"Artık bir şeylerin değişme zamanı geldi. Yeni bir dünya düzeni kurulacak ve biz buna önderlik etmeliyiz. Bunu yaparken özgür dünyanın geri kalanını da birleştirmemiz gerekiyor." JOE BIDEN
İstanbul’da en çok özlediklerimden biri İstiklal’den Galata’ya doğru yürüyüş yapmak, diğeri ise elimde patlamış mısır sinemada film izlemekti. Sinema filmlerini genellikle kolektif bilincin, zamanın ruhunu anlamak açısından, bana ne mesaj vereceğini görmek için izlerim. Bunun yanında Hollywood’a yön verenlerin geleceği nasıl kurguladığını filmlerin satır aralarında okumak da bu işin diğer bir heyecan verici noktası.
Bu sefer radarıma filmler İstiklal’de yürürken tesadüf eseri(!) afişini gördüğüm Chris Pine’ın başrollerinde olduğu ‘Komplo’ ve ‘Fantastik Canavarlar’dı. İkisinin de konuları Berlin’de geçiyordu! Ne kadar da anlamlı bir tesadüf öyle değil mi? Tabi insan sormadan edemiyor, Hollywood’un mürekkebiyle insanlığın bilinci ile oynayanlar Almanya üzerinde yeni bir kurgu mu hazırlıyor?
Neyse biz kaldığımız yerden devam edelim! ‘Komplo’ filmi yeterince ilginç ve sürükleyiciydi ama ben ‘Fantastik Canavarlar’ üçlemesinin son filmi olan Dumbledore’un Sırları’nın satır aralarındaki mesajlar üzerine yazıya devam etmek istiyorum. Senaryosunu J.K Rowling ve Steve Kloves’in yazdığı ve yönetmenliğini David Yates’in yaptığı film Harry Potter’ın eğitim gördüğü döneme giderek Dumbledore’un Sırları’nı konu ediniyor. Uluslararası Büyücüler Federasyonu yeni önderini seçmek üzeredir. Kötü adamımız Grindelwald ise işlediği suçlardan ötürü aranmaktadır. Ama büyülü güçlerini kullanarak kendini aklamayı başarıp liderliğe adaylığını koyacaktır. Amacı ise kendi ırkından olmayan sıradan insanları ve dünyalarını yok etmektir. Kahramanımız Dumbledore, Newt Scamander, Theseus Scamander ve Jacob Kowalski başta olmak üzere, büyülü güçlerini iyilik için kullanan ekibi bir araya getirecektir. Hep birlikte Grindelwald’ın hain planlarını suya düşürmek üzere harekete geçeceklerdir. Buraya kadar klasik bir kahramanın yolculuğu hikâyesi anlattığımı biliyorum. Satır aralarına girdiğimizde ise iyi ve kötü ayrımının nasıl yapıldığını görmek ayrıca şaşırtıcıydı. Bir kere olay 1930’ların Berlin’inde geçiyor. Dumbledore ve arkadaşları günümüz tarih senaryosunun yazarları İngiltere, Amerika birlikteliğini temsil ederken karşılarındaki kötülüğün temsilcileri ise yenidünyanın önderliğine soyunma gafletinde bulunan Çin, Almanya ve Latin Amerika’dır.
Anti-kahraman Grindelwald, bize büyücüler dünyasının Hitler’i olarak yansıtılıyor. Berlin’de geçen hikâye II. Dünya Savaşı’nı hazırlayan koşulların bir benzerini sinematografik dille gözler önüne seriyor. Büyücüler dünyasını yönetecek liderin seçiminin yapılacağı yer ise o evrenin Tibet’i yani Şambala’sı olarak karşımıza çıkıyor. Senaryonun satır aralarına baktığımızda her ne kadar olaylar geçmişte yaşanmış gibi görünse de içgüdülerim hikâyenin günümüzde yaşanan olaylara ve geleceğe yansıtıma yaptığı izlenimi veriyor. Ukrayna-Rusya Savaşı’nın fitilini ateşlediği üçüncü paylaşım savaşında kartların yeniden dağıtıldığı gün gibi ortada. Filmin senaryosuna bakılırsa Brexit ile Avrupa Birliği’nden ayrılan İngiltere ve AB’nin patronu Almanya tıpkı birincisinde ve ikincisinde olduğu gibi üçüncüsünde de karşı karşıya bırakılacak gibi görünüyor!
J.K Rowling’in kaleme aldığı Harry Potter serileri ve Fantastik Canavarlar iyi ve kötünün arasındaki güç savaşlarının enstrümanı olarak büyüyü merkeze koyuyor. Dumbledore’un Sırları filminde ise II. Dünya Savaşı’nı hazırlayan koşullar filmin odağını oluşturuyor. Peki, büyü, okültizm ve ikinci paylaşım savaşını hazırlayan koşullar arasında gerçekten bir bağ olabilir mi?
Almanya’ya taşınmadan önce de bu konular ilgimi çekiyor ve bu alanda araştırmalar yapıyordum. Bir gün Berlin’e taşınıp, Almanya’nın kalbinden bu konular hakkında yazacağım aklıma gelmezdi. Sanırım ben de kişisel tarihimde bir kırılma noktasına doğru ilerliyorum. Carl Gustav Jung “İnsan var oldukça gölgesi de olacaktır, olmalıdır da. Çünkü ışık varsa gölge vardır. Burada bize düşen karanlıkla bütünleşmektir” demiştir. Bu bütünleşmenin getireceği aydınlanmanın da aydınlığı hayal ederek değil, karanlığın bilincine vararak geçekleşebileceğini ifade etmiştir. 16 Mayıs Pazartesi günü sabah saatlerinde Akrep burcunun 25 derecesinde bir ay tutulması gerçekleşti. Bu tutulma, tam da Jung’un dediği gibi yerin altına saklanan ve güneş ışığına çıkmaktan kaçanları yeryüzüne çıkaracak. Karanlığı seçen taraflarımızı görmezden gelmeye devam edemeyeceğimizi çünkü artık gün ışığına ihtiyaç duyduklarını ve bizi bütünlüğe götürecek aydınlanma süreci için, kendilerini görünür kılacaklarını işaret ediyor!
Elbette karanlıkla yüzleşmenin bireysel ve kolektif tarafları var. Bireysel düzlemde tarihin karanlık sayfalarında yolculuk yapıp yazmaktan uzak kalmayı seçtiğim bazı konularda Pandora’nın Kutusu’nu açma vaktinin geldiğini düşünüyorum! İçimden bir ses bu yazıların tek bir makaleye sığmayacağını ve Avrupa tarihinde ikinci paylaşım savaşından çok daha eskilere gitmem gerektiğini söylüyor. Öyle de yapacağım! Şimdiye anlam verebilmek için geçmişi bilmek gerekiyor. Siz ne dersiniz?