Ebeveynlik üzerine yazıyorum bildiğiniz üzere…
Her seferinde vurgulamaya çalıştığım en önemli şey ebeveynliğin aslında ilişki olduğu; statü, rol, görev, etiket değil.
Yanlış anlaşılmak istemem. Tabii ki ebeveynlik sosyolojik olarak toplumsal rollerimizden biri, statü belirten bir ifade ancak bu kavramı böylesi bir kutuya sıkıştırmak en önemli boyutunu kaçırmamıza sebep oluyor. Duygusal boyutu…
Görev tanımında neler var?
Bir ebeveyn ne yapmalı, ne yapmamalı?
Bu sorular arttıkça ‘mükemmel’ ebeveyn olma arzusu masum bir niyetten öteye geçiyor ve kurulan ilişki, gösterilen özen ilişkiyi tehlikeye atmamak adına şekil değiştiriyor.
Etrafımda birçok ebeveyn çocuklarıyla ya görev odaklı bir ilişki içindeler; al-bırak, şoförlük yap, etkinlik planla, katılımını sağla gibi… Ya da arkadaşımsı bir ilişki içindeler; dedikodu yap, film izle, snapleş gibi…
Her iki halde de eksik bir şey var, farkında mısınız?
O T O R İ T E
Bir şeyi yaptırma veya engelleme gücünü elinde bulunduran kişi ya da kurum olarak tanımlıyor Türk Dil Kurumu bu kelimeyi. Peki sizce günümüzde ‘otorite’ ve ‘ebeveynlik’ ifadelerini aynı cümle içinde kullanılabiliyor muyuz?
Her nesil bir önceki nesilden daha ‘rahat’ bir ilişki modeli kuruyor çocuklarıyla. Rahatlık ve kolaylık ihtiyaçlarımız bazen bizi yapmamız gerekenleri yapmaktan alıkoyuyor. Akşam ne yiyeceğimizin, tatile nereye gideceğimizin kararını henüz bu kararların sorumluluğunu alamayacak yaşta olan çocuklarımıza bırakmak kolaylık mı, görevden kaçış mı, görevi kötüye kullanmak mı?
Kafa karıştırıcı…
Ne oldu da otoriteden korkar olduk?
Otoriter olmak deyince zihnimizde canlanan ne ki kendimize kondurmuyoruz?
Kendimizin ‘otorite’yle ilişkisine bakmak gerek…
Kural koyan olmak kulağa sert geliyor. Hatta belki kimimiz için acımasız, anlayışsız, sevgisiz, şefkatsiz…
Kim ister ki evde en sevdiklerinizin yanında bu kadar ‘-siz’ olmak?
Zaten kim sever ki bu kadar ‘-siz’ birini?
Sevilmek…
Çocukları tarafından sevilmemek herhalde her ebeveynin korkulu rüyasıdır.
Sevilmek uğruna kural koyan olmaktan vazgeçmek… Kulağa mantıklı bir alışveriş gibi geliyor olabilir ancak size kötü bir haberim var: Kural koyan olmamanız yani otorite boşluğu sevgiyi garanti etmiyor!
O boşlukta salınan çocuk ya da genç desteklendiğini, kollandığını, sınırları olduğunu bilmek ve hatta hissetmek istiyor. Dolayısıyla sizin veremediğiniz desteği veren birilerini buluyor en yakın çevresinde. O kişinin yetkinliğini ölçebilecek deneyime de sahip olmadığı için kural koymamak uğruna onu dehlizlere atıyoruz.
***
“Tanrı iyi insanlar çıkarsın karşısına!”
Benim çok duyduğum ve sevdiğim iyi dileklerden biri.
Gerçekten de ‘iyi’ insanların etrafımızda olması çok önemli. Amerikalı yazar Jim Rohn’a göre “insan birlikte en çok zaman geçirdiği beş kişinin ortalamasıdır.” Çünkü beynimiz etrafındaki beyinlerle senkronize olmaya bayılır diyor buna ek olarak Serkan Karaismailoğlu.
Bu çocuklarımız için de böyle. Otorite boşluğundan sebep yönelecekleri insanların bu ortalamaya etkisini tekrar gözden geçirin derim.
Ne diyorduk?
Sevilmeyen ebeveyn olmak korkusu… Ya çocuğum beni sevmezse?
(Ben onun için bu kadar şey yaparken…)
“Senden nefret ediyorum!!” sözünü yemiş olmak bir ebeveynin ebeveynlik yaptığının göstergesi bile diyebilirim. (Bu konuda daha önceki yazılarımdan ‘Nefret’i okuyabilirsiniz. 16 Haziran 2021)
Kabul ediyorum; bunu duymak hoşunuza gitmeyebilir.
Ancak bilin ki bu patlama engellendiğini ve anlık hüsranını ifade ediyor.
Duymamazlığa gelin diyemem, ama çok da ciddiye de almayın. Yani küsmeyin, eyvahlar olsun demeyin, ‘bütün emeklerim boşa gitti’ye bağlamayın…
Ebeveyn çocuk ilişkisi kırılgan olamaz; olmamalıdır.
Akranlar arası ilişkide ise bu kırılganlığı ve koşullu birliktelikleri görürüz. Gençler bu kırılganlığın ve koşullu ilişkinin bilincinde olarak iletişim kurarlar yaşıtlarıyla. Davranışlarının bir etkisi, sonucu olacağını bilirler. Daha iyi bir arkadaş olmak, daha havalı olmak, daha eğlenceli olmak gibi öncelikleri olur. Akran grubunda bu ihtiyaçlar karşılanmazsa ödenecek bedeller zorbalıktır; duygusal olarak ağırdır.
Halbuki koşulsuz sevgi ve kabul her insanın ihtiyacı ve gençler bu ihtiyacı gidermek için akranlarına yöneldiklerinde ve ebeveynleriyle geçirdikleri zamanı minimuma indirdiklerinde uzaklaşma, bağlarda kopukluk, kırılganlık eve de giriyor. Gençlerin akranlarıyla vakit geçirdiklerinde daha çok keyif alacakları şüphe götürmez. Yine de bu ebeveynleriyle, ailesiyle geçireceği zamanları da gereksiz kılmaz. Aynı evde yaşıyor olmak birlikte zaman geçiriyoruz anlamına da gelmez. Birçok evde gençler serbest zamanlarını ya arkadaşlarıyla ya da odalarında geçiriyorlar.
Çevrenizde ailesiyle 3-4 günlük tatile bile gitmek istemeyen gençler ve bu durumu anlayışla karşılayan ebeveynlere rastlamışsınızdır, hatta belki siz de bu duruma sıcak bakıyorsunuzdur.
Tabii canım, n’apsın o sizinle?
Yaşıtları yok…
Sıkılır…
O burada kalsın.
Arkadaşları ile vakit geçirir. Programını yaptı bile.
Bu mudur?
Bu olmamalıdır.
Hoşuna gitmese de istekli olmasa da ebeveynleriyle tatile gitmek ‘kötü’ bir şey değildir. Burada ebeveynler aile birlikteliğini öne koyabilmeli ve çocuğunun ‘keyifli’ zaman geçirme olasılığının arkadaşlarıyla olduğu kadar tatil için de geçerli olduğunu unutmamalıdır.
Dilerim ki ebeveyn olarak kendimizi seçmek bu kadar zor olmasın… Hayatlarındaki etkimizin farkında olalım.
Onların eğlenmesi, keyfi değil öğrenmesi, güvende olması birinci önceliğimiz olsun.
Yapı kurmak, netlik, kural koymak ve sınırları çizen olmanın özgüvenli ve öz denetimi gelişmiş bireyler yetiştirmekteki etkisinin bilincinde olalım.
Kaliforniya Berkeley Üniversitesindeki araştırmacılar kural koyamayan, otorite olmak istemeyen ya da olamayan ebeveynlere denizanası ebeveynler* diyor: Sıcak ve samimi ancak netlik, yapı ve kuraldan yoksun, akışa teslim ebeveynler. Saygısız davranışlar, agresif tavırlar, mutsuzluk ve memnuniyetsizlik sıklıkla sorun olarak karşımıza çıkıyor.
Sizi bilmem ama ben denizanası olmak istemem.
*https://www.additudemag.com/three-parent-types-adhd-kids/