ABD’de yapılan bir deney, manevi yaşantımızdaki bazı konuları yorumlayabilmemiz açısından ışık tutmaktadır. Deneyde kurbağalar, önce içine kaynar su konulmuş bir leğene atılır. Suyun sıcaklığından canı yanan kurbağalar, hemen dışarı fırlar ve kaçar. Daha sonra kurbağalar, bu kez ılık su dolu leğene atılır. Kurbağalar suda memnun vaziyette yüzer. Ancak leğendeki suyun sıcaklığı, bir hortumdan gelen sıcak suyla yavaş yavaş ısıtılmaktadır. Su sürekli ısınmasına rağmen, kurbağalar yüzmeye devam eder. En sonunda su ilk deneydeki yüksek sıcaklığına ulaşır, ama artık kurbağalar için çok geçtir. Gevşemişler, kaçacak güçleri kalmamış ve sıcak suda can vermektedirler. Bu deneyden anlıyoruz ki, kurbağa ona zarar verecek sıcaklıkla direkt temas etmekten kaçınırken, bu sıcaklığa alıştırılarak ulaşıldığında, olayın nereye varacağını fark etmeyip o gevşemeyle reaksiyon gösterememekte ve kötü sondan kurtulamamaktadır.
Bu deneyin verdiği ders insanlar için de geçerlidir. Hatta bu ders, fiziksel durumlar için olduğu kadar manevi durumlar için de geçerlidir. Normal bir insanı, çok büyük bir günaha bir anda sevk edemezsiniz. Ama küçük küçük günahlarla, alıştırarak onu sonuçta bir gün büyük günaha düşürebilirsiniz. Çölde atalarımızı, Balak işte bu mantıkla tuzağa düşürmeyi başarmıştı. Onları lanetlemeyi başaramayan Bilam’ın, Balak’a verdiği fikirle, kumaş satan büyük bir çadır kurulmuş, etrafına kumaşlar ve yaşlı kadınlar konulmuştu. O zamanlar alışverişi erkekler yapar, kadınlar dikerlerdi. Yahudi erkekler bu çadıra gelince, dışarıdaki kumaşlara yaşlı kadınlar çok yüksek fiyatlar istemiş. Yahudiler fiyatları yüksek bulunca, daha cazip fiyat ve bol çeşit için çadırın içine girmelerini önermişlerdi. Çadırın içinde, gerçekten çok fazla çeşit kumaş ve hesaplı fiyatlar vardı. Ancak satıcılar, genç ve tahrik edici kıyafetler giyinmiş Midyanlı kadınlardı. Ayrıca bu kadınlar şarap ikramları yapıyor, Yahudi erkeklerle kardeş nesillerden geldiklerini vurgulayıp samimiyet kuruyorlardı. İçilen şarap ve yapılan tahriklerin sonucu, Yahudi erkekler yavaş yavaş cinsel tuzağa çekilmişti. Bu yetmiyormuş gibi, cinsellik öncesi Midyanlıların kendi ilahlarının önünde tuvaletlerini yapmaları da şart koşulmuştu. Şarapla sarhoş olan, kadınların cazibesine kapılan Yahudi erkekler, bu ilahı aşağılayıcı gözüken eylemde de bir sakınca görmemişti. Oysaki söz konusu o ilaha ibadet şekli, önünde tuvaletini yapmaktı. Sonuç Yahudiler için büyük yıkım olmuş, salgın çıkmış ve binlerce Yahudi hayatını kaybetmişti. Olayın başına geri dönersek, çadıra ilk geldiklerinde Yahudilere içeride güzel kızlar, sınırsız cinsellik olduğu ve ilahlarına bir şekilde ibadet edileceği söylenmiş olsaydı, bu tuzağa düşme ihtimalleri yoktu. Hemen oradan uzaklaşacaklardı. Hatta dışarda satış yapan, ilk gördükleri kadınlar dahi içerdeki gibi genç, güzel ve tahrik edici kıyafet içinde olsalardı, yine çadıra yaklaşmazlardı bile. Ama dahi Bilam’ın öngörüsüyle, adım adım, onları tuzağa düşürmek çok da zor olmamıştı. Aynı kurbağaların giderek ısınan suda gevşeyip sonunda kaçamayıp ölmeleri gibi.
Tam tersi bir örneği ise Holokost zamanından getirebiliriz. Naziler kamplarda Yahudilere fiziksel olduğu kadar psikolojik işkence yapıyordu. Onları aç bırakıyor, oruç günlerinde ise zengin sofralar kuruyorlardı. Yine bir gün Naziler, lezzetli domuz yemeklerinden bir sofra hazırlayıp Yahudileri karşısına dizmişti. İsteyenin gelip bu lezzetli yemeklerden yiyebileceğini söylemişlerdi. Yahudiler açtı ve sofra çok güzel görünüyordu. Üstelik o zaman Almanya’da yaşayan Yahudilerin birçoğu dindarlıktan uzaklaşmış, bir Alman gibi yaşamaktaydı. Zaten birçoğu domuz yemekteydi. Naziler daha önce domuz yiyen oldu mu diye sorunca, ilk elini kaldıran Yahudi’yi sofraya getirmiş ve tek başına oturup yemesini söylemişlerdi. Yahudi herkesin önünde tereddüt edince, başına silah dayamışlar, bu domuzu yemezse öldüreceklerini söylemişlerdi. Yahudi burada normal olmayan bir durum olduğunu anlamış ve sonunda domuzu yemeyince öldürülmüştü. Normal hayatında domuz eti yiyen Yahudi, iş tüm Yahudilerin önünde simgesel şekilde domuz yemeye gelince, birden reaksiyon göstermiş ve ölümü göze almıştı. O Yahudi’ye Almanya'daki Hıristiyan dostları “Hepimiz biriz, bak biz domuz yiyoruz, çok lezzetli, sen de ye, bir şey olmaz” diyerek alıştırmışlardı. Tora’da yasak ve ciddi günah olan domuz yemek artık ona rahatsızlık vermiyordu. Ama Yahudiliğinin yüzüne vurulduğu, gerçekte kim olduğunu anladığı toplama kampında, hele herkesin önünde domuz yemesi istenince, artık bu onun için alenen günah işleme algısına dönüşmüştü. Ölümü göze alarak bu günahı işlemeyi reddetmişti. İşte, bu örnekler ve hayat dersleri ışığında, biz de kendimizi ve çocuklarımızı çeşitli çevresel faktörlerle içimize yavaş yavaş sokulmaya çalışılan, Tora’ya ve Yahudiliğin özüne aykırı kavramlar ve günahkâr eylemleri, kurbağa deneyindeki gibi leğendeki su iyice ısınmadan fark edip kendimizi dışına atabilmeliyiz. Yoksa bir gün, olayın nereye doğru gittiğini fark etmeye başlasak da, artık çok geç olmuş olabilir; o kurbağalar gibi çaresiz kalabiliriz.
Pesah sederindeki bandırmaların derin anlamı
Pesah sederinde iki ayrı bandırma işlemi yapmaktayız. Önce kereviz yaprağını sirkeye veya tuzlu suya, sonra marulu harosete bandırıyoruz. Seder seremonisindeki bu işlemlerin simgeledikleri derin anlamlara bakalım. Öncelikle bilmeliyiz ki, Pesah’la Teşa BeAv arasında şöyle bir bağlantı vardır; Pesah’ın ilk günü haftanın hangi günüyse, Teşa BeAv da o sene aynı güne denk gelir. Buradan, Pesah’a neden olan olaylarla Teşa BeAv’a neden olanlar arasında bağlantı olduğunu öğreniyoruz. Önce Pesah’a neden olan olayı anlamak için, Bene Yisrael’in Mısır’a ne vesileyle gitmiş olduklarını anlamak lazım ki, bu da Yosef’in kardeşleri tarafından satılmasıydı. Satılmaya getiren olayların temelinde, kardeşlerinin Yosef’i kıskanmalarının yanı sıra, Yosef’in onlar hakkında babaları Yaakov’a şikâyet ve laşon ara yapmasıydı. Peki Teşa BeAv’da gerçekleşen ve II. Bet Amikdaş’ın yıkılışına neden olan olay neydi? Yine halkın birbirini şikâyet etmesi ve laşon ara yapmasıydı. Şimdi Pesah sederindeki bandırmaların bu olaylarla bağlantısını daha iyi anlayabiliriz. Kardeşleri Yosef’i sattıktan sonra onun özel elbisesini bir keçinin kanına ‘bandırıp’ babalarına getirmişlerdi. Bu olay Mısır sürgününün başlangıcını tetiklemişti. Mısır’dan çıkışta ise Tanrı, bir demet zufa otunu kesilen Pesah korbanının kanına ‘batırarak’ kapıların sövesine sürmelerini emretmişti. Bu olay da Mısır sürgününün sona ermesini tetiklemişti. Biz de seder masasında önce karpası sirkeye veya tuzlu suya ‘batırarak’ Yosef’in satılmasını ve elbisesinin kana batırılıp babasına getirilmesinin acı ve gözyaşlarını anıyoruz. Sonra ise, acı marulu tatlı harosete ‘batırarak’, Teşa BeAv ve Bet Amikdaş’ın yıkılışına neden olan olayları anımsıyor ve kurtuluşun ancak zufa otunun simgelediği alçakgönüllülükle ve harosetin simgelerinden biri olan tatlı konuşmayla gerçekleşeceğini nesilden nesle gösteriyoruz.
Bunları biliyor musunuz?
*Pinhas’ın, Midyanlı prensesle alenen cinsel ahlaksızlık günahı işleyen Şimon kabilesi lideri Zimri’yi bir kargıyla (bir tür mızrak) öldürdüğünü. Kargının İbranicesinin ‘romah’ ve gematriyasının 248 olduğunu. Bu şekilde Pinhas’ın, adeta Zimri’nin 248 uzvuyla işlenen bu günahı bu şekilde bertaraf ettiğini.
Soru ve yorumlarınız için: [email protected]