Galatasaray Üniversitesi Tiyatro Topluluğu kökenli gençlerin Türkiye ve dünyadan önemli edebiyat eserlerinin sahne uyarlamaları üzerinden tiyatro sanatına yeni bir bakış açısı getirmeyi hedefleyerek kurdukları Sarı Sandalye Tiyatro Topluluğu, tiyatro serüvenine 2014´te Georges Perec´in ´Ücret Artışı Talebinde Bulunmak İçin Servis Şefine Yanaşma Sanatı ve Biçimi´ eserini sahneye uyarlayarak başlamış, oluşturduğu yenilikçi bakış açısı ve kullandığı sıra dışı sahne sanatları teknikleriyle kısa sürede yüksek ilgi uyandırmış ve sadece beş oyunla genç Türk tiyatrosunun en önemli toplulukları arasına girmeyi başarmıştı.
Fransız yazar Alfred Jarry’nin (1873-1907) 1896’da sahnelendiğinde hınzır ötesi mizah anlayışı ve tüm mantık sınırlarını zorlayan absürt bakış açısıyla dünya tiyatrosunda çığır açmış başyapıtı ‘Ubu Roi / Kral Übü’nün yeni bir uyarlamasının sahneleneceği, bir tiyatro tutkunu için başlı başına heyecan verici bir haberken, asıl müjde, pandemi sebebiyle iki yıl çalışmalarına ara vermek zorunda kalan Sarı Sandalye’nin bu oyunla yeniden sahnelere döneceği oldu.
Polonya Kralı Venceslas’a suikast düzenleyerek yerine geçen Ana ve Baba Übü’nün hikâyesine odaklanan Kral Übü’yü, topluluğun kurucularından, Hareket ve Oyun Laboratuvarı (HAROLAB) fiziksel tiyatro okulunun kurucusu ve eğitmenlerinden, ödüllü yönetmen Doğa Nalbantoğlu, yepyeni bir dramaturgi çalışmasıyla uyarlamış. Daha doğrusu, popülist iktidarların yükseldiği, siyasi ve toplumsal alanda muktedirlerin tüm kuralları hiçe saydığı, keyfiliğin arşa çıktığı çağımıza uygun şekilde yeniden yazarak güncelleştirmiş.
Nalbantoğlu’nun yönettiği, ışık tasarımını Samet Acar’ın, canlı müzik performansını da üstlenen Göksu Işık ve Gökhan Öcal’ın özgün müziklerini yaptığı Kral Übü’de, Canan Günaştı, Denizhan Çay, Emirhan Altunkaya, Emre Yıldızlar, Gökhan Öcal, Göksu Işık, Gül Doğa Selvi, İrem Kalaycıoğlu, Kayra Belen Yardımcı ve Şeyiba Ceren Ülgen rol alıyorlar.
Özgün ‘Übü’yü kısaca özetlersek, Übü Baba iktidarı eline geçirir geçirmez “ülkeye refah getirme” amacıyla tüm asilleri öldürtür, mal ve mülklerine el koyar. Peşinden katledilme sırası ona darbede yardım etmiş olanlara gelir. Oyun boyunca Übü Baba’yı yönlendirmiş ve yönetmiş olan Übü Ana, tüm paralarını çalarak ülkeyi terk etmesine önayak olur…
Lise sıralarındayken ilk taslağını kaleme aldığı oyunda Übü karakterini fizik öğretmeni Mösyö Hebert’ten ilhamla yaratan, kültürel görevleri, normları ve eğilimleri tersyüz eden, müstehcenlikle flört eden, çılgın ve karanlık güldürü anlayışıyla sadece Absürt Tiyatro’nun değil, 20. yüzyılın gerçeküstücü, dadaist ve absürt edebiyat yaratılarının da öncüsü olan ‘Kral Übü’yü Alfred Jarry henüz 23 yaşındayken yazmış. Shakespeare’in ‘Macbeth’, ‘Hamlet’ ve ‘Kış Masalı’ oyunlarına çok sayıda gönderme içeren Kral Übü bir bakıma bu oyunlardan esinlenmiş çılgın bir parodidir; bir bakıma grotesk Übülerin ilham kaynağı ve atası, tüm trajik boyutlarına karşın, karı koca Macbeth’lerdir.
Doğa Nalbantoğlu, “Übü ya da Übüler kimlerdir? Bu soru her tartışıldığında, etrafta hala sayısız ‘Übü’ler olduğunu fark ettik. Hiyerarşinin, toplumsal sınıfların, siyasi çekişmenin kısacası güç savaşının olduğu her yerde insanın ‘übü’leştiğine tanık oluyoruz. Doğası gereği pek de tokgözlü olmayan ademoğlu hep daha fazlasını ve giderek daha hızlı bir şekilde istiyor” diyerek, uyarlamasında Übü Ailesi’nin vahşi açgözlülüğü ile teklifsiz kabalığı üzerinden tarihteki tüm zorbalara ve diktatörlere, özellikle de son yüzyılın muhteşem Übü’lerine selam gönderir.
Ayşe Selen ile Şehsuvar Aktaş’ın, Jarry’nin hınzır küfürbazlığını, kurmaca karakter isimlerini ustalıkla aktaran, güncel toplumsal, ekonomik ve siyasi jargonla zenginleştirilmiş parlak çevirisinden yola çıkan Nalbantoğlu, pırıltılı giysiler içinde, olağanüstü bir fiziksel doğaçlamayla hem sözlerin hem bedensel hareketin izini süren yalınayak başı kabak ekibini benzersiz bir teatral yolculuğa çıkarıyor. Tek aksesuarın yerdeki taç olduğu, tacı her kafasına geçirenin ‘Übü’ oluverdiği, böylece fırsatı her ele geçirenin ‘übü’leşebileceğini simgeleyen yorumunda, zaten karmaşık öyküyü tam bir kaosa çeviriyor. Ama bu kaosu öylesine ustalıkla yönetiyor ki, sonuçta oyun kusursuz bir bütünlüğe, absürt, açık seçik bir anlaşılıra dönüşüyor.
Sarı Sandalye’nin Kral Übü’sü, Absürt Tiyatronun önde gelen klasiklerinden birinin, hem Jarry’nin özüne son derece sadık, hem de güncellenmiş, gençleşmiş, uyarlamanın çok ötesine geçmiş nefes kesici bir yeniden yazımı. Kanımca bu yılın en etkileyici çalışmalarından biri. Mutlaka, hatta keyfini ve tadını iyice çıkarabilmek için birkaç kez izlenmeyi hak ediyor.
13 Mayıs Yunus Emre Kültür Merkezi, 14 ile 25 Mayıs Hann Sahne, 7 Haziran ZorluPSM Studio ve sezon boyunca İstanbul sahnelerinde.
GalataPerform’un yeni yapımı
‘Medea’ya Göre Ahlâk’
“Koroyu öldürerek başlayacağım işe. Öyküyü anlatmaya devam etmesinler. Tarihin akışını durdurmak, dramdan dışarı çıkmak istiyorum. Zamanın akışına, dünyanın kaderine hükmetmek.”
İran asıllı, 1983 Stockholm doğumlu İsveçli şair, edebiyat eleştirmeni, çevirmen, yaratıcı yazın eğitmeni, oyun yazarı Athena Farrokhzad, oyunlarında savaş, göç, ırkçılık, şiddet, dil, tutku ve miras gibi konulara odaklanan bir sanatçı. Küçük yaşlarda şiire ilgi duymaya başlayan Farrokhzad, ilhamını dilin kendisinden ve dünyayı oluşturan anlatılar için verilen mücadeleye katılan iradeden aldığını söylemiş.
Evripides, ünlü tragedyası ‘Medea’da, Güneş tanrısı Helios'un oğlu Kolhis Kralı Aietes ile Eidyia'nın kızı, antik dünyanın büyük büyücülerinden, o çağlarda Yer ve Ay Tanrıçası olarak tapınılan Medea’nın, uğruna kardeşini öldürerek ülkesini bırakıp peşine takıldığı büyük aşkı İason tarafından terk edildiğinde, kocasının yeni sevgilisini, onun babasını ve de kendi çocuklarını öldürdüğünü anlatır.
‘Medea’ya Göre Ahlak’ oyununda Farrokhzad, Evripides’in öyküsünü, tragedyanın bittiği yerden devam ettirerek Medea’ya Medea’dan sonra ne olduğu üzerine bir keşfe çıkar. Pasif bir varlıktan ziyade, egemenleri tehdit eden bir figür olarak gördüğü hem insan hem canavar Madea’nın çocuklarla ve erkeklerle ilişkisini, yaşadığı endişeyi / istismarı ve kullanabileceği güce ilişkin vizyonunu ele alır
Metnin çıkış noktası, fahişe Maria Magdalena’yı recm etmeye hazırlanan kalabalığa İsa’nın “ilk taşı günahsız olan atsın” diyerek kadını kurtardığı meseldir. Yeşim Özsoy’un parlak sahnelemesi, sahneyi boydan boya kaplayan, Leonardo’nun Son Akşam Yemeği’nin masasını anımsatan bir sofranın merkezinde, İsa gibi iki elini yanlarına açmış bir figürle başlar.
Ancak karşımızdaki Tanrı’nın oğlu değil, başka bir Tanrı’nın torunu, makyajının daha da karanlıklaştırdığı ürkünç büyücü Medea’dır (Şenay Gürler). Sofra da yemeklerle değil, cinayetlerinde onu yalnız bırakmayan Ahlâk’ın (Özgün Çoban) atmaya hazırlandığı taşlarla kaplıdır.
Oyun boyunca Medea kendini, anne, kadın, mülteci ve feminist olarak, erdem ve ahlâk kavramlarını altüst ederek savunurken, Ahlâk “iyi de sen çocuklarını katlettin” diyerek karşı koyar.
Redingotuyla bir rahibi, çizgili pantolonuyla Şarlo’yu anımsatan Ahlâk, yaratıcılığı ve yok ediciliği kendine hak sayan Medea’nın hem antitezi hem iç sesi, kendi kendisiyle hesaplaştığı alter egosudur. Şenay Gürler’in, uğradığı aşağılanmaya ve haksızlığa verdiği cezayı haklı gören Medea’sının karşıtı olarak Özgün Çoban’ın Ahlâk’ı hem melek hem şeytan hem de soytarı olarak canlandırması çok doğru bir yorum. Böylece Medea’nın ona kafa tutarak “asıl senin ihtiyacın vardı, çocuklarımı öldürmeme” diyebilmesi ve sonunda Ahlâk’ı da öldürmesi cuk oturur.
Ali Arda’nın, tüm şiirselliğini yansıtarak çevirdiği müthiş etkileyici metnin çok iyi sahnelenmiş yorumunda kanımca Pasolini yaşasaydı filmi için tercihini ondan yana kullanacağı Şenay Gürler olağanüstü bir Medea olurken, Özgün Çoban da müthiş başarılı bir Ahlâk. Oyunun üçüncü ana karakterini, ışık büyücüsü Ayşe Sedef Ayter’in nefes kesici ışık tasarımını da unutmayalım.
11 Mayıs Kültüral Performing Arts, 12 Mayıs Fişekhane, 19 Mayıs Baba Sahne, 26 Mayıs DasDas ve sezon boyunca İstanbul sahnelerinde. Kaçırmayın. Sağlıklı seyirler dilerim.