“Özgüvenli gençler yetiştiriyoruz.” “Çocuğum kendine güvensin istiyorum.” “Maalesef özgüven eksikliği var.” “Biraz kendine güvense…” Özgüven o kadar ´çekici´ bir şey ki sık sık karşımıza çıkıyor. Okulların reklam afişlerinde, anne-babaların söylemlerinde, öğretmenlerin geribildirimlerinde, okullarda okutulan ödüllü hikâye ve romanlarda, gençlere yönelik çekilmiş film ve dizilerde hep özgüven teması bir yerlerde beliriveriyor. Sihirli bir şey olsa gerek şu özgüven; olanı uçuruyor, olmayan hep eksik!
Doğduğu anda kendi başına hiçbir şey yapamayan sadece masum bakışlarıyla veya ciyak ciyak ağlamasıyla ihtiyaçlarını ifade eden çocuklarımızın ortalama 15 yıl içinde tüm ihtiyaçlarının farkında, davranışlarının sorumluluğunu alan, fikirlerini cesurca ortaya atan, girişimci, kendini iyi ifade eden, güçlü yönlerini ve gelişmeye açık taraflarını bilen ve hatta ona göre seçim yapan bireylere dönüşmelerini umuyoruz.
Özgüvenli bireylere yani…
Özgüven aslında kişinin kendinden memnun olması ile ilgilidir.
Yani çocuklarımızda eksik olan bir şey varsa o da çocuğumuzun kendinden memnun olmaması olabilir mi?
Şimdi soruyorum:
Siz memnun musunuz çocuğunuzdan? (Siz memnun musunuz ki o olsun?)
Bu soruyu burada demlenmeye bırakıyorum. Özgüven konusunda etki alanınızı hatırlatsın, düşündürtsün diye.
Şimdi gelelim özgüvenin yani kendinden memnuniyetin altında yatan ve bence ‘özgüven’den daha da önemli bir kavram olan ‘öz yeterlilik’ konusuna.
(İçinden öz geçene şeyleri seviyorum. İnsanı kendiyle buluşturuyor!)
Öz yeterlilik kişinin kendi becerilerine, yeteneklerine ve yetkinliklerine olan inancı. Kısacası kişinin kendine inanması; yapabilme ihtimaline, azmine, niyetine inanması.
Neden önemli bu? Çünkü kendine inanan insanı durduracak hiçbir şey yok.
Öz yeterliliğin tohumları çocukluk yıllarında ekiliyor ve ergenlik döneminde ise filizlenmeye başlıyor. Ebeveyn olarak üzerimize düşenlerden bahsedeceğim bu yazıda.
Her zaman dediğim gibi ebeveynlikte ilk kural kendinize dönüp bakmak: Siz kendinize inanıyor musunuz? Hedef koyar mısınız mesela? Koyduğunuz hedefleri gerçekleştirebileceğinize inancınız yüzde kaçtır? Yapamam, mümkün değil, benim kafam …’ye basmaz gibi ifadeler çıkar mı ağzınızdan? Çoğunlukla en büyük engelimiz zihnimiz. Zihin hiç susmaz. Ve maalesef her zaman bizi destekleyici hoş şeyler de söylemez. Zihni susturmak değil sesini kısmak istiyoruz. (Çünkü susmuyor J)
Biz kendimize inanarak çocuklarımıza rol model oluyoruz.
Aynı zamanda onlardan beklentimizi de yüksek tutmak önemli. Beklenti etkisini duydunuz mu? Pygmalion etkisi* diye de biliniyor. Bir türlü kendini gerçekleştiren kehanet de diyebiliriz. Ne yaparsa yeterli demektense yaptıklarını ve çabanı görüyorum ama daha iyisini yapabileceğine inanıyorum mesajını vermek. Benim beklentim ne işe yarar iş onda diyebilirsiniz… Ama o iş kadar basit değil: Beklentimiz yüksek olduğunda tavrımız ve tarzımız değişiyor. Anlayışlı, sıcak, samimi ve en önemlisi sabırlı oluyoruz.
(Burada aşırı hırslı ve rekabetçi, çocuğunu tanımayan ve becerilerinin farkında olmayan ebeveynlerden bahsetmiyorum. O beklenti değil yük oluyor çocuklara…)
Önceden yaptıklarını, başarılarını, becerilerini hatırlamak, çocuklarımıza hatırlatmak gerekebilir. Bu yüzden birçok gencin odalarında başarı altarı yapmalarını öneriyorum. Alınan tüm başarı belgelerinin sergilendiği bir köşe. Göz önünde.
Bir de tabii hayal kırıklıkları var… Olmadığı zamanlar. Başarılamadığı durumlar. Sonuçların analizini yapmak önemli. (Zincir en çok burada kırılıyor!!) Ne olmuş da olmamış? Nesi eksikmiş? Nerede hata yapılmış? Hataya hata dememiz için ders alınması gerekiyor; oradan bir öğrenme çıkartılması gerekiyor. Aksi takdirde hep aynı hataları yapmak mümkün. Einstein “Aynı şeyleri yapıp farklı sonuçlar beklemek ahmaklıktır” diyor. Farklı sonuç alabilmek için analitik bakış açısı geliştirmek önemli. Zincir en çok burada kırılıyor çünkü genel tutum (ebeveynde de çocuk da da) hatalarla yüzleşmenin getirdiği olumsuz duygular, değersizlik, yetersizlik hisleri… Gelişim alanlarının burada olduğunu bilmek ve nazikçe ve şefkatle oralara bakmak önemli.
Yılmazlık da burada öğreniliyor. Düştüğünde ne kadar hızlı ayağa kalkabiliyor? Düşmüş olduğuna takılıp kalanlar var. Yürümeyi ilk öğrendiğinde ne kadar çok düşüp kalktığını hatırlatmak iyi gelebilir. “…Her seferinde tekrar kalktın ki yürüyorsun. Yürümeyi öğrenmekten vazgeçen olmadı. Sen de yapabilirsin. Düştüğün için vazgeçme. Vazgeçmek için başka gerekçelere ihtiyacımız var.”
Burada çok önemli bir hatırlatma yapmak istiyorum; aman vazgeçmesin diye hayatı ona kolaylaştırmayın. Düşünce destek olun düşmesin diye değil. Düşmesin diye onu her tuttuğunuzda sizsiz bir şey yapamayacağına inancını pekiştiriyorsunuz. Özgüven ve öz yeterliliğin tam ters köşesine hizmet ediyor bu tutum ve davranışlar.
Tabii ki hedef koyma mevzuunu unutmayalım. Hedef koyma incelikli bir şeydir. Akıllı hedef koymayı öğrenmek gerekir. Gerçekçi, net, ulaşılabilir, ölçülebilir ve zamana bağlı olması gibi kriterlerimiz vardır. Hadi bakalım diye yola çıkıp nereye gideceğini bilmeyenler bir yerlere varırlar elbet ancak varılan yer gitmek istenilen yer midir? O bilinmez… Nereye gitmek istediğini bilmek için meraklı olmak hem kendini hem de etrafı keşfetmeye ilgi duymak gerekli. Bu ilgi ve merakı bazen biz ebeveynler köreltebiliyoruz. Haddinden fazla seçenek sunarak, nefes alacak zaman bırakmayarak, deneyimleri ile ilgili geribildirimlerini almayarak ve kimi zaman onların hakkında onların önünde ‘olumsuz’ konuşarak: Sen sevmezsin, senin hiçbir zaman ilgin olmadı, sen daha …yı yapamıyorsun bunu nasıl yapacaksın? Motivasyon ve heves bu ortamda yaşamaz…Nasıl yaşasın ki?
Peki bu alanlarda destek olduk diyelim. Kendi yapabileceklerine inanan biri yetiştirmek konusunda üstümüze düşeni yaptık. Memnun olacak mı kendinden böylelikle? Başka kriter yok mu? Fiziksel görünüm, özellikle kızlarda, özgüveni doğrudan etkileyen başka bir faktör. İçinde onay, kabul ve uyum kavramlarını da beraber getirdiği için hafife alınmayacak boyutlarda izdüşümleri olan başka bir konu.
Bir başka yazıda da bu konuyu ele alacağım.
Son olarak gelelim demlenmeye bıraktığımız o soruya.
Siz memnun musunuz çocuğunuzdan?
Sahi, memnun musunuz? Onu olduğu haliyle kabul edebiliyor musunuz? Size benzeyen ve benzemeyen tüm yönleriyle?
Başka sorum yok…
*Pygmalion etkisi: 1948’de Sosyolog Robert Merton, “kendini gerçekleştiren kehanet” terimini ortaya attı. Bu teoriye göre bir durum gerçek olmasa da bu konudaki beklenti, söz konusu durumu gerçekliğe dönüştürebilecek potansiyele sahiptir. Diğer bir deyişle insanlara yönelik beklentilerimizle onların davranışlarını etkileyebiliriz. Dolayısıyla pozitif beklentiler performansı pozitif yönde etkilerken, negatif beklentiler performansı negatif yönde etkiler.
“Söylediklerinize dikkat edin; düşüncelere dönüşür.
Düşüncelerinize dikkat edin; duygularınıza dönüşür.
Duygularınıza dikkat edin; davranışlarınıza dönüşür.”
Mahatma Ghandi