Moses Mendelsshon, Yahudi Emansipasyonunun önderi bir Alman Yahudi´siydi. Ayrıca felsefeci, edebiyat eleştirmeni, Kutsal Kitap alimi ve çevirmeniydi.
Moses Mendelssohn (1729-1786), Yahudi Emansipasyonunun önderi bir Alman Yahudi’siydi. (Rabi) David Frankel’den geleneksel Yahudi dini eğitimi aldı.
Hocası Berlin’de 1743’te başhaham olunca, Mendelssohn da peşinden kente yerleşti ve özel öğretmenlik gibi fazla para getirmeyen işlerle meşgul oldu.
Mendelssohn, kaliteli Almancanın yanı sıra arkadaşlarının yardımıyla Latince, Yunanca, Fransızca, İngilizce, felsefe ve matematik öğrendi. Kendisi, Maimonides’in ‘Şaşırmışların Rehberi’ eserini sebatla irdeledi ve genç yaşında Maimonides’in mantıkla ilgili tezi üzerinde bir yorum yazdı. Örneğin ölümsüzlükle ilgili ‘Phadeon Hours’ (1785) gibi eserler yazarak, Avrupa’nın aydınlanması konusunda önde gelen bir felsefeci olmaya hak kazandı.
‘Jerusalem’ (Kudüs) adlı eserinde ise filozof konuya daha Yahudi nitelikli bir açıdan yanaşarak devlet ile din arasındaki ve ibadet özgürlüğü ile vicdan arasındaki ayrışmayı formüle etti; sürgün sonrası Yahudiliği, belirgin felsefi gerçeklerin karşıtı olarak, dogmatik ve zorlayıcı olmayan bir tarzda betimledi.
İsviçreli başrahip J.C. Lavater, aklını çelerek Mendelssohn’un ya Hıristiyanlığın gerçekliğini inkâr etmesini ya da Hıristiyanlığa dönmesini talep etti. Bu durum, Mendelssohn’u asil bir cevap vermeye teşvik etti; Yahudiliğini ve Yahudiliğe sadakatini ilan etti. Bu, yaşamında bir kırılma noktasıydı, Yahudilikle ilgili temalara daha hassas şekilde değinmeye başladı. Esasen Berlin Yahudi Cemaati’nin her zaman saygın bir bireyi idi; çeşitli dua ve ilahiler derlemişti. Cemaatler ve bireyler, sıkıntılı durumlarında hep ona rücu ederdi. Mendelssohn, C.W. Dom’a Yahudilerin sivil gelişmeleri hakkında (1781) bir memorandumu, Fransız yönetimine sunması için yaptığı baskıda başarılı oldu; bu da Avrupa Yahudilerinin Emansipasyonunda önemli bir kilometre taşı oldu. Keza Prusya makamlarının dikkatini çekmek için Mendelsssohn, ‘Ritualgeseze der Juden’ (1778) adlı eserinde Yahudilikle ilgili yasa ve gelenekleri tarif etti.
Her ne kadar Mendelssohn geleneğe bağlı kalmışsa da Yahudiler arasında sivil alanda bir emansipasyon kadar dâhili bir dinsel emansipasyonun da gerekliliğini öngörmekteydi. Kendisi, bu amaçla 1783’te Tora’nın Almancaya çevirisini (İbranice harflerle) neşretti. Buna kısmen kendisi tarafından yazılmış bir açıklama da ekledi. Birçok çağdaş Rabi, bu çalışmayı olumlu karşıladı ama bazıları da şiddetle karşı çıktılar. Bu proje, aslında Yahudi âleminde yorumlarıyla beraber Tora’nın rasyonel bir açıklamasını sunan devrimsel bir etki yaratmıştı. Mendelssohn ayrıca Zebur’u ve Neşideler Neşidesini tercüme etti, çağdaş okullar ve ders kitapları vasıtasıyla Yahudilik eğitiminde reformu destekledi. Bu yeni kültürel eğilimler, geleneksel İbranicenin de canlandırılmasını öngörüyordu. Mendelssohn İbraniceye mükemmel şekilde vakıftı ve Berlin Aydınlanmasının mecmuası olan ‘Ha-Me’assef’i destekleyerek yazılar yazdı. Kendisine Yahudilerin kendi topraklarında ve devletlerinde yerleştirilmeleri hususu sorulduğunda; bunun olgunlaşmamış bir konu olduğunu düşündüğünü söyledi. Ancak ilginçtir, böyle bir projenin Avrupa’da büyük bir savaşı beklemesi gerektiği kehanetinde bulundu. Mendelssohn, ayrıca Yahudilik ve Hıristiyanlık arasında oluşturulabilecek bir anlayış ortamı yaratılmasının öncüsüydü de. “Yahudilerin ve Hıristiyanların en iyi taraflarını birleştirebilseydik ne parlak bir dünyada yaşayabilirdik” diye yazmıştı.
Önyargının duvarlarını yıktı
Mendelssohn, önyargının duvarlarını yıktı ve döneminin geniş çapta hayran kalınan Yahudi’si oldu; Alman Yahudilerini gettolarından çıkararak Emansipasyon ve Aydınlanma çevresine yönlendirdi1.
‘Jerusalem’ adlı eserinde Mendelssohn, Yahudilerin hem çağdaşlığı karşılayabilmelerinin hem de Yahudilik miraslarını koruyabilmelerinin nasıl mümkün olabileceğini anlattı:
“İsrailoğullarının ilahi bir yasaması, yasaları, emirleri, yaşam kuralları, Tanrı’nın iradesinin bilgisi, geçici ve sürekli saadete kavuşmaları için ne yapmaları gerektiği hakkında bilgileri mevcuttur. Bunlar, kendilerine Musa aracılığıyla mükemmel ve doğaüstü bir tarzda açıklandı; bunlar, sonsuz Tanrı’nın bizlere doğa vasıtasıyla ve cisimlerle tecelli ettirdiği şeylerdir ama asla sözler ve yazıyla değil… Bunlar, ebedi gerçeklerdir, değişemezler, başka türlü tasavvur edilemezler ve evrensel olarak ve dolayısıyla da doğrudurlar, olabilecek en iyi şekildedirler… Aynı ortak kaynaktan gelirler, tüm gerçeklerin kaynağından. Bunun ilki akılsaldır, diğeri Tanrı’nın iradesidir.
Bunlardan başka geçici ve tarihsel gerçekler de vardır. Bunlar, zaman ve mekân bakımından bize anlatılagelmişlerdir ama bizim bunları gözlemlememiz hiçbir zaman mümkün değildir. Bir de kanaat getirdiğimiz gerçekler vardır. Bunlar, mantıkla açıklanır, mantıksal ve matematiksel kanıtlamalar bu kapsama girer.
İkinci sınıf gerçekleri anlayabilmemiz için ‘gözlemleme’ şartı mantıksallığa eklenmelidir. Yaradan’ın yaratılmaya müstahak kıldığı şeyleri gözlemlememiz, deneyimlememiz ve duyularımızla kanıtladıktan sonra ortak yanlarını saptamamız gerekir. Fakat tarihsel aktarımlar başkalarının şahitliğine dayanır ve bunların tek kanıtı aktaranın güvenilirliği olduğundan tarihsel bir gerçek hususunda ikna olmamız olanaksızdır.
Bu durumda beşeri akıl güçlerinin ilahi gerçeklere ikna olabilecek derecede geliştiğine inanmıyorum. Bu gerçekler, insanların mutluluğuna tahsis edilmişti. Peki o zaman kendilerine ilahi bir tebliğ yapılmamış insan neslinin suiistimalci ve sefil olması gerekirdi. Ya da Hindistan’da yaşayanların, Avrupalıların keyfi gelince onlara İncil’den bir bölüm getirene dek mutsuz olmaları mı gerekirdi?
Yahudiliğin ilkelerine göre yeryüzünün tüm sakinleri mutlu olmaya layıktır. Ancak dünyaya yayılmış insan nesli çoğunlukla açlık ve haşin tabiatla boğuşmaktadır; ancak bilim dalları ve sanatkâr sözler, resimler, simgelerle içselliklerin algısı ile de desteklendiklerinde akılcıl bir dizinin kalıcılığına kavuştular.
Şimdi daha evvelki saptamalarıma dönüyorum. Yahudilik, kurtuluş için olmazsa olmaz türünden gerçeklerin tecellisi değildir. Sina’daki Ses… İnsanları gelecek yaşamlarında eylemlerine göre mükafatlandıracağını söylemedi. Bu, beşeriyetin dinidir ve Yahudilik değildir. Bu tecellide Tanrı, İsrailoğulları’nın tek Tanrısı olduğunu, ebediliğini, onları Mısır’daki esaretten kurtardığını ve emirlerini ve halkı bağladığı yasaları açıklıyordu. Bunlar, dinsel gerçekler değildi. Tanrı, İsrailoğulları’nın atalarıyla (Avraam, Yitshak, Yaakov) yaptığı anlaşmayı ve onlara mutlu bir halk olacakları bir toprak vaat ediyordu. Bunlar, tarihsel kökenli gerçeklerdir ve yetkililerce kanıtlanmalı ve mucizelerle kanıtlanmalıdır. Ancak Kutsal Kitap’ın kendisi mucizeler yaratanları da dışlamaktadır.
Ancak Musa tarafından iletilen bu Kutsal Kitap, birçok emir ve yaşam kuralı ve talimatlar içeriyorsa da Yasa’ya sıkıca bağlanarak ve akıl üzerine bina edilmiş sonsuz gerçekler ihtiva ederek tek ve aynı dini oluşturmaktadır. Rabilerin deyişiyle yasa ve doktrinler birbirlerine beden ve vücut gibi bağlıdır. Ancak bu mükemmel yasalar, bizim anlayış gücümüze ve irademize sunulmuştur. Musa’nın yasası: ‘Sen şunu yapacaksın ve yapmayacaksın…’ demekte, ‘Buna inanacaksın, şuna inanmayacaksın…’ dememektedir. Ödül ve ceza, insanın denetimindedir ve umut ile korkuyla ilişkilidir. Ancak bir şeylere sahiplenmeyi ummak ise gerçeği ve gerçek olmayanı algılamaktan geçer.
Yahudilikte iman sınayacak simgesel kitaplar ve objeler yoktur; bunların üzerine yemin edilmez. Maimonides, atalarının dinini bir seri ilke dâhilinde formüle ederek diğer bilimlerde olduğu gibi bu temel ilkelerden diğerlerinin türetilmesini sağladı (Yigdal’daki 13 prensip misali).
İşin gerçeği şudur ki, her şey dinsel doktrin ve dinsel emirlerle ilgili olarak ‘inanmak’ ve ‘bilmek’ arasındaki farka dayanır. Ancak şunu da kabul etmek lazımdır ki tüm beşeri bilgi de temel olarak alınabilecek birkaç ana fikirden oluşur ve de diyebiliriz ki: ‘Bizim için Kutsal Kitap’taki tüm kelimeler Tanrı tarafından yapılmaması ve yapılması belirtilen tüm emirler için esastır.’ Bunun özünü bilmek isterseniz, II. Bet-Amikdaş’ın yıkılmasından evvel yaşamış olan Yahudi halkının en büyük hocalarından Hillel’in bu konuda tüm Yasa hakkında bilgilenmek isteyen bir dinsize verdiği cevaba kulak verin: Oğlum, komşunu kendin gibi sev; bu Yasa’nın metnidir; geri kalan hepsi yorumdur. Şimdi git ve öğren!”2
Kaynakça:
(1) The Encyclopedia of Judaism, Geoffrey Wigder, The Jerusalem Publishing House, 1989, S. 478-479.
(2) The Jews in Literature and Art, Sharon R. Keller, Könemann, Köln, 1992, S. 160-163.