Finli Juho Kuosmanen´in Cannes Büyük Ödüllü filmi ´6 Numaralı Kompartıman´ vizyonda.
Film değişik sosyal sınıflardan gelen Finlandiyalı arkeoloji öğrencisi bir kadınla bir Rus maden işçisinin Kuzey Kutbuna doğru yolculuklarında yaşadıklarına odaklanıyor. Film, dış görünümün aldatıcı olduğunu, insanların göründükleri gibi olmadıklarının altını çiziyor. Yalnızlık, kalp kırıklığı, yardımlaşma, kader birliği, fedakârlık temaları etrafında dönen bu hüzünlü, özgün, yaratıcı ve hümanist film, adeta küçük bir mücevher.
‘HYTTİ NRO 6’
Yön: J Kuosmanen
Sen: Juho Kuosmanen - Andris Feldmanis - Ljuba Mulmenko - Rosa Liksom - Livia Ulman
Gör: Jussi Rautaniemi
Oyn: Serida Haarla - Yuriy Borisov - Dinara Drukarova - Yuliya Aug - Polina Aug - Galina Petrova
Genç Finli yönetmen Juho Kuosmanen’in ‘6 Numaralı Kompartıman / Hytti Nro 6’i son Cannes Film Festivalinde yarışmanın ikincilik ödülü sayılan Büyük Ödülü, Asghar Farhadi’nin ‘Kahraman’ıyla paylaştı. 1979 Kokkola doğumlu yönetmen-senaryo yazarı-aktör-kurgucu Juho Kuosmanen, kariyerinin ilk uzun metrajlı filmi ‘Olli Makki’nin Hayatındaki En Mutlu Gün / The Happiest Day In The Life of Olli Maki’ (2016) ile yine Cannes Film Festivali’nde Belirli Bir Bakış bölümünün En İyi Filmi seçilmişti.
Finlandiyalı boksör Olli Maki’nin gerçek hayat hikâyesini anlatan siyah-beyaz film, dünya tüy sıklet boks şampiyonasına yarışan ilk Finlandiyalının ikinci rauntta maçı nakavt olarak kaybetmesini anlatır. Ancak o gün Olli Maki’nin hayatının en mutlu günüdür.
Ayrı dünyaların insanları
‘6 Numaralı Kompartıman’ yönetmenin beş yıl aradan sonra gelen ikinci filmidir. Taşıdığı mesajlarla, sinematografisiyle, melankolik ve hüzünlü atmosferiyle bu film, ilkine nazaran çok daha olgun ve başarılıdır. ‘6 Numaralı Kompartıman’ gençliğinde üniversite öğrenimini Moskova’da alan Finlandiyalı kadın yazar Rosa Liksam’ın 2011’de yayımlanan romanını beyaz perdeye uyarlıyor.
Aralarında Juho Kuosmanen’in de bulunduğu beşli senaryo ekibi konuyu kadın kahramanının bakış açısından anlatmayı tercih etmiş. Konu 1990’ların ilk yarısında geçiyor. Açılış sahnesine Moskova’daki bir ev partisinde filmin iki kadın kahramanını tanıyoruz. Finlandiyalı arkeoloji öğrencisi Laura (Seidi Haarla) aşk yaşadığı tez danışmanı İrina (Dinara Drukarova) ile birlikte Murmansk’ta tarih öncesi taş resimlerini görmeye karar verir. Ancak İrina son anda işlerinin yoğunluğunu ileri sürerek gelmekten vazgeçince Laura tek başına yola çıkar.
Genç kadın Moskova’da yaşadığı yorucu aşk ilişkisinden kaçmak için kutup limanına giden meşhur trene biner. 6 no.lu kompartımana düşen Laura burada Murmansk’taki bir madende çalışan Rus işçi Ljoha (Yuriy Borisov) ile tanışır. Ayrı dünyaların insanları olan Laura ile Ljoha yolculukları sırasında farklı bir bağ kurmaya başlar. Değişik sosyal sınıflardan gelen, hayata bakış açıları zıt olan iki yabancı alışkanlıklarını değiştirecek bir yolculukta, insani değerler üzerine yeni deneyimler yaşarlar.
6 numaralı kompartımandaki beklenmedik karşılaşma, ikilinin özlem duydukları gerçeklerle yüzleşmelerine neden olacaktır. Kazınmış saçları, agresif tutumu, içip durduğu votkası, kaba saba halleriyle, kadın düşmanı sözler söylemekten geri durmayan ırkçı Ljoha ile ilk saatler zor geçer. Dondurucu soğuğun hâkim olduğu bir kuzey limanına yapılan yolculuktaki zoraki beraberlikte, ikili birbirlerini daha iyi tanımaya başlar.
Olaylar geliştikçe itici bir Rus madencinin uysal, zararsız, duyarlı, iyi kalpli ve yardımsever bir erkek olduğunu görürüz. Filmin son yarım saatindeki Ljoha’nın özverili yardımlaşma duygusu, karşılık beklemeden yaptığı fedakârlıklar, önyargıları parçalayıp izleyiciyi ters köşeye yatırıyor. Zira yolculuğun bir ara istasyonunda 6 numaralı kompartımana katılan genç Finlandiyalı yolcuya Laura kurtarıcı gözüyle bakarken, treni terk eden vatandaşının kamerasını çalarak gittiğine tanık oluyordu.
Birbirlerinden hiç hazzetmeyen karşı cinsten iki kişinin zamanla filizlenen, ön yargıları paramparça eden ilişkisini inceleyen filmin son yarım saati ve hüzünlü finali büyüleyici. Bu bölüm Finlandiya sinemasında Aki Kaurismaki’nin ardından yeni bir ustayı müjdeliyor.
İmkânsız bir aşk öyküsü
Birbirlerini ilk kez gören, aralarında hiçbir menfaat, cinsel ilişki olmayan iki insanın yakınlaşmasını, kader birliği içine girmelerini, insanın içini ısıtan bir dille anlatan bu film her türlü övgüyü hak ediyor. Özgün, yaratıcı ve hümanist kimliğiyle bu mizah yüklü film adeta küçük bir mücevher. İlk bakışta birbirlerinden hiç hoşlanmayan iki kişinin yolculuğu her ikisinin zaaflarını, maskelerini, ön yargılarını bir kenara bırakıp hayata bakış açılarını değiştiriyor, kendilerini daha iyi tanımalarını sağlıyor.
Laura, Murmansk’ta yer alan binlerce yıllık petroglifleri görmek için çıktığı yolculuğu, “Geçmişimizi öğrenmeden bugünümüzü anlayamayız” cümlesiyle anlamlandırıyor. Buzların erimesinden sonra aralarında bir iletişim kurmayı başaran ikilinin arasındaki ön yargılar yok oluyor. Trenin Murmansk’a varmasıyla, kahramanlarımızın yaşadıkları filmi bambaşka bir kulvara sokuyor. Film, gücünü ve etkileyiciliğini Ljoha’nın beklenmedik değişikliğinden alıyor. Dengelerin değişmesinden sonra film dış görünümün aldatıcı olduğunun, insanların gördükleri gibi olmadıklarının altını çiziyor.
Yönetmen Juho Kuosmanen filmini şöyle tarif ediyor: “Yol filmleri genellikle özgürlük hakkındadır. Otomobille istediği yere gidebilir insan. Tren yolculuğu ise daha çok yazgı gibidir. Nereye gideceğine karar veremezsin; sana sunulanı alırsın.” Kuosmanen’in kariyerinin başlangıcından beri, kısa, orta ve ilk uzun metrajlı filmindeki görüntü yönetmeni Jani Peteri Passi, dar bir mekânda geçen bu filmle ustalığını kanıtlıyor. Juho Kuosmanen’in filmin tamamına yakınının bir tren kompartımanında geçen konusunu, stüdyo ortamında değil, gerçek bir trende çekme ısrarı teknik ekibi zorlamış. Ancak bu filme doğallık, sahicilik katıyor.
Fransız şarkıcı Desireless’in 1986 tarihli olmasına rağmen modası hiç geçmeyen ünlü ‘Voyage, Voyage’ şarkısı filme renk katıyor. Tamamı Fransızca söylenmesine rağmen, bu şarkı uluslararası bir başarı elde etmişti. Sosyal sınıfları, milliyetleri, eğitim durumları farklı, iki ayrı dünyadan iki kişiyi odağına alan film yalnızlık, kalp kırıklığı, yardımlaşma, hüzün, melankoli ve kader birliği gibi temaların hakkını veriyor.
Tren yolculuğu denince akla gelen ilk film Richard Linklater’in 1995 tarihli ‘Gün Doğmadan / Before Sunrise’ıdır. Fransız yüksek lisans öğrencisi Céline (Julie Delpy) ile Amerikalı Jesse’in (Ethan Hawke) bir tren yolculuğuyla başlayan ilişkileri lezzetli bir romantik film kalıpları içinde anlatılmıştı. Eskilere gidersek gerilim ustası Alfred Hitchcock, ‘Trendeki Yabancılar / Strangers On a Train’de (1951) bir psikopat, bir tenis yıldızı ve iki yabancıyı bir araya getiren bir tren yolculuğu sırasında işlenen bir cinayet ile gerilim yaratıyordu. Alfred Hitchcock’un ve 50 yıllık hayat arkadaşı Alma Reville’in kızları Pat Hitchcock, kariyerinin bu ikinci oyunculuk denemesinde, babasının fetiş oyuncularından Farley Granger’e replik veriyordu.
Filmin oyuncu kadrosuyla bitirelim. Filmin yükünü baştan sona omuzlarında taşıyan iki mükemmel oyuncusu var. Finlandiyalı televizyon oyuncusu Seidi Haarla aşk acısı yaşamış, hayatına bir yön vermede bocalayan arkeoloji öğrencisi Laura’da mükemmel bir performans çıkarıyor. Sinemadaki ilk rolüyle Seidi Haarla sinemaya güçlü bir oyuncunun gelişini müjdeliyor. Deneyimli Rus aktör Yuriy Borisov’u son olarak, Cannes’da yarışan Kiril Serebrennikov’un ‘Petrov Grip Oldu’sunda izlemiştik.