarak, ailenin hemen karaya indirilmesi talimatını verdi.
Vehbi Koç, hemen Walker’ı arayarak güzel haberi paylaştı. Şimdi sıra Vehbi Koç’un talebine gelmişti Walker’dan nüfuzunu kullanarak kara listeden çıkartılması için gerekli desteği talep etti. Walker, Koç Grubu’nun kara listeden çıkartılıp ticari itibarının iade edilmesini sağladı.
Koç’un Bakan Öztrak’ı ziyaretinin gecesi, bir polis motoru Struma’ya yanaştı. Polisler gemiye çıkıp Segal Ailesine hazırlanmalarını söyledi. Olaylardan habersiz olan aileye karaya inecekleri ve aynı gece Filistin’e gidecekleri söylendi.
Bu olay, diğer Struma yolcuları için de bir ümit ışığı oldu. Yolcular, ısrarla, Segal Ailesinden, Filistin’e vardıklarında gemide yaşananları her görecekleri yetkiliye aktarmalarını istedi.
Yolculardan, Aron Rintzler, Filistin’e vardıklarında oğlunu bulmaları ve ailesinin iyi olduğu ve yakında onların da Filistin’e gideceklerini iletmesi konusunda Martin Segal’den söz aldı.
David ve Israel Frenck, ellerinde süresi dolmuş Filistin vizeleri olduğunu yetkililere iletmesini istediler. Konuşmayı duyan Emanuel Geffner ve Beniamin Bretschneider de aynı durumda olduklarını belirttiler. (not: kesin bilgi olmamasına rağmen, büyük ihtimalle, bu durumu öğrenen Archibald Walker, bu beş ismin karaya indirilip Filistin’e gitmelerini sağladı).
Segal Ailesi, 15 Ocak gecesi, Struma’nın Sarayburnu’na demir atmasından tam bir ay sonra, gemiden ilk inebilenler oldu. O gece trene yetişemediler. Gece, Pera Palas Otelinde misafir edildiler. Ertesi gece Toros Ekspresi’ne bindirilerek yeni ve özgür hayatlarına doğru yola çıktılar.
Ancak, gemideki diğer yolcular ve mürettebat o kadar şanslı olamadılar. 24 Şubat sabaha karşı bir Rus torpili 781 yolcu ve mürettebatı Karadeniz’in soğuk sularına gömdü. Bir kişi hariç: David Stoliar.
Gemideki koşullar
Değinmek istediğim üçüncü konu da merak edilen, 70-80 gün süren bu dram süresince gemide neler yaşandığı... Bunu da David Stoliar’ın ağzından, USHMM temsilcisiyle yaptığı mülakatın bir kısmını yorumsuz tercüme ederek paylaşmak istiyorum1.
Bu iki ay boyunca gemideki sağlık koşullarını anlatır mısınız?
David Stoliar: Korkunçtu. Her şeyden önce, yeterince yemeğimiz yoktu, sadece bisküvi yiyorduk. Sonunda anladık ki, İstanbul'daki Yahudi Ajansı gemiye biraz yiyecek taşıma izni almış, ama hepsi kuru gıdaydı ve sulu olarak izin verdikleri tek şey, su tanklarını doldurmak için, geminin tanklarını doldurmak için getirdikleri suydu. Hijyen konusu, diyebilirim ki çok kötüydü. Yıkanma imkânımız yoktu. Pek çok insan bitlenmeye başladı, bir sürü hastalık ortaya çıkmaya başladı. Kusmalar vs. İnsanlar ağlıyordu. Hayatta kalmak için oldukça, çok zor bir durumdu.
İstanbul yolculuğunuz sırasında ne tür gıdalar aldığınızı anlatır mısınız?
DS: Sanırım her birimiz, yanımızda normal gıda alana kadar bize yetebileceğini düşündüğümüz bir şeyler getirmiştik. Yanımızda, almamıza izin verilen birkaç kutu konserve ve biraz bisküvi vardı. Bir de gemide verileceği söylenen yiyecekler vardı. Ancak gemide yine biraz kuru bisküvi verildi, fazlası yoktu. Ama bize İstanbul'a ulaşır ulaşmaz yiyecek alacağımızı, İstanbul'a vardığımızda geminin tedarikçilerinin bize yiyecek ulaştıracaklarını söylediler.
Yani sonuçta gemide hiç yiyecek alamadınız mı?
DS: Neredeyse hiç yiyecek alamadık. Zaten yiyecek alma imkânı bile yoktu, o kadar küçük bir alana o kadar kalabalık sığışmıştık ki.
Yolculuk sırasında gemideki sıhhi koşulları tekrar sormak istiyorum.
İstanbul'a yolculuk sırasında her şeyden önce zar zor hareket edebiliyorduk. Bize söylendiğine göre, çok kalabalık olduğu için ve de güvertede bir tarafta çok fazla kişi olursa gemi için tehlikeli olabilirdi. Bu nedenle, her şeyden önce, bizden mümkün olduğunca az hareket etmemizi ve ayrıca birkaç saatliğine güverteye çıktığımızda, bir taraftan diğerine çok fazla gitmeyerek gemiyi dengede tutmaya çalışmamızı istediler. Bu nedenle yönlendirildik: bazılarınız sol tarafa, bazılarınız sağ tarafa, sonra ‘yavaş yavaş hareket edin’ dendi. Başka bir deyişle, çok fazla hareket edersek geminin dengesini bozma olasılığı vardı. Yani şartlar öyleydi ki, sığındığımız köşede olabildiğince, hareket etmeden durmalıydık. Yani temizlenmenin, hatta boş verin yıkanmayı, su bile içmek zordu. Ve zaman geçtikçe, doğal olarak durum daha da kötüleşiyordu, daha da kötüleşiyordu, daha da.
İki ay boyunca İstanbul'da sağlık koşulları nasıl oldu; düzeldi mi yoksa kötüleşti mi?
DS: Düzelmedi, ama aslında güverteye çıkabildik, orada biraz yüzümüzü yıkamak için su alabildik, ama çok çok az su. Eninde sonunda durumun gemiden ayrılana kadar bu şekilde devam edeceğini anladık.
Yehi Zihram Baruh – Bir kez daha hatıraları önünde saygıyla eğiliyoruz.
Kaynaklar:
1 United States Holocaust Memorial Museum RG-50.030.0384_trs kayıt numaralı - David Stoliar tanıklığı