Büyük sanatçı Habib Gerez'in ardından

Yazar, şair ve ressam Josef Habib Gerez, hayatını kaybetti. Sevenleri, Gerez´i anlattı.

Toplum
31 Mayıs 2022 Salı

Galata aşığı Habib Gerez’in ardından

Silvyo Ovadya

Ressam, şair, Hahambaşılık eski görevlisi Habib Gerez’i muhtemelen 35 yıl önce yakından tanıdım. Bir eserini satın almak üzere Yörük Çıkmazındaki ev/atölyesine gittim. Yörük Çıkmazındaki apartmanın ikinci katında yan yana iki dairesi vardı. Birinde oturuyor, diğerini sanat atölyesi olarak kullanıyordu. O gün bir eserini satın aldım. 

O tarihten sonra İstanbul’da açmış olduğu tüm sergilerini izleme olanağım oldu. Açılış saatlerinde iptal edemeyeceğim bir meşguliyetim varsa öncesinde mutlaka uğramaya çalıştım ve bir eserini satın aldım. Evimde, adadaki evimde, iş yerimde, biri Gerez’in düğün davetiyem üzerine yapmış olduğu tablo olmak üzere 7-8 eserine sahibim.

Sergilerinde ve açılışlardan önce karşılaştığım bir kişi vardı; Rahmetli Diko Detoledo. Kaç Gerez’i vardı bilmem, ancak Gerez’in sanatına çok değer verir ve boyutu ne olursa olsun mutlaka bir eserini alırdı. Bilmeyenler vardır; Habib Gerez kendisine düğün davetiyesi verildiğinde onu mutlaka bir tuval gibi değerlendirir ve üzerinde bir sanat eseri yaratırdı. Bunu bilenler de kendisine davetiyelerini özellikle verirdi.

Bugün fotoğrafını çekmek için Yörük Çıkmazındaki eski evinin sokağına gittim. Sokağındaki kötü görüntülerden kendisini ve tüm komşularını kurtarmak için sokağın iki yanına birer desen yapmış. Aradan geçen uzun yıllara rağmen bu eserler halen duvarları süslemekte.

Tablo satın alarak, sanatına değer vererek başlayan ilişkimiz zamanla doğum günlerine davet edilmemle sürdü. Yörük Çıkmazından sonra yaşadığı Galipdede Caddesindeki atölye evinin giriş katı yol seviyesindeydi, orayı çok kez sergi alanı veya davet mekanı olarak kullandı. Doğum günlerini kutladığı 14 Haziran tarihinde mutlaka bir kutlama yapardı. Eli açıktı ve bu günlere arkadaşlarının katılmasından büyük mutluluk duyardı. Gittiğimde ya bir-iki CD ya da bir şiir kitabı hediye ederdim. YKB Yayınlarının mekanı en kolay hediyelik bulabileceğim yerdi ve oradan seçerdim. Yaşamını Barınyurt’ta sürdürdüğü dönemlerde de ona şiir kitabı götürürdüm. Ancak katarakt ameliyatları çok başarılı gerçekleşmediğinden okurken sorun yaşıyordu ve ‘bu getirdiğini zor okurum’ demek istemişti.

Habib Gerez, Hahambaşılık sekreteri olduğu dönemde de neşe dolu bir yaşam sürerdi ve hiçbir şeyi dert etmezdi. İş hayatının dışındaki zamanını da sanata adamıştı. Gerez inanılmaz bir arşivciydi. Kendi hakkında gazetelerde çıkmış tüm yazıları biriktirdi. Bu yazılar kütüphanesinde ciltlenmiş bir şekilde mevcut. Yazdığı makalelerin sayısı da bir hayli yüksek ve bunların az bir bölümünü iki kitapta yayınladı. Evinde 80 yıl eski tarihlere dayanan sayısız fotoğraf mevcut ve bunların her birinin izahatı var. ‘Kulüp’ dizisi çevrilmeden önce filmin danışmanı benden “Yahudi Yetimhanesi” ile ilgili bilgi ve varsa fotoğraf sordu. Gerez’in arşivinde çalışmalar yapmış olan Emel’i aradım. Korona, pandemi demeden bana 30’dan fazla fotoğraf gönderdi. Bugün her tarafı tarayın Ortaköy İlkokulu ve yetimhanesi ile ilgili bu denli fotoğrafa rastlayamazsınız. Gerez uzun yıllar Ortaköy Musevi İlkokulunda ve Yetimhane’de öğretmen olarak görev ifa etti. Cenaze günü Türk Yahudi Toplumunun eski dönem başkanı Rıfat Saban oradaydı ve Orfelina başkanı olduğu günlerde dahi Gerez’in Yetimhane’de çalıştığından bahsetti. 

Gerez hukuk mezunu olmasına rağmen hiçbir zaman avukatlık gibi bir meslek seçmedi. Bence ağır yük getiren işler ona göre değildi; o insanları rahatlatan, strese sokmayan işlerden hoşlanırdı. Vefatından sonra telefonla tanıştığım yeğeni Sabih Gerez bir whatsapp mesajında “Evet, Amcam istediği hayatı yaşadı” ifadesini kullandı. Cenaze töreninde Rıfat Saban abisinin İstanbul’da yaşadığı dönemlerde Unilever fabrikasının üst düzey bir yöneticisi olduğunu aktardı.

Habib Gerez dindar değildi ancak hiçbir zaman Yahudiliğini inkar etmedi. Başta sanat yaşamında Yahudi toplumunun fertleri değil, sanat çevresi onu daha fazla ilgilendirdi. Dini ne olursa olsun sanat çevresinin neferleriyle yakın ilişkiler kurdu. Ve o çevrede sayıldı ve büyük ilgi gördü.  

Habib Gerez ‘Sanat Evi’ olarak adlandırdığı evi ve atölyesini 500. Yıl Vakfına bağışladı. Şartlı olarak... Binanın uzun yıllar ‘Habib Gerez Müzesi’ olarak kullanılması şartı ile... Sonbahara dek orada yapılacak çalışmaların ardından belki de yasal olan üstüne açılabilecek terası da binaya kazandırak müzeyi sanat severlere kazandırmak ve bugünkü Galata furyasında üst katında bir Gerez Cafe oluşturmak en büyük amacımız… O zaman belki de müzemiz gerçekleştirdiği Galata Turlarında öğle vakti Sefarad Mutfağı’nn örneklerini de sunabilecek. 

Gerez aramızdan ayrıldı. Ancak Grosman’ın deyişiyle ölmedi. Eserleriyle yıllarca aramızda yaşayacak.

Ke su alma reposa en Gan Eden… 

***

 Halen boş işlerle mi uğraşıyorsun Gerez?

Moris Levi

Onu ilk kez 1977 yılında üniversiteden çıktıktan sonra part-time çalıştığım kağıtçı dükkanında görmüştüm. Resim yapmak için kâğıt almaya gelmişti. Dükkânın sahipleri çocukluk arkadaşları idiler. Hoyrat bir teklifsizlikle;

- Halen boş işlerle mi uğraşıyorsun Gerez? diye sormuşlardı.

Resim yaparak, şiir yazarak geçirilmekte olan bir yaşam o zamanlar insanlara o kadar boşa kürek çekmek gibi geliyordu ki! Öfkelenmiştim, ama Gerez’in olgun bir kalenderlikle gözlerinin içleri gülerek, kendisi ile alay ederek verdiği;

- Eeee ne yapalım işte, bu dünyaya benim gibi insanlar da lazım, deyişi ile de sakinleşmiştim. 

Ben de o dönemde içimdeki benle savaşmayı yeni yeni sonlandırmıştım. Edebiyatçı ya da gazeteci olmak istiyordum ama yeteri kadar uçuk diye bilinmenin yanı sıra bir de züğürt bir yaşamı göze alamamış, meslek olarak muhasebeciliği seçmiştim. Bu yüzden Jozef Habib Gerez bana, çok ama çok ilginç gelmişti. Gerez, içimde sindirilmiş olan şövalyenin bir ‘benzeri’ydi. Daha sonra onun ‘benzer’ olmaktan çok daha ötede, ozanların ve ressamların bir ustası olduğunu öğrendim. 

Yaşam bir kez daha Gerez’le beni 40 yıl sonra karşılaştırdı. 500. Yıl Vakfı Başkanı olmuştum ve beni ziyaret eden Moşe Grossman, dostumuz Jozef Habib Gerez’i vakfımıza vasiyet vermeye ikna ettiğini söylemişti. Birlikte Gerez’in Yüksekkaldırım’daki evine gittik. Gitmeden önce kitaplarını karıştırmış, orada burada gözüme çarpan ve evimdeki tablolarına bakmıştım. Renkli bir insan ile karşılaşacağımı biliyordum, ama renklerini bulunduğu mekâna yansıtan bir insan ile karşılaşacağımı bilmiyordum. 

Gerez’in olağanüstü ilginç bir evi vardır. Tıpkı mısraları gibi gizli anlamlarla, anılarla dolu bir evdir Gerez’in evi. Evin ne tarafına bakarsanız bakın bakılacak, incelenecek, anlamlandırılacak, öyküsü olan bir şey vardı. Duvarlar, zemin, merdiven basamakları, köşeler küçüklü büyüklü heykeller, renkli renkli resimler, kitaplar, fotoğraflarla dolu idi. Stüdyosu rengârenk ve bahar gibidir. Üst üste duvara dayalı, yığılmış tabloları insanı içlerine çekerler. Özetle bir müze gibidir ev. Ve ümit ederim ki yakında onu, yaşamın soğuk tekdüzeliğinden kısa bir süre için uzaklaşıp hoş vakit geçirmek isteyenler için, merak edenler için bir sığınak-müze yapmayı becerebileceğiz. Yine her gittiğimizde bir yudum Gerez tadabileceğiz. 

Gerez, bastırmış olduğu kitapları ile dolu bir vitrinin yanı başındaki koltukta oturur, anılarını tadına doyulmaz bir üslupla anlatırdı. Zaman zaman durduğu yerden; 

- Kalk şu karşıdaki 6 No’lu klasörü getir bak göstereyim, der yaşamını özetlediği, kendisine gelen mektupları, notları koyduğu, resimleri ile dolu albümlerle, dolu dolu yaşamının bir kesitini ‘yaşatırdı’.

Bilerek bu kelimeyi kullanıyorum; Gerez ‘anlatmazdı’, adeta bir tiyatro sahnesindeki baş rol oyuncusu gibi ‘yaşatırdı’. Bir anısını aktarırken birden duraksar, kitaplarını karıştırır sonra da stüdyonun köşesindeki mikrofonu açar, dramatik / teatral bir sesle konu ile ilgili bir şiirini okurdu.

Ondan günler boyunca, çok özel ve ilginç anılarını, tutarlı görüşlerini, iz bırakan yaşanmışlıklarını, şiirlerini dinledim. Gerez ömrümde tanıdığım en ilginç, en renkli insanlardan biri oldu. İflah olmaz bir güzellik ve özgünlük düşkünü, 100 yaşına merdiven dayamışken bile çapkın bir delikanlı idi. Yaşam o denli içine işlemişti ki, yaşamın ona katmakta olduğundan çok fazlasını yaşamlarımıza katmayı bilmişti.
Gerez, ressamlığının yanı sıra uzun yıllar, Türkiye’de yaşayan yabancılara Türkçe öğretmek ve dönemin Hahambaşısı Davit Asseo’nun genel sekreterliğini yapmakla geçindi. İzninizle, bana anlattığı olağanüstü öykülerden / anılarından birini paylaşmak istiyorum sizinle. Bakalım onun anlattığı kadar lezzetli yazmayı başarabilecek miyim?

Keyifli olduğu bir gün anlatmaya şöyle başlamıştı:

***

“Bilirsin, bizim hahamlar Pesah özgürlük bayramında özgürlükleri kısıtlı olanlara özel özen göstermeye çalışırlar. Asseo da bu geleneğe çok önem verirdi. Her Hamursuz Bayramı öncesinde beni bir haham ile birlikte hapishanelere gönderirdi. Gerekli izinleri alır hapishanedeki Yahudi hükümlü ve tutuklulara, bayram için hamursuz ve bayram kurallarına uygun yiyecek götürürdük. 

O dönemde Türkçesi en iyi olan Haham Sapayo da benimle birlikte gelirdi. Haham Sapayo, çok uzun sakalları olan iri yarı, davudi sesi ile de heybetli / etkileyici bir adamdı. Hele siyah haham cübbesinin içerisinde çatık kaşları ile ağır ağır yürüdüğünde bütün kapılar önümüzde adeta saygı ile açılır, gittiğimiz her yerde dikkatleri üzerimize çekerdik. 

Yine bir yıl, hamursuz paketlerini yüklendik ve hapishanenin yolunu tuttuk. Bilinen tek Yahudi hükümlü, gümrük kaçakçılığından hüküm giymiş yaşlı bir tüccardı. Sevinç içerisinde bizi karşıladı. Dualar yapıldı, sohbet edildi ve çıkma zamanı geldiğinde yaşlı hükümlü bize ‘Bana, aşağıda narkotik koğuşunda Yahudi bir tutuklunun daha olduğunu söylediler, gelmişken ona da uğrayın’ dedi ve bizi uğurladı.

Hemen müdüriyete gittik, izin aldık ve narkotik koğuşuna gönderildik. Tutuklu ‘ot’ bulundurduğu için yakalanmıştı ve satıyor şüphesi ile hâkim kararı bekliyordu. Orta yaşlı, çok ufak tefek, buruşuk ciltli, eciş bücüş, aslında ‘Hamursuz’ ile ‘din’ ile ilgisiz yalnız bir adamdı ama bizleri karşısında gördüğünde, günlerdir gergin bekleyişin etkisi ile olacak, salya sümük ağlamaya başladı. Kendisinden genç Haham Sapayo’nun ellerine sarılıp, bir yandan da ‘Ahhh Signor Haham! Mesto çurudeyando aki por nada’ (Ahhh Haham Efendi! Burada bir hiç yüzünden çürüyorum) diye hıçkırıyordu. 

Haham Sapayo kafasını salladı, ‘Merak etme!’ der gibi baktı, elini adamın başının üzerine koydu ve duyulabilir bir sesle dua mırıldanmaya başladı. Adam huşu içinde gözleri dolu, saygılı bir bekleyiş içerisinde hahama ve yere bakıyordu. Etrafta bizimle olan gardiyan ve üç beş mahkûm ayağa kalkmış, ellerini önlerinde saygı ile birleştirmişlerdi. Çağlar öncesinden gelmiş gibi duran iri yarı uzun sakallı Haham Sapayo ve neredeyse beline kadar boyuyla burnunu çekip durarak ona minnettarlıkla bakan adam, hapishane duvarları arasında insanın ömründe göremeyeceği absürt bir manzara çizmişlerdi. İster istemez manzaranın komikliğine bakıyor gülmemek için kendimi zor tutuyordum. İşin ilginç yanı şu ki, o duanın gücüne orada bulunan herkes -ben azıcık şüpheyle olmakla beraber- inanıyorduk. 

Haham, yüksek sesle ettiği duayı bitirdiğinde elini kavrayıp öpmeye başlayan adama kendinden emin; ‘No te merekiyes, maz no me vas a ver me aki!’ (Merak etme, bir daha beni burada görmeyeceksin!) dedi, adam sevinç içerisinde benim elimi bile öptü ve elimizde kalan paketleri yüklenip Hahambaşılığa geri döndük.

Gerçekten de, o tutuklu -ve hiç kimse- bir daha Haham Sapayo’yu hapishanede görmedi. 

Çünkü Haham Sapayo o gece birden öldü...”

***

Ancak bir sanatçı, hapishane duvarları arasındaki hüznü rengârenk bir öyküye çevirebilir.

Gerez, adam gibi bir adamdı.

İyi ki “boş işler” yapmayı seçmiş.

Yaşamlarımızı sanatla, mizahla, keyifle, varlığı ile doldurmuş.

Gerçekten bu dünyaya Gerez gibi insanlar çok lazım.

***

İdolüme veda ederken

Aymy Emel Benbasat

Habib Gerez ile 2013 yılında evini 500. Yıl Vakfına bağışlamasından sonra tanıştım. O dönem 500. Yıl Vakfı Başkanı olan Moris Levi evde çok değerli bir arşiv olduğunu, bu arşivin dijitalleşmesi gerektiğini ve evin Gerez'in vefatından sonra Müze'nin bir parçası olarak Habib Gerez ile eserlerini yaşatmak için kullanılacağını dile getirdi. İlk duyduğum andan itibaren sanat ve kültüre olan sonsuz tutkumdan dolayı büyük bir heyecanla bu görevi üstlenmeyi kabul ettim.

2013 yılından 2018 yılına kadar her Cuma, Habib Gerez ile vakit geçirdim. Fotoğraflarını (ki bu fotoğraflar doğumundan itibaren bütün hayatını özetleyen muhteşem bir arşiv) dijitale aktarırken bir yandan da uzun uzun sohbetler ediyorduk. Hayatını paylaşıyor, eserlerini anlatıyor, her gittiğimde o hafta yazılmış yeni bir şiirle beni karşılıyordu. Her hafta, cuma gününün gelmesini, onun renkli hayatının dehlizlerinde kaybolayım diye iple çekiyordum. O da sohbetlerimizden keyif alıyordu ki gidemediğim hafta olursa hemen arıyordu, "Nerelerdesin Emel'cik, gelmedin bu hafta" diye.

Bazen de yüzümden anlıyordu o hafta kendimi iyi hissetmediğimi ve ne olduğunu sormadan hayat üzerine felsefi sohbetlerle, sözlerle bir anda olaya bakış açımı değiştiriyordu. Artık benim için ailemin büyüklerinden biriydi. Birlikte resim yapıyorduk, şiir okuyorduk, benim şiirlerimi okuyup haftalık yorumlarını biriktiriyor, yol gösteriyordu. Aşklarıyla, ayrılıklarıyla hüznü de neşeyi de öyle güzel anlatıyordu ki renkleri sözcüklere işleyerek. Galata'nın sevilen simasıydı; herkes Habib Baba’yı görmeye gelirdi. Onu çok seven dostları vardı, onlarla öğle yemeklerini beraber yerler, Galata çevresinde gezerlerdi. Bazen ben de onlara eşlik eder, keyifli sohbetlerine tanık olurdum.

Birlikte geçirdiğimiz o kısacık vakitte Habib Gerez'den hayatı yaşamanın kılavuzunu nasıl kullanacağımı, üzüntülerin bile nasıl güzelliklere dönüştürülebileceğini, sanatın insan yaşamı üzerindeki olumlu etkisini, iyilik yapıp onu unutmanın ve mutlaka insanların hayatına değmenin önemini; anlattığı yaşam yolculuğundan öğrendim.

Annesine olan bağlılığını her seferinde ondan bahsederken parlayan gözlerinden, hayvan sevgisini evinin kapısını bekleyen kedilerden yüzümde hep bir tebessümle izledim.

Yaşayan bir tarih, yüreği iyilikle dolu, kimlerin hayatına değdiği bilinmeyen bir isimsiz kahramandı Habib Gerez.

Galata, en renkli simasını, onu sevenler Habib Baba’sını, sanat camiası büyük ustayı, ben çok kıymetli sohbet arkadaşımı ve seçerek kabul ettiğim bir aile büyüğümü kaybettim. Renkler yoldaşın olsun büyük üstat.

***

Yosef Habib Gerez        

Moşe Grosman

Mine isminde bir okul arkadaşımız vardı. Soyadını anımsayamıyorum. Yıllar, yıllar üstüne binmiş, bazı şeyleri alıp götürmüş.

Mine’nin elinde bir şiir kitabı vardı. Ozanı Habib Gerez, adı da ‘Büyük Güzel’di. Mine, kitabı gösterirken, “Bu sizden biri” demişti.

Kitabı Mine’nin izniyle Edebiyat Hocamız Serhat Kestel’e verdik. Bir göz atıp fikrini bize söylerdi belki…

Serhat Kestel, kolay kolay beğenmeyen biriydi. Bakalım Ozan Habib Gerez için ne diyecekti?

Önümüzdeki ilk derste yerine oturduktan sonra çantasından Gerez’in kitabını çıkardı. Nefesimizi tutmuş hocamızın diyeceğini beklemeye başladık.

Serhat Hoca şöyle dedi:

-           Habib Gerez, önemli bir şair. Türk dilini çok mükemmel kullanıyor. Çok beğendim. Eğer okulda bir konferans vermesini sağlarsanız, iyi bir iş yapmış oluruz.

Gittik. Gerez’le görüştük. Bizi çok iyi karşıladı ve okulda konferans vermeyi kabul etti.

Konferans günü sabah erkenden başlayarak bütün okulu sabunlu sularla yıkadılar.

Gerez’le tanışmam böyle başlar… Yazmak ve resim yapmak büyük tutkumdu. O nedenle Habib Gerez iyi ve sağlam bir kaynaktı. Beni, Hikmet Onat, Şeref Akdik, Ayetullah Sümer, İbrahim Safi, Hüseyin Bilişik gibi ressamlarla tanıştırıyor ve o ünlü isimler elimi sıkarken büyük bir mutluluk duyuyordum.

Edebiyat öğretmenim yazar Serhat Kestel ile dost olmuşlardı. Gerez, birçok şiir kitabı yayınlıyor ve beğeni alıyordu. İki satırlık şiirleri de vardı akılda kalan…

Habib’in yoksa da bol parası / İyidir, hoştur Dünya ile arası gibi şu anda aklıma gelen kısa şiirciklerinden çok yazdı. Şiir kitapları birçok dile çevrildi. Bu arada, susamışçasına resim yapmaya devam ediyordu.

Onu son yolculuğuna uğurladığımız gün söylediğim gibi: “Gerez ölmez.” O kadar belge, yapıt bıraktı ki hep aramızda kalacak ve hep yaşayacak.

Kabataş Lisesinde okuduğu zaman, edebiyat öğretmeni ünlü şairimiz Faruk Nafiz Çamlıbel’di.

Gerez’in ilk kitabı ‘Gönülden Damlalar’ Faruk Nafiz’in teşvikiyle yayınlanmıştır.   

96 yaşında sonsuzluğa uğurladığımız Yosef Habib Gerez için daha çok konuşacağız.

***

Habib Gerez sonsuzluğa karıştı

Egeberk Baruh

Habib Gerez’i tanıdığımda 95 yaşındaydı, ben ise 14. Kendisi ressam, yazar ve şair ünvanlarıyla biliniyor. Türkiye dışında Amerika ve Fransa gibi ülkelerde de olmak üzere yüzlerce kişisel sergi açmış, elliye yakın kitap yazmış ve bu kitapların bazıları Bulgaristan gibi ülkelerde farklı derslerde eğitim müfredatının bir parçası olarak okutulmuş, gazete ve dergilerde yayımlanmak üzere 600’e yakın makale yazmış, sanat alanında 100’e yakın ödül almış, eserleri birçok önemli müzede sergilenmeye değer görülmüş ve hala sergileniyor.

Kendisini tanıdığım zaman Or Yom’da ikamet ediyordu; zamanında yaşadığı evi ise bir müze haline getirilmişti. Or Yom’a gittiğim zaman kendisinin bir tableti olduğu fakat kullanmakta zorluklar yaşadığı, haftada bir gün kendisine tabletini kullanması konusunda yardım etme görevi verildi bana. Ben de her hafta bir gün okuldan sonra kendisinin yanına giderdim.

Henüz tanıştığım ilk zamanlarda aslında ne kadar önemli biri olduğunu fark etmiştim, bunun yanı sıra kendisiyle tanıştığım ve zaman geçirme fırsatına sahip olduğum için ne kadar şanslı olduğumu zaman içinde daha da iyi anladım.

Kalmak için güzel bir yer Or Yom. Pansiyonerlerin toplandığı geniş ve ferah alanlar var; fakat onu ziyarete gittiğim zaman ise genellikle yatak odasında olurdu. Yatak odaları geniş ve beyazdı, (benim gördüğüm) her odada iki yatak vardı. Gerez yatak odasına kendisinden renkler katmıştı. Kendisini sanatın “kulu kölesi” olarak tanımlıyordu, onun hayatı sayılırdı sanat. Yatağının arka kısmında bulunan tahtada kendisine ait bazı önemli kitaplar bulunuyordu. Yatağı odanın bir köşesindeydi; yatağın bir yanında duvar ve dışarıdaki ağaçları gören bir cam, diğer yanında ise hareket edebilen bir masa, masanın üzerinde kendisinin o esnada okuduğu bir kitap ve müsvedde kağıtları bulunurdu. Şiir kitaplarından birini bana hediye etmişti. Kendisine tableti ve telefonunu kullanmasında yardım eder, okumamı istediği bir kitap ya da yazı olduğunda okur ve öğrenmek istediği bir şeyler olduğunda kendisi için araştırır ve anlatırdım. Kimi zaman kendisine gittiğim, gördüğüm bazı yerleri veya olayları anlatır, kimi zaman da kendisi bana bazı yaşantılarını anlatırdı. Dedemle tanışıyorlardı, eve dönme saatim geldiğinde dedemlere selam göndermeyi hiç ihmal etmezdi.

Hep can kulağıyla dinledim kendisini. Cumhuriyet’in ilk yıllarından beri hayattaydı, neredeyse bir asıra tanıklık etmişti ve belli ki ilginç bir hayatı vardı. Kendisinden dinlenilecek bir sürü hikaye, kendisinden ve kendisi hakkında öğrenecek de bir sürü şey vardı ve hala mevcut. 

Son görüştüğümüzde bir kitap istemişti benden. Şiir kitabının evinde olduğunu söylemişti; evinden getirmemi, eğer evinde değilse de görevliden kitap için parayı vermesini ve kitabı alıp kendisine getirmemi rica etmişti. O görüşmemizden sonra kitabın evinde olmadığını öğrenince benden istediği şekilde kitabın parasını almış, İstiklal’deki sahaflarda aramıştım kitabı. Kitabı oradaki sahaflarda bulamayınca internette bulmuş, babamla sipariş etmiştik. Bir haftada elime ulaşmıştı. Kitap, imzalıydı ve 1955 basımıydı.

Fakat o haftadan sonra bir daha kendisini görmeye gidemedim, pandemi artık Türkiye’de de etkili olmaya başlamıştı çünkü. Pandeminin etkileri artmaya başlayınca tedbirler alınmış, huzurevine ziyaretler de kısıtlanmıştı. Kendisini tekrar görebilmeyi ve kitabı verebilmeyi dört gözle bekledim. Kendisiyle zaman geçirme isteğim daha da arttı zaman içinde; hep can kulağıyla dinlemiştim onu ama zamanla kendisi ve yaşantılarına dair merakım daha da arttı.

Ancak yaşantılarını ve bildiklerini kendisinin ağzından dinlemenin artık mümkün olmayacağını öğrenmeyi beklemiyordum. Dedem bana bir vefat haberi vereceğini söylediğinde, vefat edenin Habib Gerez olabileceği aklımın ucundan bile geçmemişti. Fakat kendisiymiş vefat eden. Üzülemiyorum; çünkü kendisinin vefat edebileceği düşüncesi hiç gerçekçi gelmiyor. Kendisinin artık Or Yom’da olmayacağı; hatta değil Or Yom, toprağın altı dışında dünyanın ve evrenin herhangi bir yerinde olmayacağı...

Bana verdiği şiir kitabındaki (Gözlerinize Yazdım Sevgimi, 2018) ‘İç İçedir Ölümle Yaşam’ isimli şiirinde ölümü sonsuzluğa karışmak olarak tanımlıyor Habib Gerez. Kendisi sonsuzluğa karıştı. Kendisinin vefatının ardından tekrar düşününce, bir kişinin ölümünü aslında fiziksel durumu ve yaşı kadar (hatta bu etkenlerden daha çok) insanlık üzerinde ve insanların bilincinde bıraktığı izler belirliyor. Büyük düşünürler, liderler, sanatçılar, bilim insanları; yaptıkları çalışmalarla, ideallerle ve fikirlerle her daim yaşamaya devam ediyor. Habib Gerez, aynı kitabındaki ‘Yaşam ve Ölüm’ isimli şiirinde de insanların yaptığı olumlu şeylerle anılıp ölümü hak etmesi gerektiğini söylüyor, ki görüşünü göz önünde bulundurunca kendisi ölmeyi sonuna kadar hak ediyordu. Bilmiyorum ölümün ardından başka bir yaşam var mı; bana pek gerçekçi gelmiyor, ki ‘İç İçedir Ölümle Yaşam’ şiirini göz önünde bulundurunca kendisine de gerçekçi gelmemiş bu tarz düşünceler. Habib Gerez fiziksel olarak artık mevcut olmasa bile bana anlattıkları ve yaşattığı günlerle, arkasında bıraktığı resimler, şiirler ve yazılarla hala keşfedilmeyi bekliyor ve bu şekilde yaşamaya da her daim devam edecek.

Son görüştüğümüzde benden almamı rica ettiği kitap ise eylül ayında restorasyonun bitmesiyle halkın ziyaretine açılması planlanan Habib Gerez Sanat Evindeki kitaplığına girmeyi bekliyor...

 

 

 

 

 

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün