Candeğer Furtun, seramik sanatına yeni bir bakış açısı getiren ve sıra dışı eserlere imza atan duayen bir seramik sanatçısı. Arter´de devam eden sergisi, onun ilk restropektifi olma özelliği taşıyor. Bugüne kadar hiçbir eserini satmayan Furtun´un farklı dönemlere ait altmış yıllık üretimini kapsayan bu heykel ve nesne seçkisi, doğa - beden teması üzerine yoğunlaşıyor. Küratörlüğünü Selen Ansen´in üstlendiği sergiyi Arter´de 17 Nisan tarihine kadar gezebilirsiniz.
Sergiyi gezme ve Candeğer Furtun ile tanışma fırsatı bulduğum açılışta, eser yelpazesinin çeşitliliğine, renklere ve özellikle el, kol, bacak heykellerinin ifade gücüne hayran kaldım. Candeğer Furtun, 1960’lardan bu yana forma ve malzemeye dair özgün bir yaklaşımla felsefi, tarihsel, toplumsal ve siyasi sorunsallardan beslenerek seramik eserler üretiyor. Yaklaşık üç yıla yayılan bir hazırlık sürecini kapsayan Arter’deki sergisi, sanatçının zengin form ve doku dünyasını yansıtan yüzden fazla yapıtını, atölyesindeki araştırma ve üretim süreçlerine yakından tanıklık eden arşiv malzemeleriyle bir araya getiriyor. Furtun’un, kendi üretiminden söz ederken sıklıkla referans verdiği ‘kabuk’ kavramı etrafında kurgulanan sergi, sanatçının sanatında biçimsel ve düşünsel bir öneme sahip. Doğayı izlerken bile, her kabukta, tohumda, taşlarda insan figürleri gördüğünü belirten sanatçı, doğayla beden arasında kurduğu ilişkileri vurguluyor. Bir eşik işlevi gören ‘kabuk’ kavramı yapıtlarındaki iç/dış, boşluk/doluluk, soyut/somut ve parça/bütün gibi dinamiklere işaret ediyor. Ayrıca sergideki işlerin, geçmişten günümüze uğradığı renk değişiminin de fark edilmemesi olanaksız. Bu renk skalası, güz tonlarındaki erken dönem soyut eserlerinden, 1980 sonrası ürettiği ve söylemlerine tercüman olduklarını düşündüğü ten rengindeki bacak, kol, el ve gövde serilerine uzanıyor.
Seramik sanatının modernleşmesindeki önemli isim
Candeğer Furtun, çağdaş seramik tarihinin Füreya’dan sonra en önemli ismi olarak kabul ediliyor. İşlevsel seramikten figüre uzanan çalışmalarıyla tanınan 1936 doğumlu sanatçı, 1954-1957 yılları arasında İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi Resim Bölümünde, 1957-1959 yılları arasında da aynı akademinin Seramik Bölümünde öğrenim görerek mezun olmuş. Aslında üniversiteye girmeden önce resim ve seramikle ilgilenmiyormuş. Asıl ilgi alanı felsefe ve psikolojiymiş. Kendi kelimeleriyle "İnsanın varlığı, nedenleri, niçinleri, ölüm ve yaşam sorunları… Dünyayı kavramak ve kavradıklarımı aktarabilmek dürtüsü beni sonunda Akademi'ye getirmişti.” 1960-1961’de Eczacıbaşı Seramik Fabrikasında pek çok çalışmaya imza atan sanatçı, 1961 yılında ABD’ye gider, Rochester Teknoloji Enstitüsünde öğrenim görür; 1963 yılında da Amerikan El Sanatları Okulu Seramik Bölümünde lisansüstü çalışmasını tamamlar. Aynı yıl Worcester El Sanatları Merkezinde ders verir.
Furtun, hazır boya kullanmayan, kendi boyasını kendi yapan, kendi kilini kendi yoğuran bir sanatçı… Türkiye’de seramik sanatının modernleşmesi sürecinde önemli bir rol oynamış ve seramiğin teknik olanaklarını kullanarak kendi özgün formlarını üretmiştir.
Arter’in giriş katındaki sergi alanının ortasında yer alan çaydanlık takımı, vazo ve çanak gibi nesneleri, coğrafi ve geleneksel kültürden esinlenmiştir. Bereket Tanrıçası (1963) gibi eserlerinde ise antik Yunan ve Anadolu’ya ait inanç sistemi, ritüeller ve kültürlere referans verir. Bunların yanı sıra Japon seramik sanatı ve Zen felsefesinden etkilenen doğal görünümlü, pastel renklerle harmanlaşmış eserleri de yer almakta. Yaprak ve Sırt (1980) serilerinde ise sanatçı, doğayı gözlemleyerek, toprak ve ten arasındaki aidiyet ilişkisini, doğanın dönüşümü üzerinden yorumlar. Yani var oluş ve yok oluş gibi yaşamsal evreler, doğaya dair olan doku, form ve renk üzerinden kurgulanır.
Orta kısımdaki duvarlarda yer alan dönem çalışmalarında kullandığı levha tekniği ile ürettiği heykellerde, doğaya yönelir; bunu yaprak, kabuk gibi rölyef panolarla yansıtır; kırışıklık ve buruşukluk üzerinden yaşanmışlıkları sunar.
Farklı dönemler, farklı etkiler
80’lerde, dönemin siyasi atmosferinden yola çıkarak çatışmayı, ölüm ve yaşanmışlığı anlatır. Derin sorgulamaları işlerine yansır ve Portre (1980) serisini üretir. Sanatçı, suratlardaki şiddeti ve yıkımı ifade eden korku dolu ifadelerde, denge ve gerilimi ahenk içerisinde kullanır. Malzeme kullanımı ile de, solma ve çürüme gibi geçiciliği ima eder.
Alt katta yer alan 1990 ve sonrasına ait çalışmalarda, form ve kavram birlikteliği ön plana çıkar. Özellikle toplumsal olaylardan beslenerek dönemin çalkantılı siyasal olaylarını hatırlamamızı ve bireyin/toplumun, düzen karşısındaki eylem/sizliğini merkeze alır. İnsan vücuduna ait uzuvları parça parça ele alarak, parça bütün ilişkisini, birey ve toplum bağlamında düşünmemize olanak sağlar. Tek başına cılız, etkisiz fakat kitle olarak güçlü yönlendirme yapan heykeller oldukça etkilidir.
Suskun / Suskunlar (1987) serisi tek tek üretilen fakat kitle fikri sunan, seslerini duyuramayan insan topluluğunu temsil eder. Büyük boyutlu ebatlarıyla, mekânda yer edinmeye çalışan heykeller, aidiyet, yerleşik düzen, kayıp, bellek gibi çeşitli konulara atıfta bulunur.
Furtun’un kendi elini kalıp olarak kullanarak Yumruk (2010), İmdat (2010) ve Yardım (2010) gibi son dönemde ürettiği eserler ise duyarsızlığa, haksızlığa, yolsuzluğa tepki koyarak görünür kılmayı amaçlar. Kollar ise gücü ve iktidarı temsil eder.
15. İstanbul Bienali ve çeşitli sergilerde farklı düzenleme biçimleriyle sergilenen Bacaklar (1994) serisi de bedeni parçalar üzerinden yorumlamamıza olanak sağlar. Ataerkil düzene, eril güce gönderme yapan Bacaklar, vücudundan koparılıp, cinsiyetsizleştirilerek savunmasız bırakılır ve seramiğin kırılgan bir malzeme oluşu ile özdeşleşir. Aynı odada yer alan kaidelerin üzerinde hizalı bir dizilimle yer alan diğer Bacaklar serisi ise izleyiciye aralarında dolaşırken, hem izleniyormuşçasına huzursuzluk verirken, aynı zamanda pasif duruşlarıyla bir ironi oluşturur.
Arter’deki sergide, Furtun’un farklı dönem eserlerinin birlikteliklerini ve dönem geçişlerini iç içe görüyoruz. Altmış yıllık üretiminin yanı sıra, alçı kalıpları, kil denemeleri, çalışma defteri ve fotoğraflarının da bir odada yer alması sanatçının pratiğine dair ipuçları taşıyor. Erken dönem eserlerinde, malzemenin olağan kıldığı, hem rastlantısal hem de planlı çalışma prensibiyle, doku, hacim, form ve renk kullanımlarını, estetik-biçimsel yapısını ortaya koyarak yorumlamasını ve Furtun’un, seramiği sanatsal bir iletişim aracına nasıl dönüştürdüğünü görürüz. Doğa ve beden ilişkilerini, toprak ve ten üzerinden ele alan sanatçı, bireyi kabuğunu kırarak yansıtır. İleri dönem eserlerinde ise, iki kata yayılan seramiklerin beden uzuvları ve parçaları, bir vücudu tamamlamasıyla, bütüne parçalar eşliğinde bakmamızı sağlar. İnsanın biricikliğini, zayıflıklarını, varoluş sancılarını vurgulayan sanatçı, insanın varlığını/yokluğunu, nedenlerini ve niçinlerini, toplumsal sıkışmışlığını üretimleri ile görünür kılar.
Candeğer Furtun retrospektifi,17 Nisan tarihine kadar Arter’de görülebilir.