Türkiye ile İsrail arasında süregelen sıkıntılı diplomatik ilişkiler bu hafta İsrail Devlet Başkanı Isaac Herzog´un Türkiye ziyareti ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından Külliye´de ağırlanmasıyla ivme kazandı. Babası İsrail Devlet Başkanı Haim Herzog´un 1992´deki Türkiye ziyaretinden 30 yıl sonra aynı mevkide Türkiye´yi ziyaret edecek olan Isaac Herzog ile ilişkiler yeni bir döneme giriyor. Türkiye-İsrail arasındaki inişli çıkışlı ilişkileri sizin için derledik.
29 Kasım 1947 BM’nin taksim kararı
Filistin mandasının geleceği İngiltere’nin başvurusuyla Birleşmiş Milletler’in gündemine alındı. Kurulan soruşturma komisyonun raporuna istinaden, Filistin’in Arap ve Yahudi devletlerine bölünmesi, Kudüs’ün uluslararası kontrole tabi olması teklifi genel kurulda oylamaya sunuldu. 33 oyla 181 no’lu karar geçti. Türkiye dış politikasında açık bir biçimde ABD tarafında yer almasına karşın bu konuda aleyhte oy kullandı. İsrail’in bölgede bir Sovyet uydusu olacağı görüşü ve Arap ülkelerinin tepkisi Ankara’nın kararında etkili oldu.
14 Mayıs 1948 İsrail Devleti’nin kuruluşu
Her ne kadar Türkiye BM’deki oylamada ret oyu vermiş olsa da İsrail ile Arap ülkeleri arasında başlayan savaşta tarafsız kalmaya özen gösterdi. Vatandaşlarının her iki taraf için de savaşmaya gitmesini engellemeye çalıştı. Bu tutumu Aralık 1948’de Fransa ve ABD ile birlikte BM Filistin Uzlaştırma Komisyonuna seçilmesiyle sonuçlandı.
Diplomatik ilişkiler kurulmadan önce
Türkiye ile İsrail arasında ekonomik ilişkiler 1949’dan çok önce başladı. Türkiye 1936’da Yahudi Ajansının Tel Aviv’de düzenlediği fuara katıldı. Yahudi Ajansı 1938’den itibaren birçok kez İzmir Fuarına katıldı. Türkiye’den direkt Hayfa ve Tel Aviv gemi seferleri için anlaşma yapıldı. İsrail’in kurulmasından bir ay sonra, 30 Haziran’da Türkiye ve İsrail ilk anlaşmalarını imzaladı; posta anlaşması. Arap ülkelerinin eleştirilerine Ankara, “100 binden fazla vatandaşımız orada yaşıyor; bu karar insani sebeplerle alındı” diye cevap verdi. İsrail bayraklı ilk uçak ise Türkiye’den ihraç ettiği tarım ürünlerini almak için Ağustos 1948’de İstanbul’a indi.
28 Mart 1949 Diplomatik ilişkilerin kurulması
“Ülkemiz, komşu coğrafyalarda istikrar, güvenlik ve refah kuşağının yaratılmasını ve başta komşuları olmak üzere, bölgede yer alan tüm ülkelerle ilişki ve işbirliğinin geliştirilmesini hedefleyen bir politika izlemektedir. Bu anlayış çerçevesinde Türkiye, İsrail’le de karşılıklı çıkarlar temelinde ikili ilişkiler tesis etmiştir. Bununla birlikte İsrail’in Ortadoğu’da barış ve istikrarı olumsuz etkileyen politikaları ilişkilerde zaman zaman sorunlara neden olmuştur. İki ülke arasında ülkemizin İsrail’i tanıdığı 28 Mart 1949’u takiben başlatılan çalışmalar neticesinde Türkiye’nin İsrail nezdindeki ilk diplomatik temsilciliği 7 Ocak 1950’de resmen açılmıştır.” Türkiye Dışişleri Bakanlığı
Foto “İsrail Devletini resmen tanımaya karar verdik” Cumhuriyet Gazetesi 29 Mart 1949
Foto 16 Ekim 1949 İsrail Konsolosluğunun Taksim Sıraselviler’deki açılışı
1950-1960 Hızla yakınlaşan ilişkiler
1955 İlk diplomatik kriz
Mısır’ın Süveyş Kanalını ulusallaştırma kararıyla İngiltere-Fransa-İsrail’in gizli bir anlaşmayla kanal bölgesine askeri bir harekat düzenlediler. Ancak Soğuk Savaş’ın iki süper gücü ABD ve Sovyetler Birliğinin karşı çıkmasıyla bölgeden çekilmek zorunda kaldılar. Türkiye büyükelçisini çekerek İsrail’le diplomatik ilişkilerini maslahatgüzar seviyesine indirdi. Ankara’nın amacı 1955’te kurulan Bağdat Paktına daha çok Arap ülkesinin katılımını sağlamaktı. Ancak 1958’de Irak’taki askeri Bağdat Paktı’nın sonunu getirdi.
1958 Çevresel (Hayalet) Paktı
Türkiye Arap ülkelerin tepkisini daha fazla çekmemek için İsrail’le düşük profilli bir ilişki izlenmesinde ısrarcı oldu. Ancak ilişkiler 1952’den itibaren güvenlik ve istihbaratta gelişmeye başladı. İsrail’in Arap komşularını varoluşsal bir tehdit olarak görmesi, bölgedeki Arap olmayan ülkeler ve azınlıklarla yakınlaşma çabalarını arttırmasıyla sonuçlandı. İsrail’in ön ayak olmasıyla İran, Türkiye, Etiyopya’yı kapsayan, aralarındaki diplomasi, güvenlik, ticaret, bilim ve istihbarat alanlarında iş birliğini arttırmayı amaçlayan Çevresel Pakt ittifakı kuruldu. Bu ülkeleri bir araya getiren artan Arap milliyetçiliğinin yanı sıra ortak tehdit ve çıkarlar oldu. Paktın Türkiye ayağı Ağustos 1958’de gizli bir şekilde Türkiye’ye gelen İsrail Başbakanı David Ben Gurion ile Başbakan Adnan Menderes arasındaki konuşmada karara bağlandı. İlişkilerde gizlilik Ankara için hala önemliydi.
Türk Dış Politikasında 1960-1980’ler
Türkiye ile İsrail arasındaki gelişen güvenlik merkezli iş birliği Türkiye’de yaşanan askeri darbeler, dış politikadaki dönüşüm, Kıbrıs sorunu, ekonomik krizler, enerji bağımlılığı ve Arap-İsrail savaşları nedeniyle bir duraklama dönemine girdi. Kıbrıs konusunda ABD ve batı devletlerinden beklediği desteği göremeyen Türkiye, bu nedenle dikkatini Arap ülkelerine yöneltti. Bunda enerji ihtiyacı kadar Filistin sorununun iç siyasette artan ağırlığı da sebep oldu. Bu politika değişikliği Ankara’nın uluslararası forumlarda Filistin Kurtuluş Örgütünü (FKÖ) açıkça desteklemesine, 1967 Altı Gün ve 1973 Yom Kipur savaşlarında Arap yanlısı bir siyaset izlemesine yol açtı.
Öte yandan Türkiye, İsrail’le ilişkisini kesmesi için gelen Arap baskılarına boyun eğmedi. 1969 İslam ülkeleri toplantısında İsrail ile her türlü ilişkinin koparılmasını öngören kararı İran’la birlikte reddetti. Benzer şekilde 1974’teki Lahor Bildirisindeki “İsrail ile tüm ilişkilerini kesmesi” hususuna çekince koydu. İsrail ile ilişkilerini koparmamasına rağmen Türkiye, 10 Kasım 1975’te BM Genel Kurulunda alınan, Siyonizm’i ırkçılık olarak gören kararı destekledi. İsrail’in Kudüs’ü bölünmez ve ebedi başkenti olarak ilan etmesinin ardından İsrail’le diplomatik ilişkilerini ikinci katiplik seviyesine düşürdü. 29 Eylül 1988’de, iki ülkenin dışişleri bakanları Şimon Peres ve Mesut Yılmaz’ın New York’taki BM Genel Kurulundaki görüşmeleri ikili ilişkilerin yeniden yakınlaşacağının önemli bir göstergesi oldu.
Tansu Çiller, Başbakan sıfatıyla İsrail'i ziyaret eden ilk isim oldu
1990-2000 İlişkilerde Altın Çağ
Soğuk Savaş sonrası bir kimlik arayışına giren Türkiye’nin dış politikası yeniden bir değişim sürecine girer. PKK terörüne yönelik Suriye ve Irak’tan beklediği desteği göremeyen, diğer komşusu İran ile yaşadığı sıkıntılara ek olarak AB’den insan hakları konusunda gelen eleştiriler karşısında Türkiye yalnızlığını aşmak için İsrail’e yönelik politikasında değişime gitti. Arap-İsrail Barış Sürecinin başlamasına paralel olarak oluşan olumlu havanın da etkisiyle Türkiye, 31 Aralık 1991’de İsrail’le diplomatik ilişkilerini yeniden büyükelçilik seviyesine yükseltti.
Ortak tehdit algıları yeniden iki ülkeyi yakınlaştırırken, bu sefer ilişkiler 1950’lerin aksine kamuoyu önünde yürütülmeye başlandı. Diplomatik ilişkilerin yanı sıra ticaret, askeri, istihbarat iş birliği arttı. Askeri iş birliği ortak tatbikatlarla devam etti. İsrail savaş uçakları Türkiye hava sahasında eğitim uçuşu yapmaya başladı (1996). Türkiye ayağında özellikle ordu İsrail ile ilişkilerin destekleyicisi oldu.
Devlet başkanlığı düzeyindeki ilk ziyareti günümüz İsrail Devlet Başkanı Isaac Herzog’un babası Haim Herzog gerçekleştirdi. Herzog 500. Yıl Vakfının davetiyle 16 Temmuz 1992’de İstanbul’u ziyaret etti, Cumhurbaşkanı Turgut Özal ve Başbakan Süleyman Demirel ile bir araya geldi. Ocak 1994’te İsrail’in yeni Devlet Başkanı Ezer Weizman eşi ile resmi bir ziyaret için Ankara’ya geldi ve Cumhurbaşkanı Demirel tarafından Çankaya Köşkünde kabul edildi. Mart 1996’da İsrail’i ziyaret eden ilk cumhurbaşkanı Demirel oldu. Demirel’in ziyaretinin ardından iki ülke arasında serbest ticaret anlaşması imzalandı. Weizman’ın bir sonraki Türkiye ziyareti 1996 Haziran’ında gerçekleşti. Ekim 1998’de ise Türkiye Cumhuriyeti’nin 75. kuruluş törenlerine Demirel’in konuğu olarak katıldı. 14 Temmuz 1999’da ise Demirel yeniden İsrail’i ziyaret etti ve Weizman tarafından karşılandı.
Kasım 1993’te Hikmet Çetin İsrail’i ziyaret eden ilk Türk dışişleri bakanı oldu. Çetin, Mart 1999’da TBMM Başkanı sıfatıyla bir kez daha İsrail’i ziyaret etti. 1994’te Başbakan Tansu Çiller İsrail’i ziyaret eden ilk Türk başbakanı oldu. Çiller İsrail’i “stratejik ortağımız” olarak tanıttı. Nisan 1997’de Başbakan Necmettin Erbakan İsrail ile 632 milyon dolarlık savaş uçağı modernizasyonu anlaşması imzaladı. İsrail’in modernize ettiği 54 adet F-4/2020 uçakları resmi törenle 27 Ocak 2000’de Eskişehir’de teslim edildi. Eylül 1998’de ise Başbakan Mesut Yılmaz, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu tarafından ağırlandı.
Bu üst düzey görüşmeleri genelkurmay başkanları, kara, hava ve deniz kuvvetleri komutanları, turizm bakanları, savunma bakanların görüşmeleriyle sürdü.
İsrail Devlet Başkanı Katsav, Cumhurbaşkanı Sezer'in konuğu oldu (2003)
2000’li yıllar
2000’li yıllar Türkiye’nin güvenlik merkezli dış politika anlayışından çok boyutlu bir dış politikaya geçmesi ile tanımlanabilir. Türkiye bölgesindeki tüm ülkelerle ikili ilişkilerini geliştirmeyi hedeflediği bu dönemde Suriye ve Irak’la terörle mücadele konusunda sıkıntının aşılması, AB ile üyelik müzakerelerinde ilerleme bu hedefe ulaşılmasında yardımcı oldu. Ancak Ortadoğu’da siyasi nüfuzunun artmasıyla İsrail’le ilişkiler bozulmaya. Filistin sorunu halk nezdinde önemini arttırdı. Barış sürecinin kesintiye uğraması, bölgede gerginliğin yeniden artması Türkiye-İsrail ilişkilerini olumsuz etkiledi. Öte yandan 2000’lerin ilk yarısında karşılıklı üst düzet ziyaretler sürdü; ticaret, enerji, savunma konusunda anlaşmalar imzalandı. Ancak bu durum ikinci yarıda sekteye uğradı.
Aralık 2008’den günümüze
Türkiye arabuluculuğunda ilerleyen İsrail ve Suriye görüşmeleri için 22 Aralık 2008’de İsrail Başbakanı Olmert Ankara’da Başbakan Erdoğan ve Cumhurbaşkanı Gül ile görüştü. İsrail’in Gazze’ye yönelik Dökme Kurşun Operasyonu Türkiye-İsrail arasındaki ilişkilerin kopmasına sebep oldu. Erdoğan, “İnsanlığa karşı bir suç, İsrail devlet terörü uyguladı” diyerek, Olmert’in ihanetine uğradığını söyledi. Bu olayın ardından İsrail’le ilişkiler hiçbir zaman eskisi gibi olmadı. İki ülke arasında kriz eksik olmadı. 29 Ocak 2009’da Davos’da Erdoğan’ın “One Minute - Siz öldürmeyi çok iyi bilirsiniz” çıkışı ilişkilerdeki gerilemenin başlangıcı oldu. Bu olayın ardından Türkiye, Anadolu Kartalı tatbikatının İsrail’in de yer alacağı uluslararası bölümünü iptal etti. Yaklaşık bir yıl sonra İsrail Dışişleri Bakan Yardımcısı Danny Ayalon’un, Kurtlar Vadisi dizisindeki olumsuz İsrailli tiplemesine tepki olarak Türkiye’nin Tel Aviv Büyükelçisi Oğuz Çelikkol’u görüşmeleri sırasında alçak koltuğa oturtması yeni bir siyasi krize neden oldu. Yapılan özür birçok güvenlik anlaşmasının iptalini engelleyemedi. 31 Mayıs 2010’da on kişinin hayatını kaybettiği Mavi Marmara olayıyla ilişkilerde tam bir kopuş yaşandı. Diplomatik ilişkiler kesilmese de büyükelçiler geri çağrıldı, ilişkiler ancak kapalı kapılar ardında devam etti. Tam altı yıl sonra Doğu Akdeniz gazı ilişkilerin normalleşmesi için en önemli teşvik oldu. Özellikle enerji ve turizm konusunda ciddi bir atılım başladı. Fakat normalleşme kısa süreli oldu. Büyük Gazze Yürüyüşü ve ABD Başkanı Trump’ın Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıması Türkiye-İsrail ilişkilerini yeniden çıkmaza sürükledi.
Ankara’yı içine almayan Doğu Akdeniz Gaz Forumu’nun kurulması, Katar’ın Körfez ülkeleriyle sorunlarını gidermesi, İsrail’in başta Birleşik Arap Emirlikleri’yle yakınlaşması ve İbrahim Anlaşmaları ile İsrail’in Arap ülkeleri tarafından tanınması, ABD’de Biden döneminin başlaması, Türkiye’nin bölgede yalnızlaşması ve bu nedenle dış politikasında “sorunsuz çember” kurma anlayışı sonucunda bugün Türkiye-İsrail arasında yeniden bir normalleşme olasılığını konuşuyoruz. Henüz büyükelçiler atanmamış olsa dahi, aynı mevkideki babasından 47 yıl sonra Türkiye’yi ziyaret eden Isaac Herzog ile ikili ilişkilerde tüm sorunlar çözülmemiş olsa dahi, yeni bir dönemin şafağında olduğumuzu söylemek için yeterince neden var.
Kaynak: Bu yazının hazırlanmasında, Can Yirik ve Alon Liel’in hazırladığı, Türkiye-İsrail İlişkileri 1949-2010’ başlıklı kitaptan yararlanıldı.