Ebeveynlik özellikle başkasınınki en çok yargılan şey… Neredeyse her ebeveyn bir başka ebeveyni çocuk yetiştirme tarzı açısından yargılıyor. Başkalarının hikayelerindeki sorunlu davranışları çözebilmek o hikâyenin dışında olanlara kolay geliyor. Herkes biliyor ne yapılması ya da yapılmaması gerektiğini…
Bilmek… Bilen olmak… Bilgi… Bilgili olmak…
Bilgi değerli; güç veriyor, yön veriyor, statü belirliyor.
Bilmek istiyoruz…
Her şeyi…
Hele hele ebeveyn olarak…
Bilmediğimiz zamanlar belirsizlik var; her an her şey olabilir sanki… Bu belirsizlik hali aynı zamanda kontrolsüz; dolayısıyla pek tercih edilmiyor ebeveynler tarafından.
Ebeveynlik de bir statü ve güç sembolü olarak algılandığına göre ‘çok bilmiş’ ebeveynliğe hoş geldiniz!
Hepimizin içinde farklı miktarlarda baş gösteren ‘çok bilmiş’ ebeveyn halini inceleyeceğiz bugün. Spektrumun neresinde olduğunuzu belirleyebilirsiniz. Konumunuzu bilirseniz hangi yönde hareket edeceğinizi de bulmanız kolaylaşır.
Hadi başlayalım:
Mesela, çocuk yetiştirmenin belli başlı kuralları olduğuna inananlardan mısınız? Kuralcı ve katı mısınız? Bebekken uyku saati, yemek saati, oyun saati gibi net bir programa sadık bir şekilde yaşayan, ihtiyaçlardan çok düzeni takip eden ebeveynlerden misiniz /miydiniz?
İşte çok bilmiş ebeveyn! Çocuğun ihtiyaçlarını görmeden, duymadan körü körüne disipline etmeye çalışan ebeveyn. Aman ha şımarır sonra!
Onun ihtiyaçlarını ondan iyi bildiğini zanneden ebeveyn! Ona bedenini dinleme, kendini takip etme ve fark etme fırsatı vermeyen, hemen olası ihtiyacını gideren ebeveyn!
Üşürsün… Açsın... Uykun gelir… Yoruldun…
(Nereden biliyorsun?)
Sonra beden farkındalığı zayıf, hislerini regüle edemeyen, ihtiyaçlarının farkında olmayan, öz bakım, öz disiplin ve öz yeterlilik açısından sınıfta kalan gençler… Şaşırmamak lazım!
Sürekli eleştirerek, olumsuzun altını çizerek onun ‘daha iyi versiyonunu’ ortaya koyması için uğraşanlardan mısınız? Çok bilmiş ebeveyn o daha iyi versiyonu bilir ve ona giden yol haritasını iyi kullanamayan çocuğunu her fırsatta düzeltir, uyarır; olmadı önerir, yön verir, akıl verir. Olumluyu görmeden sürekli yolunda gitmeyenleri söyleyince gençler ister istemez kendilerini savunmaya geçiyor ve üzgünüm ama biz de çok bilmiş oluyoruz. Ebeveynler ve yetişkinler olarak evet yolunda gitmeyenleri tabii ki söyleyeceğiz, farkında değilse farkındalığına getireceğiz. Ancak bizi duyabilmesi için olumlu geribildirimler de verebiliyor olmamız gerek. Hemen bir örnek vereyim: PlayStation’dan kalkamayan bir çocuğunuz var. Saatlerce oynuyor, orada sosyalleşiyor. Bu durum haliyle pek bir sıkıntılı… İşte çok bilmişlik burada ipleri ele alıyor. Senaryo üstüne senaryo… Eleştiri üstüne eleştiri… Ödevlere mi taksak, sürekli ekran karşısında gözü bozulacaktan mı girsek, hareketsizliğe mi dem vursak yoksa sanal ortamlardaki arkadaşlıkların gerçek dışılığına mı? Listeyi uzatabiliriz… Oyun oynaması ile ilgili sayısız olumsuz senaryo var.
Peki…
Oyun oynamadığı zamanları görüyor muyuz?
Kendini sınırlandırdığı zamanları fark edip onun bu çabasını takdir ediyor muyuz?
Unutmayalım, olumluyu görmek olumsuzu duyulabilir kılıyor. Olumsuzu söylemeyelim demiyorum ama dengeye özen gösterelim. Bir de tabii eşlik eden beden diline de özen göstermeyi de unutmayalım.
Çok bilmişler gençleri ‘anlamaz’!
Anlamak için görmek gerek. Kalpten kalbe görmek… Ajandadan uzak, kendi bildiklerimi, fikirlerimi, inançlarımı rafa kaldırarak sadece benliğini ve ihtiyaçlarını görmek. Denk bir yerden görmek. Ancak orada yeniye alan var. Merak var.
Bildiğini bilirsen yeniye yer kalır mı? Bilmek merakı öldürür. Halbuki yaratıcılık, gelişim öğrenme bilmediğin zaman kendine yer buluyor.
Bildiğini bilmek üstüne…
Meditasyon ve farkındalık hakkında derinleşmek istediğini söyleyen biri ünlü bir Zen Ustasına gitmiş ve öğrencisi olmak istediğini söylemiş. Zen Ustası kabul etmiş ve başlamış anlatmaya. Öğrenci heyecanla Ustasının sözünü kesmiş: “Üstadım ben buraları biliyorum. Lütfen daha derinleşmek için yapmam gerekenleri anlat” demiş. O kadar da bilgisiz değilmiş öğrenci ve Ustasının bunu bilmesini istemiş. Biraz da etkilemek istemiş tabii Ustasını.
Usta bunun üzerine dersi bitirmiş ve öğrencisini çay içmeye davet etmiş. Demlenen çayı fincana doldurmaya başlamış Usta. Doldurdukça dolduruyormuş. Fincan dolmuş, taşmış, masaya dökülmeye başlayınca öğrenci “Aman Üstadım ne yapıyorsunuz?” demiş. “Fincan çoktan doldu. Daha almaz ki…”
Usta dönmüş öğrencisine ve “Sen de fincanın boşalınca gel!” demiş.
Ebeveyn olarak fincanlarımız ne kadar dolu?
Onların hayatıyla ilgili yeni olasılıklara yerimiz var mı?
Ya da onların tanımadığımız, çok da iyi bilmediğimiz tarafları olduğu gerçeğini kucaklamaya yerimiz var mı?
Mahremiyet ihtiyaçları doğalında bizim bildiğimizin dışında bir hayatları olduğunun ispatı değil mi?
Çok bilmiş ebeveynler yine burada sahnede!
Bizimki yapmaz…
Bizimkinin o taraklarda bezi yok.
Yok yok… Ben bilirim oğlumu. Yapmaz o.
Bizim kız tanımaz onları.
Ne kesin ifadeler! Nasıl da emin çok bilmiş ebeveyn…
Bir dur. Nereden biliyorsun? Belki de atıp tuttuklarınla o çok bilmiş edalarınla hiç bilmediğini haykırıyorsun etrafa. Bilmiyorum desen ne olur? Bir düşün… Ne seni daha az ebeveyn yapar ne de ilişkinizi daha yetersiz.
Popüler kültürün ünlü yogisi Sadghuru ebeveynlere şöyle diyor:
Çocuğunuzdan daha önce dünyaya gelmiş olmanız hayatın sırlarını çözmüş olduğunuz anlamına gelmez.
Bence doğru diyor. Ve bilme halinin getirdiği tüm zihinsel zorunluluklardan da özgürleştiriyor.
Sizi bilmem ama ben B İ L M İ Y O R U M…
Ama anlatırsanız dinlerim…