Tarihsel olarak baktığımız zaman, farklı coğrafyaların insanlara sunabildiği çok farklı kaynak ve imkanlar var. Bu nedenle tarihin başından itibaren bazı coğrafyalar diğerlerine göre daha kalabalık olmuş. İnsanları besleyebilecek temel şartlar her zaman bazı coğrafyalarda daha iyi oluşmuştur.
Dünya nüfusunun gelişimine baktığımız zaman, Sanayi Devriminin en önemli etkileyici unsur olduğunu görebiliyoruz. Yüzyıllarca hemen hemen sabit kalan nüfus, 1900 tarihinden itibaren 1 milyardan günümüzde 8 milyara kadar yükseldi. Bu hızla yükselen nüfusu elbette artan refah ve üretime borçluyuz. Fakat geldiğimiz noktada mevcut teknolojik imkanlarımızla bu kadar insana tabiri caizse ‘bakmak’ Dünya için artık fazla sürdürülebilir değil. Bunu en iyi şekilde iklim krizinde anlıyoruz.
Memeli hayvanlar uzun gebelik dönemleri ve diğer hayvanlara göre ortalama olarak daha uzun süren yaşamlarıyla ayrışıyor. Bu sebeple doğada genellikle memeli hayvanların bir gebelik sonrası yavru sayısı da diğer hayvanlara göre daha düşük oluyor. Doğa bu şekilde bir düzenle ilerliyor. İnsan nüfusuna baktığımızda, şu an dünyanın nüfusu yaklaşık 8 milyar olarak tahmin ediliyor. Bu da insanları dünya üzerindeki en kalabalık memeli canlı yapıyor. Karşılaştırmak gerekirse, en kalabalık maymun türünün nüfusu 2,5 milyonken, gelen itibari ile 250 binlik bir maymun alt türü popülasyonu oldukça kalabalık kabul ediliyor.
Dünyada 1 milyar koyun, 850 milyon keçi, 2 milyon impala, 900 milyon köpek, 600 milyon kedi olduğu tahmin ediliyor.
Sonuç olarak dünyadaki memeli popülasyonu içerisinde ezici bir çoğunluğa sahibiz. Üstelik açık ara en çok tüketen, en çok ihtiyacı olan canlıyız. Hemen hepsinden ortalama olarak daha uzun yaşıyoruz. Memeli canlılar biyolojik olarak daha kütleli ve daha çok ihtiyacı olan canlılar. İdeal yaşam aralıkları iklimsel olarak da diğer canlılara göre daha dar. Dolayısıyla memeli canlılar aslında dünya canlı popülasyonu içerisinde piramitin en üstünde olması gereken canlılar. Özellikle de insan. Şu an dünyadaki insan nüfusunun dengesizliği konusunda yorumu size bırakıyorum.
Yazının asıl konusu olan Türkiye nüfusuna dönelim. Elimizdeki veriler, 10. yüzyılda Doğu Roma İmparatorluğu altındaki Anadolu ve İstanbul’un toplam nüfusunun yaklaşık 7,3 milyon olabileceğini gösteriyor. Aynı dönemde yine zamanın Fransa’sının nüfusunun da 7,2 milyon olduğunu görüyoruz. Bahsettiğimiz yıllar Doğu’nun altın çağları ve Anadolu toprakları ticaret yollarının tam üzerinde. Aynı dönemin Fransa’sı ise Orta Çağ karanlığında bilinen dünyanın sonunda kalmış ve mevcut ticaret rotasında ‘rotanın sonunda’ ve Çin’den gelen malların ‘son alıcısı’ konumunda. Nüfusların eşit olması dikkat çekici.
Osmanlı Devleti’nin en güçlü olduğu yıllarda Türklerin altın çağı olarak bahsedilen 16. yüzyıla bakalım. Üç kıtaya yayılmış cihan devleti olan Osmanlı’nın bu zirve döneminde Viyana önlerinden Basra Körfezine, Batı Akdeniz’den Karadeniz’e tüm imparatorluk nüfusu 26 milyon. Aynı dönemde günümüz Fransa’sı topraklarındaki Fransa Krallığı (Günümüz Türkiye’sinden küçük bir yüzölçümü var) 18 milyon nüfusa sahip. Altın çağımızda Osmanlı topraklarının bugünkü Türkiye kısmında kalan kısmının nüfusu ise 7,2 milyon. Aynı yüzyılda Çin 150 milyon, Hindistan 56 milyon.
Osmanlı’nın gerek sosyal düzen gerek siyasi gerek askeri açıdan en güçlü olduğu dönemde bile, o zaman Osmanlı İmparatorluğu ile kıyas götürmeyecek bir devlet olan Fransa Krallığı’ndan (biri imparatorluk biri krallık) nüfus olarak ne kadar güçlü olduğunu anlamak için şunu söyleyebiliriz; o dönem Osmanlı İmparatorluğununu toprakları Fransa Krallığının on katından da fazla. Çok düz bir hesapla Osmanlı’nın nüfusu 180 milyon olabilirdi diyebiliriz.
Sizi rakamlara daha fazla boğmadan işin özünü söyleyeyim. Açıkça görülüyoror ki biz altın çağımızda bile Anadolu’da 7 milyon kişiyi besleyebilmişiz. Anadolu’nun yarısından biraz büyük Fransa 18 milyon insanı beslemiş. Bizim şu gerçeklerle yüzleşmemiş gerekiyor:
-Anadolu bize ilkokulda anlatıldığı kadar verimli bir arazi değil. Verim bakımından Batı Avrupa’daki ovalarla karşılaştırmak yanlış olur. Bizim topraklarımız yarı verimli/orta verimli topraklar ve Anadolu’nun büyük bölümünde su sorunu var. (Bu sorun İspanya’da da tarihsel olarak süregelmiştir ve benzer şekilde İspanya nüfusu da hep Fransa, Almanya gibi ülkelerden az olmuştur.)
-Anadolu oldukça dağlık bir alan, yükseltisi çok fazla. Tarım yapılabilir ve yaşanabilir alanlar bizim sandığımızdan çok daha az. Yerleşimle birlikte tarımı da işin işine kattığımızda ülkemiz sandığımız kadar büyük olmayabilir.
-Tarihsel olarak nüfus verileri gerçekleri anlamak için çok önemli çünkü Sanayi Devrimi, gıdaların bozulmadan hızlıca taşınabilmesi ile ticaretinin artması gibi sebepler denklemi karmaşıklaştırdı. Fakat coğrafyaların bu devrimden önceki nüfusları oradaki ideal nüfusla ilgili çok önemli ipuçları veriyor çünkü bu nüfuslar doğal. Elbette gelişen tarım teknolojisiyle Fransa’nın bu yüzyılda 18 milyon olmasını beklemek saçma, bahsettiğim şey coğrafyalar arasındaki nüfus oranının bir gösterge olabileceği (Oransal olarak).
-Çin’de bir dönümlük bir pirinç tarlası bir aileye bakabiliyor çünkü pirinç kullanılan yüzey alanı bakımından çok verimli bir ürün. Çin’in tarih boyunca kalabalık olmasının en önemli nedenlerinden biri bu.
Sevgili dostlar, yıllar önce Türkiye’nin nüfus projeksiyonlarında bir senaryoda 90 milyonda duracağı, diğer senaryoda ise 120 milyonda stabilize olacağı öngörülürdü. Şu an 90 milyonluk senaryonun yanlış bir öngörü olduğunu neredeyse söyleyebiliriz. Fakat tarihsel ve mantıksal olarak baktığımızda, konunun uzmanlarının da yorumlarını incelediğimizde, sonuç Anadolu topraklarının bu kadar insanı beslemesinin/kaldırmasının çok zor olabileceği yönünde. Trafikten altyapıya, sağlıktan eğitime kadar her türlü konuya etkisi olan bir şeyden bahsediyoruz.
Yine belirteyim ki konunun uzmanı değilim, bir rakam vermem doğru olmaz ancak Türkiye’nin hızlı bir şekilde nüfus planlamasına gitmesi, eğer nüfusu artırmaya yönelik poitikalara devam edecekse bile, bunun altyapı ve tarım tarafını nasıl çözeceğine dair kararlı ve ciddi planlar yapması gerekir. Ülkemizin uyguladığı göç politikalarının yaratacağı ek nüfusla birlikte Türkiye’nin 20 yıl sonra günlük kaç litre tüketimi, kaç kilogram gıda tüketimi olacağı açıkça hesaplanmalıdır. İleride ciddi gıda, su ve genel refah sıkıntısı yaşamamak için, nüfusumuzu artırmak istiyorsak bile yukarıda bahsettiğim handikapları ortadan kaldıracak üretim/kalkınma planları geliştirmeliyiz.
Ülkemizde ve dünyada bu hesaplamalar yapılır mı yapılmaz mı bilemiyorum. Ancak burada tarihe not düşüyorum...