Pandemi öncesi Kadıköy Bahariye Caddesi üzerinde kendi prodüksiyonlarını sunmak ve yerli yabancı sanatçılara tiyatro, sergi, müzik, eğitim, atölye çalışmaları alanında etkinlikler sergileyebilecekleri bir sahne ortamı sağlamak amacıyla açılan Kadıköy Boa Sahne, tiyatro severlere etkileyici işler sunan parlak bir dönemin ardından salgında sahnesini kapatmak zorunda kalmış, ancak hayatta kalma çabasını üretime dönüştürerek izleyicileri, 11 yazar, 7 yönetmen ve 16 oyuncunun gönüllü olarak bir araya geldiği çevrimiçi kısa oyunlar projesi ile buluşturmuştu. Kurucusu Aytekin Atabey´in sanat yönetmenliğini, Kayhan Berkin´in danışmanlığını, Murat Mahmutyazıcıoğlu´nun tasarımını, Gökhan Gürün´ün yapımcılığını üstlendiği bu heyecan verici projenin ardından Boa Sahne, sezon başından beri tekrar canlı performanslara döndü
Bir Ankara tragedyası ‘Misket’
Âlem demek; eğlence demek! Eğlence demek; Misket demek!
Misket demek? Her şey demek! Ben, sen, biz demek!
Ersin ve Deniz demek!
Kıvrak mı kıvrak, azıcık da işveli ama bir o kadar kederli
Ersin ve Deniz’in ıslık çalacakken, çığlık atılmasından korktukları,
Ankara’nın isinde ve pusunda birbirlerini sobelerken,
Hoyrat bakışlarla büyütülemeyen çocukluklarını,
Darbukadan, terden, kokudan, zilden, çıngıraktan,
Eğlenceden ve askerlikten sonra
Sevgiyle, aşkla, dostlukla büyütmelerinin hikayesi…
Topluluğun bu seneki yeni yapımlarından ‘Misket’, Aytekin Atabey’in sanat yönetmeni olduğu, Kayhan Berkin’in yönettiği, karakterleri oyunun yazarı Turgay Korkmaz ile Orkuncan İzan’ın canlandırdığı iki kişilik bir oyun. Müthiş başarılı ışık tasarımı her çalışmasını bir ışık dramaturgisi olarak gerçekleştiren Ayşe Sedef Ayter’e, müzik tasarımı Cem Değirmen’e, hareket tasarımı ile koreografi Korhan Başaran’a ait. Dekor ve kostüm tasarım Hilal Polat’ın.
Oyunun adı hem güneşe tutulduğunda gökkuşağını yansıtan o küçücük bilyeyi hem ünlü Ankara oyun havası misketi çağrıştırır.
‘Misket’ büyük hayalleri ve bunları gerçekleştirecek cesareti olan Ersin’le, toplum baskısı yüzünden kendini kendine itiraf etmekten korkan Deniz’in aşklarını doya doya yaşayamayışının hikayesidir.
Birlikte büyüyen, hep yakın arkadaş olan Ersin’le Deniz’in yakınlığı küçük yaşlardan beri cinselliği de içeren farklı bir boyut almıştır. Askerden döndüklerinde, düğünlerde ve pavyonlarda Ersin’in müzisyen eniştesinin yancısı olarak çalışmaya başlarlar; kaşıkla da oynarlar, etek kuşanıp zil takarak köçeklik de yaparlar. İlişkilerini gizli gizli sürdürürseler de bakış açıları değişmiştir. Deniz ‘yedikleri bok’ ortaya çıkıp el âlemin diline düşmekten ölesiye korkarken Ersin, askerde kendi cinsel kimliğiyle barışık bir kısa dönem İstanbullu tertipten, istedikleri gibi yaşayabileceklerini öğrendiği İstanbul’a yerleşmekten dem vurmaktadır.
İlişkileri ortaya çıkar gibi olunca Deniz, Ersin’le görüşmemeye, park bekçiliği gibi ‘saygın’ bir işe girmeye ve evlenmeye karar verir. Düğün gecesi, davet edilmemiş de olsa, Ersin kardeşine altınını takıp tebrik etmeye gelir ve… (burada keseyim de etkileyici finalin tadını kaçırmayayım!)
Kayhan Berkin’in parlak sahnelemesi, fiilen dört kol çengi bir girişin ardından, tragedyanın sadece kaderle kader kurbanları arasında geçen ölümcül bir hikâye olmadığını, kimseye zararı dokunmayan iki kişinin, mahalle, aile ya da toplum baskısı yüzünden istedikleri ve hak ettikleri hayatı yaşayamamasının da en az onun kadar trajik bir olgu olduğunu ustalıkla açığa çıkarır. Turgay Korkmaz’ın metninin dozunda bir edebi tadı var. Berkin, bir sahneden ötekine geçerken araya giren tiratların büyük bir kısmını keserek bir yandan oyunun su gibi akmasını temin ederken diğer yandan bu edebi tadı da başarıyla korur.
Kendisi de müthiş bir oyuncu olan Kayhan Berkin’in iki oyuncusundan elde ettiği performans nefes kesici. İlk kez izlediğim, Ankara’dan yeni gelen Turgay Korkmaz ile Orkuncan İzan’ın kimyaları müthiş uyuşuyor. Sadece profesyoneller gibi şakır şakır dans ederken değil, oyunun her anında mimikleri, bakışları, oyunculukları, dokunuşlarıyla birbirini tamamlayan kusursuz bir birliktelikleri var. İkilinin daha maço kanadı Deniz’i canlandıran Korkmaz, sert duruşunun maskesi altında gizlediği korkuyu, acıyı ve sevgiyi başarıyla yansıtırken, daha yumuşak karakter Ersin’de İzan kırılgan sevecenliğini, bedeninde ve konuşmasında hiçbir “kırıklığa” gerek duymaksızın sadece sevgi dolu bir gülümsemeyle bile duyumsatıyor.
Oyun sonrası bu uyumlarından çok etkilendiğimi ilettiğimde Aytekin Atabey, onların on yıldır birbirlerini tanıdıklarını, Bilkent Tiyatro Bölümünde sınıf ve ev arkadaşı olduklarını söyledi. Orkuncan da çok sevimli bir gülümsemeyle, “yakın arkadaş, okul arkadaşı, ev arkadaş tamam ama, o kadar” diye ekledi. Sohbet sonrasında bu sempatik şakaya gülüp geçemediğimi, Orkuncan’ın belki de çok sayıda imalı bakışa, ifade edilmemiş sayısız soruya cevap vermiş olduğunu düşündüm. Gerçekten de kendinizi aydın ve uygar kabul eden
bizler, ötekileştirme ve ayırımcılık karşıtı sürü sepet laf eder, seri katili oynayan bir aktörün cinayet işleyeceği ya da fahişeyi oynayan bir kadının gerçek hayatta bedenini sattığı aklımıza gelmez ama, pırıl pırıl iki yakın arkadaş oyuncu, eşcinsel bir çifti canlandırdıklarında bilinç altımız nedense “acaba” deyiverir..
İyi yazılmış, iyi sahnelenmiş, çok iyi oynanmış bir oyun. Tarafsızca, kimseyi yargılamadan, mutlaka izleyin derim. Dikkat 16+ yaş sınır var.
5 Mart 16.00 ve 20.30’da, 11, 22, 31 Mart 20.30’da ve sezon boyunca Boa Sahne’de.
Berfin’in yeni meddahı
‘Mutlu Değilim ama Kahrımdan da Ölmüyorum’
Boa Sahne’nin bir diğer yeni yapımı da Özge Korkmaz’ın uzunca bir aradan sonra, kendi yazdığı bir metinle sahneye döndüğü ‘Mutlu Değilim ama Kahrımdan da Ölmüyorum…’
Oyun, bildik, tanıdık bir kadının 90’lardan günümüze yaşadıklarının bildik ve tanıdık öyküsü.
Hasret’in oğluna uyku eğitimi vermeye karar verişinin, durduk yere aklına gelen kendi annesinin, mışıl mışıl uyuyor zannettiği çocukluğunun, yakan topta en önden vurulanların, siniri midesine vuranların, bir önceki günün kazasını kılmaktan Allah’a hep borçlu kalanların hikayesi… Başı ıslak gezenlerin, ağzı kira isteyenlerin, aklı nazar almayanların… Yalnızların, aşıkların, dertlilerin, şaşkınların, gülünçlerin… Bir çift eski ayakkabının… Ve üstü kabuk bağlayan bir çorbanın öyküsü…
Bildik ve tanıdık dedim ama Özge Korkmaz, toplumumuzda kadının / kadınların normal yaşamının traji-komik boyutunu ustalıkla yansıtan, müthiş keyifli bir metin yazmış.
Berfin Zenderlioğlu, ‘Cambazın Cenazesi’nde ya da ‘Yaralarım Aşktandır’da yapmış olduğu gibi, oyunu modern bir meddah gösterisi olarak sahneliyor. Zenderlioğlu, geleneksel tiyatromuzun gölge oyunu ve meddah gibi ögelerini büyük bir ustalıkla kullanarak dünden bugüne bağlanan çağcıl bir tiyatro yapmakta çok başarılı. ‘Mutlu Değilim ama Kahrımdan da Ölmüyorum…’da da, iskemle yerine çok amaçlı bir sandığa oturttuğu, eline pastav diye, baş örtüsünden, havluya, eşarba hatta bebeğe dönüşen bir fular verdiği oyuncusunu çağdaş bir meddaha dönüştürüvermiş.
Korkmaz, sahneye girer girmez izleyiciyle benzersiz bir iletişim kurarak, sadece beden dili, mimik ve ses tonlamalarında değişikliklerle oyundaki tüm karakterleri birer birer ayrıştırarak var ediyor. Anlatıcı olarak da yüzünde o her an gözyaşlarına dönüşebilecek gülümsemesiyle, Hasret’in acı-tatlı güldürüsünü seyircinin içine akıtıveriyor. Kahkahalarla izlenirken düşündüren, insanın hem içini ısıtan hem hüzünlendiren bu sımsıcak gösteriyi anlatmak yetmez, izlemek gerek.
6 Mart Hann Sahne, 8, 25 Mart Boa Sahne ve sezon boyunca İstanbul tiyatrolarında.
Kaçırmayın. Sağlıklı seyirler dilerim.