2000´lerin başında aşırı düşük kur nasıl ekonomiye zarar verdiyse, şu an da aşırı yüksek kurla uğraşıyoruz. Yüksek kurun hayat pahalılığı, enflasyon, hayat standartlarındaki düşüş gibi etkilerini yaşıyoruz. Bunlar en bilinenleri ancak yüksek kurun bilinmeyen zararları da var.
Tamamen yerli malların da fiyatlarının artması
Dolar kuru yükseldiğinde, sadece ithal malların fiyatları yükselmiyor; yüzde 100 Türkiye’de üretilen malların da fiyatları yükseliyor. Basit bir örnek fındık. Fındık ağırlıklı olarak ihraç edilen ve yurtdışı çikolata endüstrisinde ağırlıkla kullanılan bir ürün. Hipotetetik olarak fındığın girdilerinde hiç ithal kalemler olmasa bile, fındığın alıcıları Avrupalı ya da Amerikalı şirketler için fındığın fiyatı hala dolarla. Bu durumda fındık üreticisi olsanız; fındığı örneğin 50 liraya yurtiçine mi satmak istersiniz yoksa 100 liraya yabancı şirketlere mi? Kur yükseldikçe içeride üretilen ve yurtdışında talebi olan ürünlerin fiyatları, maliyet artmasa bile arz-talep dengesinden dolayı artıyor.
Örneğin kur yükseldiği için peynir fiyatları arttı diyelim. Tamamen emek gücüyle çalışan, badanacı ya da lastik tamircisi gibi çalışanlar da aynı miktarda peynir alabilmek için zam yapıyor. Yani direkt olarak sattıkları ürün ya da hizmetin maliyeti artmasa da yaşam maliyetleri arttığı için bu insanlar da sunduğu hizmete elbette zam yapmak zorunda. Dolayısıyla ithal girdisi olmayan işletmere ya da insanlara ürün/hizmetlerinde zam yaptıkları için alınmak ekonomik açıdan doğru değil; söylemiş olayım.
Ekonominin dolar bazında küçülmesi
Uluslararası kurumlarda ülkenin ekonomik büyüklükleri, sıralaması vb. konular yerel para üzerinden değil ABD Doları üzerinden karşılaştırılır. Kurun artmasıyla Türkiye’nin dolar bazlı olarak ekonomik büyüklüğü yani gayri safi milli hasılası küçülüyor. Kur yükseldikçe ekonominin dolar bazında ne kadar küçüldüğünü hesaplamak için, bir çeşit deflatör kullanırız. Kur %50 arttı diye ekonomi dolar bazında %50 küçülmez. Ancak 2013’te 980 milyar dolar büyüklüğe ulaşan Türkiye ekonomisi, 2022’yi büyük ihtimalle 600-700 milyar dolar arasında tamamlayacak. Bu da son dokuz yılda, dolar bazında çok ciddi bir küçülmeye işaret ediyor.
Satın alma gücü paritesi ile nominal GDP arasındaki farkın açılması
Satın alma gücü paritesini kabaca anlatayım. Diyelimki bir hamburger Türkiye’de 0,5 dolar. Aynı hamburger ABD’de ise 1 dolar olsun. Türkiye ekonomisi yılda bu hamburgerden 1000 adet üretebiliyor olsun. Bu durumda TR nominal GDP’si (GayriSafiMilliHasıla) 0,5*1000 şeklinde 500 dolar olur. ABD ekonomisi de 1000 adet üretim kapasitesine sahip olsun. Bu durumda 1*1000 hesabıyla ABD GDP’si 1000 dolar olur. Gördüğünüz gibi aynı hamburgeri aynı adet üreten iki ekonomi farklı ekonomik büyüklüklerde oldu. Bu farkı ortadan kaldırmak için satın alma gücü paritesi kullanılır. Bu durumda ABD baz alınır ve Türkiye’nin Nominal GDP’si 500 dolar iken, Satın Alma Gücü Paritesine(PPP) göre GDP’si ise 1000 dolar olarak kabul edilir. PPP kaydi bir GDP hesaplama yöntemidir. Ülke ucuzladıkça, Nominal GDP ile PPP arasındaki fark artar. Örneğin Hindistan’da bu fark ciddi seviyelerdedir. Ancak Almanya’da her ikisi neredeyse aynıdır. İsviçre gibi ABD’den pahalı bazı ülkelerde ise PPP nominal GDP’den küçük dahi olabilir. Kurun değer kazanmasıyla birlikte PPP GDP ile nominal GDP arasındaki fark çok açıldı, bu anlamda yoksul ülke konomuna doğru ilerledik. Dünyada ikisi arasındaki farkın çok açık olduğu gelişmiş bir ülke olmadığını söylemek gerekir. Aynı ürünün ABD ile sizin aranızda ciddi fiyat farkı olmasının nedeni genelde gelişmemişliğin bir sonucu olarak ortaya çıkıyor.
Yatırım harcamalarının karşılanmasının zorlaşması
Para biriminin aşırı değersiz olmasıyla, örneğin yeni açılacak bir üniversite için alınacak teleskoptan tutun, uzay harcamalarına ya da fabrikaların yaptıkları yatırım harcamalarına kadar, yeni yatırım yapmanın maliyeti çok artmış oluyor. 1 milyon dolar artık sizin için iki kat daha fazla çalışmak anlamına geldiği için, bilimsel çalışmalar, arge çalışmaları vb. işler çok daha zor şartlarda yürütülüyor.
Borsanın ucuzlaması
Türk şirketleri borsada TL bazında işlem görüyor. Kurun aşırı yükselmesiyle dolar bazlı olarak Türk şirketleri çok ucuzlamış oluyor. Bu kadar yüksek kurla Türk şirketlerinin özellikle gelirlerini TL olarak elde edenlerin, ciro ya da kar olarak dünyadaki rakipleriyle yarışması oldukça zorlaşıyor. 2010’da 5,10 USD ile zirveyi gören BIST100 endeksi şu sıralar 1,5 USD civarlarında seyrediyor. Düşüş çok sert gerçekleştiği için şirketler de dolar bazında birkaç kat küçülmüş oluyor.
İnsanın ucuzlaşması
Afrika ya da Latin Amerika siyasi tarihi ile ilgili belgesel izlediğiniz de orada da sürekli dış güçlerden bahsedildiğini görmüşsünüzdür. Bazı hikayelerde öyle küçük paralarla bile ülkelerin tarihi dönebiliyor. Afrika’da 1 milyon dolar için darbe yapan komutanlardan, birkaç yüz bin dolar için önemli bilgileri satan hainlere kadar... Her toplumda vatanseverler de hainler de elbette olacaktır. Ancak kurun bu kadar artması belli kritik noktalarda ciddiyeti düşürebilir çünkü iş hayatında bir işin ciddiyeti günün sonunda ekonomik büyüklüğü ile ölçülür. Devletin çok önemli kademelerindeki bürokratların, hukuk insanlarının 700-800 dolar maaş alması, ister istemez sistemin güvenilirliğini azaltabilir ve sepetteki çürük elma sayısını artırabilir.
Beyin Göçü
Daha fazla ihracat yapabilmek için kuru aşırı yükseltmek, ileride yüksek teknolojili ihracat yapma kapasitesi olan toplumun eğitimli kesimini, hayat standartlarındaki sert düşüş nedeniyle göçe zorlayabilir. Son dönemde oldukça popüler bir konu; gençlerin sürekli Batı’ya göç ettiğini görüyoruz. Türkiye’nin her şeye rağmen yetiştirmeyi başardığı eğitimli bir nüfusu var. Bu nüfusun kaybı söz konusu olur ya da devamlılığı kesilirse, kuru aşağıya indirecek üretimi yapacak insan konusunda sorunlar yaşayabiliriz.