Başarılı duygusal dram

PARALEL ANNELER´ 73´teki Almodovar´ın enerjisini koruduğunu gösteriyor.

Viktor APALAÇİ Sanat
23 Mart 2022 Çarşamba

Senaryosunda renkli bir kadın portreleri resmigeçidi sunan Almodovar, karakterlerinin duygu yoğunluğunu aktarmada başarılı. Kariyerinde ilk kez politik bir konuyu işleyen yönetmen İspanya İç Savaşı’nın arkasında bıraktığı travmalara değiniyor. İlham perisi, fetiş oyuncusu için yazdığı rol ile Penélope Cruz’un kariyerinin en parlak performansını çıkarmasını sağlıyor.

‘MADRES PARALELAS’

Yön.ve Sen: Pedro Almodovar

Gör: Jose Luis Alcaine

Müz: Alberto İglesias

Kur: Teresa Font

Oyn: Penélope Cruz - Milena Smit - Rossy De Palma - İsrael Alejalde - Anita Sanchez-Gijon - Julieta Serano - Pedro Casablanc - Adelfa Calvo - Chema Adeva

İspanyol sinemasının yaşayan en yaratıcı ve en önemli yönetmeni olan Pedro Almodovar son filmi olan ‘Paralel Anneler / Madres Paralelas’da ‘annelik’ temasını incelemeyi sürdürüyor. Sinema sanatında kadınların duygularını en iyi ifade edebilen yönetmenler arasında yer alan Almodovar, ‘hastanede karışan bebekler’ anlatısı üzerinden, annelik içgüdüsünü inceleme konusu ediyor.

İspanya yakın tarihinin acı sayfası

Filmindeki iki anne üzerinden, ‘istenmese de çocuk sahibi olmak mutluluktur’ diyen Almodovar, bu filmiyle kadın kahramanlarına sevgisini yineliyor. Melodramlara ve romantik filmlere olan zaafı bilinen Madridli yönetmen, filminde anneler, kızları, kız kardeşleri üzerinden duygusal bağları aktarmadaki becerisiyle ünlendi. ‘Paralel Anneler’ Almodovar’ın 20 yıllık bir projesi. ‘Annem Hakkında Her Şey’de rol verdiği Penélope Cruz’a bu projesinden bahsederken, fetiş oyuncusuna genç Ana rolünü yakıştırmıştı.

Senaryosuna arzuladığı finalin formülünü bulmakta zorlanınca projesini rafa kaldıran Almodovar, yıllar sonra son şeklini verdiği ‘Paralel Anneler’de 46 yaşına gelen Penélope Cruz’u deneyimli Janis rolüne kaydırdı. Pandemi döneminde dört aylık bir prova sürecinin ardından, film Madrid’de olayların kronolojik sırasına uyularak çekilmiş.

Bu duygusal dramada 2020’li yılların kadınlarının tutkulu bir portresini çizen Almodovar, kariyerinde ilk kez politik bir konuyu işleyerek ülkesinin Franco’cu geçmişini araştırıyor. Yakın tarihinde Falanjistlerin katliamıyla faşist geçmişi olan ülkesi tarihinin karanlık bir sayfasını, Almodovar trajik bir öykü aracılığıyla gündeme taşıyor.

Anlattığı sağlam öykünün zekası ve matematiği ile, 73’ündeki İspanyol ustanın enerjisini koruduğunu görmek mutluluk verici. Alışılmış tarzına sadık kalarak Almodovar, sinemasının ölüm, kaybın verdiği acı, yokluğun yarattığı endişe gibi favori temalarını derinlemesine araştırıyor. Senaryosundaki karakterlerin derinliğini ve duygu yoğunluğunu aktarmada da çok başarılı. Film annelik, suçluluk duygusu, kan bağları, kader, suçluluk hissi gibi temaların hakkını veriyor.

Taviz vermez ama mütevazı olmaya özen gösteren yönetmen, buruk bir tonda anlattığı öyküsünde, görünüşlerin aldatıcı olmadığını gösteriyor. Melodramatik hikâyelerle ilgilendiği bilinen Almodovar ‘Paralel Anneler’de menfaatleri çatışan iki kadın karakterin uzlaşabileceği formülü senaryosuna beceri ile yerleştiriyor. Ayakları üzerinde durabilen, tecrübeli Janis’in yaşadığı şoku dramatize etmeden ele alan yönetmen, bulduğu mükemmel bir formülle karakterlerinin tümünü mutlu edebiliyor. 

Almodovar, İspanya İç Savaşı ve anneliğin gizemini keşfetme yolculuğu gibi iki değişik konuyu bu melodramda harmanlamayı başarıyor. Film annelik duygusu üzerinden ilerlerken, İspanya’nın Franco diktatörlüğüyle yüzleşmesini de anlatıyor. Bu faşist rejimin hayaletleri üzerine, Almodovar iç savaşın arkasında bıraktığı travmalarla, İspanya yakın tarihinin kolektif yaralarına değiniyor.

Olgunluk döneminin parlak örneğiyle, yönetmen 80 yıl aradan sonra açılan toplu mezar motifiyle ülkesinin tarihine eğilme fırsatını yaratıyor. Filmin ana kahramanı Janis, mezar yeri belli olmayan 100 bin savaş kurbanından birinin torunu. Dedesinin bedeni iç savaşta kaybolan ve izi bulunamayan mezarlar arasında olan Janis’in onu bulabilme arzusu, kendisini bebeğinin babası olacak erkekle bir araya getirmişti.

Almodovar yaptığı açıklamalarda “Savaş kurbanlarının kimliklerinin tespit edilmesi ve onlara onurlu bir cenaze töreni yapılması ihtiyacının İspanyol toplumunun kurbanların ailelerine borçlu olduğunu” söylemişti. Bunun, 1936-39 İç Savaşı’nın derin yaralarının kabuk bağlaması için şart olduğunu ilave ederek, “Bu görevin intikam ve hesaplaşma arzusuyla ilgisinin olmadığını” hatırlatmıştı.

İspanyol yönetmen senaryosunda müthiş bir renkli kadın portreleri resmigeçidi sunuyor. Aynı gün aynı hastanede doğum yapan, birbirlerini ilk kez gören iki kadından Janis (Penélope Cruz) 40’lı yaşlarda, duyarlı, bağımsız, yalnız yaşayan, mesleğinde başarılı bir fotografçıdır. Tesadüfen hamile kalmış Janis’in hiç pişmanlığı yoktur, doğumunu beklerken çok mutludur. Üç okul arkadaşı tarafından tecavüze uğramış ve yine istem dışı hamile kalmış 20’li yaşlardaki Ana (Milena Smit) ise korkmuş, pişmanlık duyan, travma geçiren, kırılgan bir genç kadındır.

Hastane koridorlarında Janis kendisini neşelendirmeye çalışır. Bu saatler içindeki sohbetleri aralarında derin bir bağ oluşturur. Bu sürede paylaştıkları birkaç kelime, ikisi arasında şans eseri gelişen ve karmaşıklaşan hayatlarını kesin değiştirecek bir arkadaşlığın başlangıcı olur. Doğuma hazırlanan iki kadın da anne-baba sevgisi yaşamadan ayakta kalmaya çalışmıştır.

Ölüm, yas, yazgı temaları

Janis babasını bebekken, annesini beş yaşındayken kaybetmiştir. Ebeveynleri boşanmış Ana, ikinci evliliğini yapıp Granada’ya taşınan babası ve tiyatro kariyeri yapmak için kızıyla ilgilenmeyen annesi tarafından dışlanmış olmanın travması içinde büyümüştür. Ana’nın annesi Teresa (Anita Sanchez-Gijon) kocası tarafından terkedilmiş olmanın acısıyla tüm enerjisini oyuncu olmak için kullanan, bunda pek başarı sağlayamayan, hayata yenik düşmüş bir kadındır.

Janis’in çocukluk arkadaşı ve sırdaşı Elena (Rossy De Palma) başarılı bir iş kadını olarak fotoğrafçı Janis’in işvereni olmuştur. Elena can dostu Janis’in yaşadığı tüm sıkıntılarda yanında olmuş, destek vermiş fedakâr bir kadındır. Erkek figürlerin aksesuar olarak kullanıldığı filmde Almodovar zor durumları göğüsleyebilen, sağlam kişilikli Janis ve hayatı tanımaya çalışan Ana üzerinden kadınların dünyasına eğilir.

Filmin açılış sekansında Janis’i fotoğraf stüdyosunda Arturo (İsrael Elajalde) adlı antropoloğun fotoğraflarını çekerken görürüz. Doğduğu köyde gömülü olduğunu düşündüğü, Falanjistler tarafından öldürülen büyükbabasının toplu mezarı konusunda Janis’in başlattığı sohbet yatak odasında devam eder. Hamile kalan genç kadın evli olduğunu bildiği Arturo’ya baba olacağını bildirir. Bebeği gören Arturo bebeğin kendisinden olduğunu düşünmediğini Janis’e söyler.

Kendisine ve bebeğe DNA testi yaptıran genç kadın, bebeğin kendi çocuğu olmadığı neticesiyle şok yaşar. Nefes almakta zorlanan Janis’in bebeğiyle şeker sorunu yaşayan Ana’nın bebeğinin gözlem odasında karıştığını anlayan Janis bunu gizlemek için telefon numarasını değiştirir. İki annenin yolu yıllar sonra kesişir. Janis’in evinin yanındaki kafede işe başlayan Ana kızının öldüğünü anlatır. Büyük bir panik yaşayan Janis çaresizlik hissini ve açmazlarını yalanlarla aşamayacağını anlar. Ana’ya yaptırdığı DNA testinden, Ana’nın yüzde 99 oranda bebeğin biyolojik annesi olduğu gerçeği ortaya çıkınca, hakikatlerin ortaya çıkması veya saklanması arasında yaşadığı kararsızlığa son verir. Film bu noktadan sonra bambaşka bir kulvara girer. Ancak yazgıları kesişen iki kadının hayatları sonsuza dek iç içe geçecektir.

Almodovar filminde aynı teknik kadroyla yoluna devam ediyor. Filmlerinin değişmez bestekârı Alberto İglesias, bu film için hazırladığı müzik partisyonuyla Özgün Müzik dalında Oscar’a dördüncü kez aday gösterildi. Deneyimli montaj ustası Teresa Font Almodovar ile üçüncü buluşmasında, dinamik kurgusuyla mizansene katkıda bulunuyor.

Sinir Krizi Eşiğindeki Kadınlar’dan (1988) günümüze Almodovar ile on kez iş birliğinde bulunan görüntü yönetmeni Jose Luis Alcaine, artık yönetmenin imza dokunuşlarından biri haline gelen parlak renklerle ustalığını konuşturuyor. Kırmızıların yanı sıra pastel tonlardaki fotoğraflarıyla filme renk katan, 84 yaşındaki veteran görüntü yönetmeni Alcaine’in beş Goya Ödülü var.

Almodovar beş filminde birlikte çalıştığı ilham perisi, fetiş oyuncusu Penélope Cruz’a kariyerinin en iyi rollerinden birini yazmış. İspanyol aktris bu cömert ikramı geri çevirmeyerek kariyerinin en başarılı performansını çıkarmış. Bu kendisine son Venedik Film Festivalinde En İyi Kadın Oyuncu Volpi Kupasını ve Oscar adaylığını getirmiş. Kafasından geçenleri, vicdan muhasebesini mimikleriyle, yüz ifadesiyle perdeye yansıtan Cruz bu filmiyle birinci sınıf bir karakter oyuncusu kimliğiyle övgüyü hak ediyor.

26 yaşındaki Milena Smit sinemadaki henüz ikinci tecrübesinde, şaşırtıcı başarısı ve etkileyici oyunuyla, Penélope Cruz gibi bir diva’nın yanında ezilmiyor. Almodovar filmlerinin tanıdık yüzü, kemerli burnu, kıpkırmızı rujlu dudakları ve uzun boyuyla tanınan Rossy De Palma, yönetmenle en çok sayıda filmde çalışmış oyuncu sıfatıyla, bilinen rahatlığıyla Elena rolünün hakkını veriyor.

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün