75 yıl sonra, Kıbrıs´ta Holokost´tan kurtulanların, sert İngiliz esaretindeki mülteci kamplarından bahsedildi. İsrail´e ulaşmaya çalışan binlerce Yahudi mahkûmu barındıran son metal kulübelerden biri, Larnaka´daki yeni bir Yahudi Müzesinin merkezi olmaya hazırlanıyor.
Rose Lipszyc, Holokost’tan sağ kurtulduktan sonra, kışın Alplerde kilometrelerce yürüdükten ve aşırı kalabalık bir teknede Akdeniz’i geçtikten sonra, Kıbrıs’taki İngiliz kamplarında hapsedildiği ayları açıkça hatırlıyor.
İngiliz askerlerinin Doğu Akdeniz adası Kıbrıs’ta Yahudileri kamplarda hapsetmeye başlamasından 75 yıl sonra, bugün halen yankılanan karanlık olaylar hakkında konuşan 92 yaşındaki Lipszyc, “Tüm yaşadıklarımızdan kurtulduktan sonra, ne yazık ki tekrar dikenli tellerin arkasına dönmüştük” sözleriyle yaşadıklarını aktarıyor.
Anavatanı Polonya’nın Lublin kenti olan Lipzyck’in ailesi, II. Dünya Savaşı sırasında Nazilerin katlettiği 6 milyon Yahudi arasındaydı. Rose, Almanya’da zorunlu işçi olarak çalışırken, sahte belgeler kullanarak ölümden kaçtı.
Savaştan sonra İtalya’ya gitti. Ardından, bir Yahudi ulusunun hayalini kuran, travma geçirmiş binlerce mültecinin toplu göçüne katılan Lipzyck, İngiliz yönetimindeki Filistin’e gitmek üzere Venedik’te köhne bir tekneye bindi. Lipzyck, “Tekneye sıkıştırılmış 300 kişi, sardalye gibiydik” diye anlatıyor.
Ancak ufukta Filistin kıyıları belirirken, iki İngiliz savaş gemisi onların umutlarını yitirmelerine neden oldu. “Almanya’da beni kurtardıkları için ayaklarını öpeceğim İngiliz askerleri, coplarla küçük teknemize atlıyorlardı” derken, sesi titriyordu.
Kıbrıs’ta kamplar
Kıbrıs’ın 250 kilometre kuzeybatısındaki bölge, o zamanlar İngiliz yönetimi altındaydı. İsrail’in Holokost Anma ve Eğitim Merkezi Yad Vaşem’e göre, Ağustos 1946 ile Şubat 1949 arasında 39 teknenin getirdiği 52 binden fazla Yahudi, Kıbrıs’taki on kadar kampta göz altına alındı.
Lipzsky, “İngilizler bizi aç bırakmıyorlardı ve Almanlar gibi bizi öldürmüyorlardı ancak yine de çok travmatikti; kısa bir süre önce beni serbest bırakan aynı insanlar, şimdi beni hapse atmışlardı” diyordu.
Yad Vaşem, İngilizlerin, söz konusu insanların sıkış sıkış yaşadığı kampların Filistin’deki ‘İbrani Direniş Hareketi’nin gücünü kırmayı amaçlayan bir ‘caydırıcı’ olmasını istediğini belirtiyor. Kamplarda 400’den fazla insan hastalıktan öldü.
Kıbrıs Baş Hahamı Arie Zeev Raskin’in ‘gelecek nesle öğretmek’ istediği bu tarih, Holokost ile 1948’deki İsrail Vakfı arasındaki ‘yapbozun çok önemli bir parçası’ olarak nitelendiriliyor.
Raskin bir çiftçinin, kampların kalan son metal kulübelerinden birini traktör kulübesi olarak kullandığını keşfettiğinde, onu liman kenti Larnaka’da inşa etmekte olduğu Kıbrıs Yahudi Müzesinin en önemli parçası haline getirdi. Raskin, “Kulübelerde yazları sıcaktan kaynar, kışın donarlardı” dedi. Yad Vaşem, kamplarda tutuklu Holokost kurtulanlarının yaklaşık yüzde 80’inin 13 ila 35 yaşları arasında olduğunu, ayrıca kamplarda 2200 bebeğin doğduğunu belirtiyor.
Tally Barash onlardan biriydi. Şimdi 73 yaşındaki Barash, Romanya’dan gelen Yahudi ebeveynlerinin kamplardaki zor yaşam koşullarını hatırlatarak, “Bana göç kızı anlamına gelen Bat Aliya dediler. Çok zor bir zamandı.”
Günümüzden onlarca yıl önce askeri bir İngiliz hastanesinde gözaltında tutularak doğan Tally, şimdi Londra’da bir matbaa yönetiyor ve geçmişiyle gurur duyuyor. “Bu müze, hatıralarımın canlı kalmasına yardımcı olacak” dedi.
Yeraltı Yahudi gruplarına yardım
İngiliz yönetimine kızgın olan Kıbrıslılar, Yahudi milis güçleriyle çalıştı. Christakis Papavassiliou, babası Prodomos Papavassiliou’nun, aralarında İngilizlerin olduğu Kıbrıs Alayı ile Kuzey Afrika’da faşist güçlerle savaştıktan sonra, kamplarda olanlara şahit olunca, çileden çıktığını anlatıyor. “Emekli Fransız fahri konsolosu olan babam, yeraltı Yahudi gruplarıyla çalışarak hayatını riske attı” dedi.
Prodromos yüzlerce Yahudi’ye yardım etti, portakal bahçeleri ve mağaralarda tünel açanları, artık popüler turizm beldesi olan ‘Aya Napa’ yakınlarındaki koylardan kaçırmak için tekneler organize edene kadar sakladı.
Kıbrıs’ta yaşanan bu olaylar, başrollerini Paul Newman ve Eva Marie Saint’in oynadığı 1960 Hollywood destanı ‘Exodus’te dramatize edilirken, İsrail liman kenti olan Hayfa, Papavassilou’nun onuruna limandaki meydana ‘Papa Meydanı’ adını verdi.
Kıbrıs- İsrail İşbirliği Başkanı Christakis Papavassiliou, geçmişin iki ülke arasında yakın ilişkiler kurulmasına yardımcı olduğunu belirtiyor.
Britanya Tarihi Araştırmaları Enstitüsünden Eliana Hadjisavvas, ‘bağlamsal farklılıkları’ kabul ederken, tarihin, bu günkü göçmen kriziyle bariz paralellikler gösteren başka bir ders daha içerdiğini söyledi. Kamplar hakkında bir kitap yazan Hadjiyavvas, “Tarih bize; zulüm ve ıstırap karşısında, insanların güvenlik arayışında büyük fedakârlıklara katlanacağını hatırlatıyor” dedi.
Lipszyc sonra dört yaşındayken, büyük büyükannesinin onu Toronto’ya getirtmesi ile Kanada’ya taşındı. “Benim yaşadıklarımı yaşayabilseydiniz, o zaman nefretin hayatta size bir faydası olmadığını görürdünüz. Nefret sadece yok eder” açıklamasında bulundu.
Exodus’un gerçek hikâyesi
İsrail’in Kudüs kentinde bulunan Holokost Müzesi Yad Vaşem’de; Bireyler, Uluslararası Holokost Araştırmaları Okulu Yayınları, Uluslararası Holokost Araştırmaları Enstitüsü ve daha fazlası aracılığıyla Holokost’un gerçeklere dayalı hikayelerini öğrenirler. Bir örnek, 70 yıldan fazla bir süredir dünya çapında milyonlarca insanı büyüleyen ve ilham veren mülteci gemisinin destanı Exodus’tur.
Leon Uris’in 1958’de en çok satan romanı Exodus, kendi adını taşıyan göçmen gemisini ve İsrail Devletinin doğuşunu anlatıyor. Romanda, Kıbrıs’ta İngilizler tarafından kurulan Karalaos Toplama Kampında tutulan Holokost kurtulanları, Exodus’a bindiler. Siyonist aktivist Ari Ben Canaan yönetimindeki plan, mültecileri İngiliz mandası yönetimi altındaki Filistin topraklarına getirmekti. O zamanlar İngilizler Eretz İsrael’e Yahudi göçüne izin vermediği için yasa dışıydı. Geminin seferini öğrendikten sonra, İngilizler bölgeyi abluka altına aldı ve geminin daha fazla ilerlemesini engellediler. Mülteciler açlık grevine başladı ve Ben Canaan gemiye patlayıcılar bağlayarak, İngilizlerin gemiye binmeye kalkışması halinde onu havaya uçurmakla tehdit etti. İngilizler zaman kazanmaya çalıştığında, Ben Canaan, dünyanın onların çaresiz durumuna tanık olması için her gün on çocuğun intihar edeceğini ilan etti. İngilizler pes etti ve gemi hedefine doğru yola çıktı. 1960 yılında roman, ödüllü bir uzun metrajlı filme dönüştürüldü.
Uris’in romanı, Holokost sırasında yaşadıkları akıl almaz travmalardan sonra hayatlarını yeniden inşa etmeye çalışan hayatta kalanların tarihine ve birçok kişinin zorluklara rağmen eski anavatanlarına göç etme seçimine ışık tutuyor. Bir Yahudi devleti için yüzyıllarca süren mücadelenin hikâyesinde, Uris’in romanının tarihsel olarak gerçekleri kesin olarak yansıttığı anlaşılabiliyor.
Temmuz 1947 tarihinde Exodus gemisinin yasa dışı göçü, Aliya Bet Örgütü tarafından organize edildi. Örgüt eski bir Amerikan gemisi olan ‘Başkan Warfield’i aldı ve Temmuz 1947’de, büyük çoğunluğu Almanya’daki yerlerinden edilmiş, Holokost’tan kurtulan Yahudi mültecileri gemiye bindirdi. Yaklaşık 300 Yahudi çocukla Kıbrıs’tan yola çıkan geminin anlatıldığı kitaptan farklı olarak, gerçek hikâyede Fransa’nın Marsilya limanından çeşitli yaşlarda 4500 kadar yolcu yola çıktı. Gemi açık sulara ulaştığında, adı Exodus1947 olarak değiştirildi. Holokost’tan kurtulanların mücadelesini, Yahudi halkının Mısır köleliğinden özgürlüğe, ulus olmaya doğru çıkmalarını anlatan ve Tevrat’ta okunan göç hikâyesine ithafen gemiye Exodus/Çıkış adı verildi.
Güvenli sulara ulaşmadan önce, İngilizler gemiyi ve yolcularını yakaladı ve gemiyi Hayfa’ya yanaşmaya zorladı. Yolcuları dışarı çıkardılar, yasadışı Yahudi ordusu Hagana ile yapılan çarpışmalarda İngilizler üç kişiyi öldürdü ve daha fazlasını da yaraladı. Mülteciler daha sonra üç gemiye yerleştirilerek Fransa’ya geri dönmeye zorlandı. Orada üç ay boyunca gemiler kıyıda yüzdü ve bekletildi. Fransızlar onları karaya çıkarmayı reddetti. İşte Uris’in romanı ile gerçek hikâyenin kesiştiği yer: yolcular gerçekten de dünyanın dikkatini çeken açlık grevine başlama kararı aldı. Ancak kitabın aksine İngilizler pes etmedi ve Dışişleri Bakanı Ernest Bevin mültecilerin Almanya’daki yerinden edilmiş kişilerin kamplarına geri dönmelerini emretti. Çoğu İsrail Devleti’nin Mayıs 1948’de kurulmasına kadar burada kaldı. Bu grubun son Holokost kurtulanları 1949 yılında İsrail topraklarına varabildiler.