•Son günlerde Türkiye haber organlarını meşgul eden bir olaylar dizisi var. O da İranlı ajanların Türkiye topraklarında hem İsraillilere hem de İranlı muhaliflere dönük eylemlerinin Türk istihbaratı tarafından açığa çıkarıldığı ve önlendiği. Anlaşılan Türk güvenlik bürokrasisi İran´ı güncel bir tehdit olarak gördüğüne dair mesajla Abraham Accords düzeninde ortaklaştığının mesajını veriyor. Dr Gökhan Çınkara – www.indyturk.com
Bu Haftanın “Takılanlar”ı
İsrail’in olası yeni askeri hamlesinin geniş çaplı çatışmaya dönüşmesi hatta İsrail - Filistin sınırlarını aşması söz konusu olabilir. Zira daha önce İsrail’in çevreden (Suriye ve Lübnan) gelebilecek İran tehdidine karşı hazırlık yaptığı da konuşuluyordu. 28 Mart’ta İsrail’de düzenlenen ve İsrail, ABD, Mısır, BAE, Fas ile Bahreyn'in dışişleri bakanlarını bir araya getiren Negev Zirvesi sonrasında İsrailli yetkililerin İran tehdidine vurgu yapan açıklamaları da bu noktada anlam kazanıyor.
Bilindiği gibi İran, Suriye’deki varlığının yanı sıra milis gruplar gibi vekil unsurlar üzerinden de hareket ediyor. Son dönemde Yemen’deki İran destekli Husilerin Suudi Arabistan ve BAE’deki saldırıları, bu anlamda ön plana çıkıyor. Ayrıca İran’ın desteklediği Lübnan Hizbullahı da İsrail açısından önemli bir tehdit unsuru. 2006’daki Hizbullah - İsrail savaşı halen akıllarda. 2006'yla karşılaştırıldığında, Hizbullah’ın silah kapasitesini 6 kat artırdığı, bir kısmı hassas vuruş kapasitesine sahip 130 binlik bir füze envanterine ulaştığı söyleniyor. Bu noktada İsrail’in geniş çaplı bir planlamayla risk tanımlamalarını genişletmesi ve farklı coğrafyalarda askeri müdahalelerde bulunması, kapsamlı bir çatışma dinamiği ortaya çıkarabilir. Bu durumda Ortadoğu’daki normalleşme çabalarının da baltalanması söz konusu olabilir.
Bilgay Duman
Türkiye’de hem muhalif medyanın hem de İslamcı kesimin çok sevdiği Haaretz gazetesi herkesin bildiği gibi İsrail’deki muhaliflerin ana odağı. Ancak bazen gerçekten sadece eleştirmek için eleştirdiği de bir gerçek. Necef Zirvesinin tarihi falan olmadığını yazarak görüşmeleri yerden yere vurmaları bunu gösteriyor. 1978’deki Camp David Sözleşmesi tarihiymiş ama bu öyle miymiş? Biliyorsunuz, hangi zirveye tarihi diyelim hangisine demeyelim bu arkadaşlar belirliyor.
Bununla beraber, her bir ülkenin başka amaçlarla zirveye gelmesinden dolayı somut bir sonuç elde edilemeyeceğine inanıyorlar. Doğrudur, Arap diplomatlar da zaten zirveye gelmelerinin ana amacının İran olmadığını açıkladılar. İran daha çok İsrail’in odağıymış gibi gözüküyor. Ancak tek bir amaç için bir araya gelince sonuca gidileceğinin garantisi nedir? Diyelim herkes İran’a odaklansaydı İran sorununu tek bir zirveyle çözebilecekler miydi?
...
Zirveye getirilen önemli eleştirilerden birisi de Filistinlilerin ve Suudi Arabistan’ın zirveye dahil edilmemeleri. Filistin gibi varlık problemi yaşayan bir oluşumun zirveye çağırılması işleri daha karmaşık hale getirmez miydi? Bu da son derece meşru bir soru. Bence Filistinlilerin daha yaşamsal sorunları var. Kimileri son terör saldırılarını kınayan Mahmut Abbas’ı barış güvercini gibi sunmaya pek hazır. Son yirmi senedir küçücük Filistin’i sömüren başka bir hükümet herhalde. Filistin’in uzun vadede kendi gelecek tasavvurunu dünyaya entegre olabilecek şekilde belirlemesi gerekiyor.
Kaldı ki Abbas’ın saldırılar sonrası açıklamaları da son derece talihsiz. Terör eylemlerinin Filistinlilere zulmetmek için bahane edilmemesi gerekiyormuş. Hele ki Ramazan öncesi. Ramazan öncesi bu eylemleri yapanların motivasyonu da bu değil mi zaten? Özellikle Müslümanların hassasiyetlerine oynamak böylece propaganda fırsatını kaçırmamak… Filistinli gençlerin bundan daha iyi bir geleceği yaşama hakkı var ve terör destekçiliği sürdüğü müddetçe bu mümkün değil. Bu yüzden “dünyaya entegre olmak”tan bahsettim. Filistinli gençler bunu hak ediyor.
...
Bir ülke düşünün, ordusu var, emniyeti var, istihbaratı var ama başbakan ruhsatlı silahı olan sıradan vatandaşa da “silahını yanında tut, terörist saldırırsa sık” diyor. Gerçekten anlamakta güçlük çekiyorum. Herhangi bir ters durumda bunun sorumluluğunu da alabileceklerdir diye umuyorum. Bennett hükümeti acaba iç güvenliği korumanın daha ciddi yöntemlerini mi düşünse? Yoksa herkese verin bir silah kim kimi vurursa vursun. Bazıları bana kızacaktır mutlaka. “İsrail her ülkeye benzemez” diyenler de çıkacaktır. Benzer söylemleri Türkiye için de duyduk, duyuyoruz. Ancak Türkiye’de “silah taşıyanlar silahlansın” diye resmi bir açıklama duymadık henüz. Terörle mücadele uzmanı değilim ama Maryland ve Leiden Üniversitelerinde terörle mücadele sertifika programlarına katıldım. Orada da böyle bir yöntemle hiç karşılaşmadım. Terörle pratik mücadelenin sivillere bırakılmaması gerektiğini düşünüyorum. Hele ki bir şekilde Yahudi ve Arap toplumunu karşı karşıya getirme olasılığı söz konusuyken.
L. Deniz Ertuğ
Tamamı :https://www.politikyol.com/israilde-baristan-terore/
İsrail’in arabuluculuk faaliyetlerini üstlenmesi, esasında bir açıdan da İsrail iç siyasetindeki hesaplarla alakalı bir durum. Yabancı devletler, özellikle de ABD ve Rusya ile ilişkiler, İsrail’in siyasetinde önemli bir konumda. Sabık Başbakan Netanyahu seçim kampanyasını Trump ve Putin ile ilişkilerinin ne kadar kuvvetli olduğuna dair bir söylem üzerinden yürütmüştü. ABD’nin İsrail büyükelçiliğini Kudüs’e taşıması, Trump’ın İran nükleer anlaşmasından çekilmesi ve İbrahim Anlaşmaları gibi dış politika zaferleri, Netanyahu tarafından geri dönüştürülerek kullanılmış ve İsrailli seçmenlerde bir devlet adamı imajı oluşturmuştu. Zaten İsrail’de Bennett’in arabuluculuk faaliyetleri yürütmesi de Netanyahu dönemiyle karşılaştırılıyor. Hatta kimi kamuoyu yoklamalarına göre İsrailliler Netanyahu’nun daha etkili bir müzakereci olacağını düşünüyorlar.
Netanyahu’nun gölgesinden kurtulmak ve kendisi için bir siyasi zafer fırsatı yakalamak isteyen Bennett’in müzakereleri üstlenmesi, bu açıdan denklemdeki iç siyaset unsuruna işaret ediyor. İsrailli seçmenler hem ABD hem de Rusya ile olan ilişkileri oldukça önemsiyor. Pek çok İsraillinin bu iki ülkeyle kişisel ve aile düzeyinde bağı bulunuyor. Bu çerçeveden bakıldığında Rusya ile ilişkileri yönetebilen çiçeği burnunda bir başbakanın siyasi istikbali açısından, mevcut kriz hem bir fırsat hem de olası bir risk senaryosuna dönmüş durumda. Bennett bu arabuluculuk faaliyetleri ile hem kendisi hem de İsrail için ciddi bir uluslararası prestij kazanabilme şansına sahip olsa da Ukrayna, Rusya ve hatta ABD ile ilişkileri zedeleme riski de muhtemel bir durum.
Türkiye ve İsrail arasındaki ilişkiler de İsrail Cumhurbaşkanı Isaac Herzog’un Ankara’yı ziyareti ile birlikte uzun bir süre sonra olumlu bir düzleme oturmuş oldu. İki ülke de ilişkilerdeki pürüzleri düzeltmek ve iletişimi kuvvetlendirmek için ciddi bir gayret içerisinde. İki başkent şu anda üst düzey temasların devam etmesi beklentisiyle hareket ediyor. Bütün bunlar yaşanırken Rusya-Ukrayna meselesi özelinde iki ülkenin bulunduğu durumun benzerliği de azımsanmayacak derecede açık.
Türkiye de aynı İsrail gibi Moskova ve Kiev arasında arabuluculuğa talip bir ülke konumunda. Rusya ve Ukrayna dışişleri bakanlarının geçtiğimiz ay Antalya Diplomasi Forumu’nda bir araya gelmesi bunun en belirgin tezahürü. Türkiye de Rusya’ya karşı uygulanan yaptırımlara dahil olmayacağını beyan etmekle birlikte, hem NATO ittifakının üyesi olması sebebiyle hem de Ukrayna ile geliştirdiği münhasır askeri ilişkiler dolayısıyla ciddi bir denge politikası izliyor. İsrail de ABD müttefiki olarak benzer bir denge siyasetine başvurmuş durumda.
Rusya ve Batı bloku arasındaki ilişkilerin günbegün bozulduğu bu durumda hem İsrail hem de Türkiye gibi ülkelerin arabuluculuk faaliyetleri oldukça ehemmiyet arz ediyor. Oturmuş diplomasi kanallarının artık mevcut krizde çözüm için yetersiz kaldığı bu durumda, İsrail ve Türkiye’nin krizin çözümü açısından kilit olacağı şüphesiz gözüküyor. Bu açıdan değerlendirildiğinde Batının güvenlik mimarisi ve Rusya’nın artan askeri revizyonizmi arasındaki dengede Türkiye ve İsrail kilit iki ülke konumuna yerleşmiş durumda.
Batu Coşkun
Tamamı :https://kriterdergi.com/dosya-ukrayna-krizi/ukrayna-ve-rusya-arasinda-israil-itidal-ve-arabuluculuk
Zirvenin zamanlamasını manidar kılan epeyce sebep var ancak genel hatlarıyla aktardığım kısmı bile durumun Filistinliler açısından vahametini göstermeye yetiyor.
Bu arada, ABD Dışişleri Bakanı Blinken zirveden hemen önce Filistin Yönetimi Başkanı Mahmud Abbas ile Ramallah’ta görüştü. Görüşmeden ne Doğu Kudüs’teki ABD konsolosluğunun açılacağına dair sinyal çıktı ne de İsrail’in demografiyi altüst eden yerleşim birimleri inşasını durdurması için baskı yapılacağı vaadi.
Mahmud Abbas Blinken’a “Ukrayna savaşı Batı’nın çifte standardını gösterdi” dedi. Blinken da barışı ve iki devletli çözümü desteklediklerini söyledi.
Blinken’dan hemen sonra Ramallah’ın bir başka önemli ziyaretçisi Ürdün Kralı II. Abdullah oldu. Negev Zirvesi’ne katılmayı reddedip aynı tarihte Ramallah’a giden Kral Abdullah, “Buraya Filistinlilerin taleplerini dinlemek için geldik” dedi. Ziyaretin kendisi kadar bu ifadelerin de oldukça çarpıcı olduğu söylenebilir.
-Katılımcılar: Negev Zirvesi’ne katılan BAE, Bahreyn, Mısır, Fas, ABD ve İsrail dışişleri bakanlarının görüşmelerine iki önemli mesele damgasını vurdu;
1-Ortak tehdit İran ve İran’ın bölgedeki uzantıları (özellikle Filistin direniş örgütleri)
2-Arap ülkeleri Filistin meselesini elbette unutmadı ve Doğu Kudüs’ün Filistin’in başkenti olduğu iki devletli çözümde ısrar ediyor.
Bu arada toplantıda Filistinli, Filistin’i temsilen bir taraf yoktu. Zaten toplantıyı protesto eden gruplardan birinin açtığı “Eksik birileri var, farkında mısın?” yazılı döviz durumu özetliyordu.
Peki bu toplantıya Ürdün niye katılmadı?
Çünkü Filistin meselesinde BAE ve Mısır dahil bölge ülkelerinin öne çıkması Ürdün’ü önemli kılan neredeyse en önemli meselenin elinden alınması demek.
Bölgede sadece son 10 günde gerçekleşen tek çarpıcı zirve bu değildi elbette ancak İsrail Dışişleri Bakanı Lapid’in dediği gibi tarihi olduğu kesin.
Hediye Levent
Tamamı :https://www.evrensel.net/yazi/90658/colde-5li-zirve
Abraham anlaşmaları ile İsrail’le ilişkilerini normalleştiren, ancak henüz -İsrail Devleti’nin iddialarının aksine - Kudüs’ü “Başkent” olarak tanımayan Arap ülkeleri ile toplantı için Negev kentindeki Sde Boker seçildi.
Sde Boker’in özelliği, İsrail’in kurucu Başbakanı David Ben Gurion’un ikametgah olarak kullandığı yer olması. Ben Gurion’u on yıllarca “en büyük Siyonist” olarak anan ve kınayan Arap bakanlar için Sde Boker’de ağırlanmak, Ortadoğu’daki müthiş değişimi göstermek açısından sembolik önemde. Nitekim İsrail basınında da bu yönde yorumlardan geçilmiyor.
İsrail Dışişleri Bakanı’nın ev sahipliğindeki Negev zirvesine, ABD Dışişleri Bakanı Blinken’ın yanısıra Arap dünyasının kasası konumundaki Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Arapların liderliğini kimseye bırakmayan Mısır ve İslam İşbirliği Teşkilatı’nın “Kudüs komitesi” Başkanlığını yürüten Fas katılıyor. Gözler elbette Suudi Arabistan’ı da arıyor, ancak henüz Suudiler İsrail’le resmen barışmadığı için toplantıda yok. Yerine, Suudi Arabistan’ın “yancısı” diyebileceğimiz Bahreyn’in Dışişleri Bakanı katılıyor.
Negev zirvesinin Ortadoğu’nun yeni görünümü açısından sembolik değerinin yanısıra, konuşulan konular da bölgenin geleceği açısından kilit önemde.
ABD’nin Viyana’da İran’la yürüttüğü dolaylı nükleer görüşmelerdeki uzlaşma umudu, Tahran’daki yönetimi “can düşmanı” olarak gören İsrail’in yanı sıra, Şii yayılmacılığından muzdarip Sunni Arap ülkelerini de rahatsız ediyor. Hele Washington yönetiminin İran’la anlaşmak için, İran Devrim Muhafızları’nı Trump döneminde dahil ettiği “terör örgütleri listesinden” çıkarabileceği bilgisinin sızmış olması, Ortadoğu coğrafyasındaki pek çok başkentte ABD’ye karşı kaşların kalkmasıyla sonuçlandı.
Şimdilerde Araplarla İsrail bir olup, ABD’yi böyle bir karardan vazgeçirmenin yolunu arıyorlar. Negev zirvesinde de Blinken’ın karşılaştığı işte böyle bir Arap-İsrail cephesi.
Zirvede konuşulan ikinci gündem maddesi olan enerji konusu da aslında İran meselesiyle dolaylı olarak bağlantılı.
Ukrayna savaşıyla Rusya’nın Avrupa enerji ihtiyacı için arz listesinden çıkmaya başlaması, Washington’u ciddi alternatifler aramaya itti. İlk akla gelen elbette Arap ülkeleri. Ancak gerek BAE’nin, gerek Suudi Arabistan’ın Ukrayna konulu BM oylamalarında takındıkları ikircikli tavır, hatta Suudi Kraliyet ailesinin olağan uygulamaların dışına çıkarak ABD Centcom Komutanı McKenzie’ye randevu vermemeleri, Washington’u alarma geçirmiş durumda. Araplar, ABD’nin açık çağrıları ya da kapalı kapılar ardındaki telkinlerinin aksine, Avrupa’ya gaz/doğalgaz akışını arttırmak için kıllarını kıpırdatmadı. Bunun tek istisnası Katar.
Blinken Negev zirvesinde Körfez Araplarıyla olan kırgınlığı da aşmaya çalıştı. Ancak henüz bu konuda somut bir ilerleme olmadığı da aşikar.
Zeynep Gürcanlı
Tamamı :https://www.dunya.com/kose-yazisi/yeni-bir-dunya-kurulur-ama/653253
NATO’nun en önemli kuruluş gerekçelerinden biri de Türkiye’nin durdurulması ve Osmanlı ruhu ile tarih-yapıcı, medeniyet-kurucu bir medeniyet yolculuğuna soyunmaya kalkışmasının önlenmesidir.” Mesele anlaşılmıştır. NATO, Türkiye’nin kontrol altına alınması ve de durdurulması için kurulmuştur. Kuranlar kim? İngilizler ve Yahudiler.
Yusuf Kaplan dindar/ muhafazakâr kesimden bilinen bir yazar. Onun da dile getirdiği Yahudi karşıtlığının İslami kesimdeki yaygınlığı sır değil. “Her türlü kötülüğün Yahudilerden geldiği” noktasındaki yargı, son derece köklü. İşte bu kez yeniden tartışma konusu haline NATO da bu kontekstin içine koyularak, güncelleme yapılmış.
Kaplan’ın tanımlaması sayesinde, dünyadaki her türlü kötülük, basit formüllerle açıklanabiliyor: Yahudiler, İngilizler ve onların birlikte kurdukları NATO. Türkiye’ye yönelik komploların arkasında da NATO var: “Bütün darbeler NATO tarafından yapılmıştır ve NATO darbeleri laiklik ve irticayı önlemek adına yapılmıştır.”
Tabii bu tür akıl almaz iddiaları yalnızca Yusuf Kaplan yapıyor olsa, “Bu da marjinal bir fikirdir” der geçeriz. Ancak Yusuf Kaplan, İslami kesimin etkili yazarlarındandır. Geçmişte sol kesimin takıntılarını çok eleştirdik. Ancak her taşın altında Yahudi arayan İslamcılar solcuları solladı.
Bu sabit fikirle dünyayı anlamaları zorlaşıyor. Fikirleri giderek katılaşıyor. Dünya, sürekli değişen fikir akımları, icatlar, yeni anlayışlarla ilerliyor. Her türlü kötülüğü Yahudiliğe bağlayan, dünyayı böyle basit bir komplo ile açıklayan akımın ya da akımların artık İslam dünyası içinde bile ayrık bir yerde durduğunu söyleyebiliriz.
Böylesine dar bir pencereden insanlığı da değişimi de anlamak mümkün değildir. Hemen her gün bir köşeden bu tür tezler üreterek insanlığa Müslümanlığı anlattığını sanmak, Müslümanlığa sempati yaratabileceğini sanmak inanılır gibi değil.
Oral Çalışlar
2020 yılına gelindiğinde Ortadoğu'da Trump Yönetimi öncülüğünde başlatılan önemli bir diplomatik girişim olan İbrahim Anlaşmaları bölgede devletlerarası (intra-states) düzeni değiştiriyor ve dönüştürüyor.
İbrahim Anlaşmaları öncesinde İsrail ile bölgede açık, şeffaf ve kamusal ilişki kurmayı düşünen ülke sayısı yok gibiydi.
Arap Baharı ile birlikte ivmelenen İhvancı siyasete duyulan tepki bu fikrin vaaz ettiği İsrail'i bölgede anomali olarak gören bakış açısına karşı tepkiyi doğurdu.
Birleşik Arap Emirlikleri ve Bahreyn'nin öncülüğünde başlayan Abraham Accords süreci taraf olan ülkeler açısından ikili diplomatik ilişkileri tarihsel yükümlülüklerin ve dinsel değerlerin değil saf ulusal çıkarın belirleyici olduğu gerçeğini öne çıkardı.
İdealist fikirlerden maddi çıkarlara dönüşün arka planında milliyetçiliğin teritoryalleşmesinin de etkili olduğu bir süreçten bahsedilebilir.
Bu ülkeler İsrail ile ilişki kurmanın bölgede İslami hareketlerden ve kendi yerel nüfuslarından anlamlı ve yaygın muhalefet gelmeyeceğini düşünerek bu kararları aldılar.
Burada kolaylaştırıcı diğer bir neden Suriye, Irak ve Mısır gibi ülkelerin Arap siyasetini ve toplumunu dönüştürme konusunda güçten düşmeleri oldu.
Bu fırsatlar Körfez ülkelerine dış politikada daha agresif ve otonom karar almaya itti. Türkiye'nin ise İbrahim Anlaşmaları ile başta gösterdiği dışlayıcı yaklaşım zamanla bu süreci anlamaya doğru kaydı.
Türkiye açısından en önemli sonucu bölgede oluşan yeni bloklaşmanın konjonktürel olmadığıydı. Katar ve Körfez arasındaki gerilimden elde edeceği fırsatların bu sürecin El-Ula Zirvesi ile tersine dönmesi söz konusuydu.
Sonuçta bölgesel gelişmeleri besleyen makro ve yapısal süreçler vardı bu noktada Türkiye'nin etkisi oldukça sınırlıydı.
Türkiye gücünün sınırlarını görürken yeni ittifak alanlarından istifade etmenin kendisi açısından bir takım önemli avantajlar sağlayacağını düşünüyor.
Bu noktada özellikle AK Parti'yi destekleyen iş adamları sınıfını eklemek lazım. Bu tacirler grubu ülke içerisinde istikrarsızlaşan ekonomik dengeler nedeniyle ekonomik güçlerini korumak için ülkenin yeniden Körfez'e açılmasını önemli gördüler.
Ülkede ekonomik kriz derinleştikçe finansman kaynaklarına olan ihtiyaç da artıyordu. Bu sebeple Körfez ekonomileri olası yeni yakınlaşmaların bu ekonomik sınıf için çok önemli olduğu eklenmelidir.
Son günlerde Türkiye haber organlarını meşgul eden bir olaylar dizisi var. O da İranlı ajanların Türkiye topraklarında hem İsraillilere hem de İranlı muhaliflere dönük eylemlerinin Türk istihbaratı tarafından açığa çıkarıldığı ve önlendiği.
Anlaşılan Türk güvenlik bürokrasisi İran'ı güncel bir tehdit olarak gördüğüne dair mesajla Abraham Accords düzeninde ortaklaştığının mesajını veriyor.
Dr Gökhan Çınkara
Takılan tweetler
Sabahı 92 yaşındaki akrabamla Bağdat'taki yaşam hakkında röportaj yaparak geçirdim. Bu, 1940'larda Al-battaowin bölgesinde, yaklaşık on yıl boyunca katıldığı Alliance Yahudi Kız Okulu.
https://twitter.com/dpatrikarakos/status/1509874948294250498
Edirne'de doğan ve şuan İsrail'de yaşayan Yitshak Benromano ve eşinin konuğu olduk.
Bizleri bahçelerinde ağırlayarak, geleceğin tarım modeli "Topraksız Tarım" ile ilgili deneyimlerini paylaştılar.
Türk Bayrağı hediye ettiğimiz Yitshak Benromano duygu dolu anlar yaşadı.
https://twitter.com/recepgurkan/status/1509140353223380998
İsrail'de Eti Granit ile tanıştık. Edirne'de yaşamış ve tam bir Kırkpınar sevdalısı olan babası Viktor Adato; Kırkpınar'da altın kemerin sahibi olan Ordulu Mustafa Bük'ün 1968 yılındaki sponsoru.
İşte böyle bir coğrafyada büyüdük. Barış, huzur ve kardeşliğin şehri Edirne'de.
https://twitter.com/recepgurkan/status/1508702750665752579
Tel Aviv'deki terör saldırısında 5 İsrailli öldürüldü. Kısa süre içinde üst üste meydana gelen saldırılarda 11 kişi hayatını kaybetmiş oldu. İsrail'de yeni hükümet döneminde Müslümanlar ve Yahudilerin barış içinde birlikte yaşamalarının önünde yeni tuzaklar olabilir.
İsrail'de Herzog'un cumhurbaşkanlığı ve Bennett'in başbakanlığı ile başlayan ılımlı dönem, farklı kesimlerden partileri bir koalisyon ortamında bir araya getirmişti. Buna paralel olarak İsrail iç ve dış politikada adımlar atmaya başlamıştı.
Gelecek haftadan itibaren kışkırtmalarla tehlikeli bir tırmanış yeniden başlayabilir. Barış, huzur ve istikrardan yana olan aklı başında herkesin rasyonel soğukkanlı davranması gereken günler...
https://twitter.com/hakanchelik/status/1508885766356807695
İsrail’i tartışmaktan zevk aldığım ortamlar, kendilerini İsrail-Yahudi karşıtı olarak tanımlayanların muhabbetleridir. Aslında, çok çeşitli okumalar yapsalar, İsrail ve Filistin’e sağduyulu-itidalli yaklaşabilirler; ancak sloganlarla yoğurulmuş bireyler için, şu an zor bu durum.
https://twitter.com/remzzicetin/status/1510370573117014020
Hamas lideri İsmail Haniye’nin son demeci:
“Savaşa Hazırız!”
Şimdi sizlere, eğer olur da bu Ramazan ayı içerisinde yeni bir Hamas-İsrail çatışması yaşanırsa; bir öncekilerden neden farklı olacağını yazacağım. 13 tweetlik bilgiselime buyurun:
1) Naftali Bennett hükümeti henüz 1 yıllık görev süresini doldurmadı ancak hükümete karşı sadece soldan değil; sağdan yoğun homurtular var. Artan terör saldırıları, iç güvenlik politikalarının yetersiz kalması gibi
2) İsrail Dürzî vatandaşları da Filistinlilere yönelik öfke dolu
3) Hamas yönetimi, geçen yılki füzeli gövde gösterisi ve İran’ın desteğini arkasına alarak yeni bir savaşta cüretkâr gözüküyor. Atladıkları nokta şurası, Bennett hükümeti ve iç güvenlik-istihbarat birimi, geçen yıldan bu yana Hamas’a yönelik sessiz bir süreç yürütüyor.
4) Şu an İsrail’in ana hedefi, Körfez Ortadoğu’su ile barışın tam sağlanması ve dış politikada İran’ın iyice çevrelenmesidir. İsrail, Hamas-İran ikilisine ağır bir darbeyi sadece sahada değil diplomaside de önemsiyor.
5) Eğer Hamas, savaşta çok istekli olur ve bunu fiiliyatta gösterirse; son 1.5 yıldır İsrail siyaseti, istihbaratı, askeriyesi ve toplumunda biriken tepkinin, sabırın ve temkinli yaklaşımın şiddetli bir patlamasıyla karşı karşıya kalacak. Okun yaydan çıktığı an, tam da o nokta…
6) Çünkü Bennett hükumetinin, hemen hemen her gün artan IŞİD terör eylemleri, bıçaklı Filistinli saldırıları ve Hamas tehdidine karşı, İsrail kamuoyu baskısına daha fazla dayanamayacağı ve eğer İsrail bir reaksiyon gösterirse bunun, bir öncekilerden
7) bölgeyi daha fazla etkileyeceğini söylemeliyim. İran sıkışmış vaziyette ve olası bir Hamas-İsrail çatışması, etrafındaki çevrelemeyi dağıtmak için, en çok kendisinin işine gelir. İsrail’de hükümet, dayanabileceği son noktada ve kamuoyundaki güvenlik endişeleri de had safhada.
8) Dikkat edilirse İsrail, geçen yılki Hamas çatışmasından bu yana dışarıya mavi boncuk dağıtırcasına Körfez’le arası çok iyi, Ukrayna işgaline de temkinli davranıyor.
9) Ancak şu unutulmamalı; İsrail’in “Hamas yokmuş gibi davranması”, sonraki hamlesi için tedirginlik vericidir.
10) İsrail, Arap Ülkerinin desteğini, Fas’tan Umman’a dek iyice sağladıktan sonra, “içerideki ve sınırındaki hesaplaşmaya” odaklanacağa benziyor. İsrail’in sessizliğinin ve bazı noktalarda “yüzüne gözüne bulaştırdığı güvenlik politikaları”nın nedeni bundan.
11) “Çevreni güvenlik çemberine al ve sonra iç sorunlara odaklan.” Her gün bir İsraillinin (sadece Yahudi değil; Hristiyan, Müslüman İsraillinin de) teröre maruz kalması, terörle ilişiği olan Filistinli yurttaşlarına dahi yasal bir düzenlemenin de kapısını açacağa benziyor.
12) İsrail için yeni bir Hamas-İsrail çatışması, geçen yıla kıyasla; yorgun bir Rusya, tam destek ABD, umarsız Arap devletleri ile daha da kendi lehine gözüküyor. “Terör rejimi” olarak tanımlanan İran’la Hamas üzerinden hesaplaşma isteği de sadece İsrail’e ait değil.
13) İsrail’de, son 1 yılda biriken öfkenin patlaması için küçücük bir kıvılcım bile yeterli.
Özetle, olası bir Hamas-İsrail çatışmasına yönelik bu bilgiselimi, İsrail’in Eski Savunma Bakanı ve Başbakanlardan Ehud Barak’ın, son kitabımda da yer verdiğim sözleriyle bitiriyorum:
https://twitter.com/remzzicetin/status/1510288718111940612
Allah’tan Sayın Cumhurbaşkanımız her geçen gün İsraille ilgili yeni adımlar atıyor da linçten kurtarıyor bizi; yoksa 2 kadim halk olan Türk-Yahudi ilişkilerinin gelişmesini desteklediğimizde, belirli bir kesim haykırıyor.
Uluslararası ilişkiler disiplininden bi haber olan kesim.
https://twitter.com/remzzicetin/status/1509951464948576256
İşte şimdi ilişkiler normalleşmeye başladı diyebiliriz. İbrahim Tatlıses Israil’de konser verecek Haziran’da.
İsrail’e gidenleriniz bilir, takside Türk olduğunuzu söylediğiniz anda İbo şarkısı açarlar (bir de FB-GS ⚽️muhabbeti başlar) 🙂
https://twitter.com/karelvalansi/status/1508755717636960262
Büyükelçi @HmuratMercan , İnkarla Mücadele Birliği (ADL) Onursal Direktörü Abraham Foxman’la New York’taki #Türkevi’nde bir araya geldi.
https://twitter.com/TurkishEmbassy/status/1506994382104416264
Ağa Takılanlar Öneriyor”
''İki devletli çözümü destekliyorum ve Türkiye burada önemli bir rol oynayabilir. Türkiye'nin Filistinliler üzerinde özellikle de Hamas üzerinde muazzam bir nüfuzu var.''
https://www.dw.com/tr/israile-ka%C3%A7an-ukraynal%C4%B1-yahudiler/av-61310793
https://www.aa.com.tr/tr/gundem/musevi-cemaati-israil-ile-normallesme-adimlarindan-memnun/2547751
https://ocakmedya.com/530-yildonumu-%ef%bf%bc/
https://www.posta.com.tr/yazarlar/murat-celik/enerji-2505281
Dr. Remzi Çetin, bu konferansında, İsrail siyasetinin tarihi kökenlerinden bahsedip Yahudi sol kültürünün Kıta Avrupa’nda nasıl geliştiği ve İsrail Devletine giden süreçte neler yaşandığını anlatmaktadır. İsrail sol siyasetinin kendi içinde örgütlenmesi ve İsrail’de iktidar olduğu dönemlerde, sol hükümetlerin uluslararası etkileşimini, İsrail’in kurumsal yapısı ve niteliğini de göz önüne alarak aktarmaktadır.
https://www.youtube.com/watch?v=rKjgI30vcso
https://www.youtube.com/watch?v=CQzBpjPUHH0&t=146s
https://www.youtube.com/watch?v=NoR_OBEiXOg