İstanbul bağımsız tiyatrolarını 17 ülkeden gelen festival yöneticileri, tiyatro yapımcıları ve eleştirmenleriyle buluşturarak Türk oyunlarının uluslararası tiyatro festivallerine davet edilmesinin yolunu açmak amacıyla Türkiye´de ilk kez 25-31 Mayıs 2022 tarihlerinde İstanbul´da düzenlenmiş olan “Türkiye Tiyatro Vitrini TheatreİST”, son yıllarda bağımsız tiyatromuz adına yapılmış en önemli etkinlikti.
Pandemi sürecinde yerli topluluklar arşivlerini açmış oldukları ve Moda Sahnesi, Boa Sahne, GalataPerform gibi bazı guruplar çevrimiçi gösterimlere yönelmiş oldukları için tiyatro izlenimlerimi yazmaya devam edebilmiştim. Ancak bu yazıları hiç aksatmadan sürdürmüş olmama, dünyanın önemli tiyatrolarının, özellikle önde gelen Anglosakson ve Fransız topluluklarının tüm arşivlerini açmalarının çok büyük katkısı olmuştu. İki yıla yakın sürede uluslararası tiyatro dünyasında gezinirken, kendi tiyatrolarımızın, özellikle de yenilikçi tiyatro prodüksiyonları ve yaratıcı performanslarıyla İstanbul’un bağımsız topluluklarının dünya tiyatrosunun düzeyini tutturmak bir yana, bu düzeyi çoklukla aştıklarını keşfetmiş, son yıllarda sağ kalma savaşı verirken bile böyle nitelikli işler yapabilen gençlerin, ellerine fırsat geçerse uluslararası tiyatro arenasını fiilen sarsacaklarını düşünmüştüm.
Bu açıdan, her yıl düzenlenerek sürdürülebilir uluslararası bir etkinlik olarak planlanan Türkiye Tiyatro Vitrini TheatreİST, Türk sanatçıların ve yapıtların uluslararası alanda görünür olmasına katkıda bulunacak çok önemli bir çalışma. Medeniyetler başkenti İstanbul’un uluslararası kültür haritasına entegrasyonunu sağlayarak kültür ekonomisine katacağı artı değer de cabası.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür Dairesi Başkanlığı’nın ev sahipliğinde Türkiye Turizm Tanıtım ve Geliştirme Ajansı’nın (TGA) katkılarıyla Kanada, ABD, Kosova, Romanya, İngiltere, Slovakya, Gürcistan, Azerbaycan, Almanya, Macaristan, Yunanistan, İspanya, Arnavutluk, İran, Polonya, İsrail, Çekya’dan 20 festival yöneticisi ve eleştirmenin katıldığı etkinlik, 25 Mayıs Çarşamba 16:00’da Müze Gazhane’de Emine Fişek’in moderatörlüğünde, Eylem Ejder ve Deniz Başar’ın sunduğu “Çağdaş Türk Tiyatrosu” paneliyle başladı. Bu üç muhteşem genç akademisyen kadın, su gibi akan bir buçuk saatlik sürede izleyicilere Türk Tiyatrosunun tarihsel ve yapısal dokusunu ustalıkla ve kusursuz bir İngilizce ile aktardılar. Emine Fişek’in tiyatromuza ışık tutan giriş konuşmasının ardından Deniz Başar, Türk tiyatrosunun gelenekselden günümüze kısa ama yoğun bir tarihçesini sundu. Eylem Ejder ise çağcıl tiyatromuzdaki kimi eğilimlerden, özellikle benim de çok önemsediğim monodrama fenomeninden söz etti.
Bu ilginç ve zengin içerikli panelin ardından İBB Şehir Tiyatroları’nın “Yaftalı Tabut” oyununun özel gösterimi yapıldı. Bilgesu Erenus’un yazdığı, BBT’den misafir yönetmen Yelda Baskın’ın sahneye koyduğu belgesel oyun, Türkiye’nin ilk kadın oyun yazarı, kuramcı, aktivist, toplumsal ve siyasi yaşamın her alanında öncü Fatma Nudiye Yalçı’nın 1920’lerde, Nâzım Hikmet ve Dr. Hikmet Kıvılcımlı’nın yanı başında başlayan ve on yıllarca süren mücadelesinin üzerinden Cumhuriyetin kuruluş yıllarından günümüze, siyasal tarihimizin dönüm noktalarını gözlemleyen, geçmişimiz ve bugünümüz hakkında sorular soran bir çalışma. Yelda Baskın’ın müthiş tempolu sahnelemesinin en etkileyici yanı, kadınlı erkekli tüm karakterleri yedi kadın oyuncunun ustalıkla yorumlaması ve yedisinin de değişe değişe Fatma Nudiye’yi canlandırmaları idi.
Etkinliğin asıl amacı olan tiyatromuzun yabancı misafirlere oyunlar üzerinden tanıtılması, Hasibe Kalkan, Senem Cevher, Handan Salta ve Ragıp Ertuğrul’dan oluşan bir grup tiyatro akademisyeni ve eleştirmenden oluşan proje tasarım grubu tarafından seçilen 12 oyun izlenerek, hemen ardından da izleyicilerle oyun ekipleri arasında söyleşiler yapılarak gerçekleştirildi.
Ev sahipliğini, İBB Şehir Tiyatroları Müze Gazhane Sahnesi ve BAU Pera Sahnesi’nin üstlendiği, birer gösterimin özgün mekânları Kumbaracı50, Be-Re-Ze Gösteri Evi ile Surp Vortvorts Vorodman Kilisesi’nde yapıldığı birinci yılın seçkisi şöyleydi:
“Şatonun Altında” (Fiziksel Tiyatro Araştırmaları), “Nihayet Makamı” (Kumbaracı50), “Zabel” (BGST-Tiyatro), “Dansöz” (Mek’an Sahne), “Macbeth-İki Kişilik Kabus” (Tiyatro BeReZe), “Biz” (mdtİST), “On İkinci Ev” (Melek Ceylan), “Saloz’un Mavalı” (Cihangir Atölye Sahnesi), “Gomidas” (Yolcu Tiyatro), “Godot Bize Gelmez” (Karagöz Sanat Atölyesi & Öteki Tiyatro), “Sar” (Çıplak Ayaklar Kumpanyası) ve “Köpek Kalbi” (Küçük Salon).
Etkinlik sırasında ve sonrasında, gerek etkinliğin düzenlenmesi, gerekse seçilen oyunlarla ilgili ciddi tartışma ve itirazlar olduğunu öğrendim. Kimi Tiyatro Eleştirmenleri Birliği üyeleri hangi oyunların seçildiğini eleştirirken, tanıyıp çok da önem verdiğim çok sayıda saygın tiyatrocu ise, etkinliğin hazırlık süreci neredeyse kapalı kapılar ardında yapıldığı, oyun seçiminde tiyatro camiasının fikrinin alınmadığı, çok önemli bazı tiyatroların kişisel ya da politik gerekçelerle göz ardı edildiği gibi konularda itirazlarını ortaya koymuşlar.
Kişisel olarak böyle bir polemiğe taraf olmayı istemediğimden, bu önemli fikir ayrılığından söz ettikten sonra, sadece etkinlikle ilgili kişisel izlenimlerimi paylaşacağım.
Etkinlik sayesinde izleyip de çok beğenmiş olduğum oyunları tekrar büyük keyifle izledim. Bu vesileyle her biri ayrı birer yazı konusu olacak iki keşifte de bulundum. “Saloz’un Mavalı” ile “Godot Bize Gelmez” oyunlarından ve bu oyunların çağrıştırdıklarından ileride yeniden söz edeceğim.
Kişisel olarak pandemi sonrasının olağanüstü sezonundan müthiş etkileyici oyunların seçkiye dâhil edilmemiş olmasını yadırgasam da, izlenen oyunların üst düzey çalışmalar olduğu kanısındayım. Özellikle, değil yurt dışından gelenlerin, bizim ortalama seyirci kitlemizin bile yeterince haberdar olmadığı “Biz” ve “Sar” gibi iki dans tiyatrosunu izlemek müthiş heyecan vericiydi.
Çok sayıda ulusal ve uluslararası projenin koreografisini yapmış olan 1978 İstanbul doğumlu Bedirhan Dehmen’in Konsept ve Koreografisini üstlendiği ve dansçı olarak Canberk Yıldız ve Mihran Tomasyan’a katıldığı, Cem Yıldız’ın bilgisayar ortamında canlı olarak dönüştürdüğü vokali ve bağlamasıyla tek başına bütün sahneyi dolduran bir ses coğrafyası yarattığı “Biz”, bir yandan uğurlanamayanların tutulamayan yasının bıraktığı yükün ağırlığını sahneye aktaran, diğer yandan da, Alevi-Bektaşi öğretisinin yapı taşlarından “çoklukta birlik”, “vahdet-i vücut”, “ölmeden önce ölmek” ve “can olarak birbirine dokunmak” gibi kavramları, bedenleri ve duygu bellekleri üzerinden ustaca yansıtan olağanüstü bir çalışmaydı.
Çıplak Ayaklar Kumpanyası, “Sar” ile, eşitlikçi, özgürlükçü, anti-militarist tavrına bir de yeniliğe açık, put kırıcı boyut ekliyor. Daha önce de bazı işlerinde kâğıtla çalışmış olan topluluğun kâğıt kullanımını başrole taşıyabilmek amacıyla denediği doğaçlamalarda kâğıdın şekil alarak dağa dönüştüğünü belirten Mihran Tomasyan, klişe dağ görüntüsünü tersyüz ederek dağın farklı bir gerçekliğini oluşturan bir koreografi yapmış. Sonuç olarak ortaya sözcüklerle aktarılması güç, seyredilmesi şart, olağanüstü yaratıcı, müthiş heyecan verici bir gösteri çıkmış.
Tiyatro adına bir diğer önemli kazancım farklı ülke ve kültürlerden gelen festival yöneticisi ve eleştirmenlerin, söyleşilerde ve birebir sohbetlerde, sahnelemeleri ve oyunculukları çok beğendiklerini dile getirmelerinin yarattığı mutluluktu. Tiyatro duygusu benimkiyle çok uyuşan Yunanlı eleştirmen arkadaşım tüm yorumları çok etkileyici bulduğunu, oyunculukların çok başarılı olduğunu, özellikle fiziksel tiyatro, bufon ve groteskin öne çıktığı “Şatonun Altında” ile “Macbeth-İki Kişilik Kabus”ta absürt abartının dozunu çok beğendiğini söylemiş, ancak tüm izlediklerinde teknolojiye pek önem verilmediğinin, minimal ya da namevcut dekor ve basit kostüm tasarımlarıyla ulaşılan yalınlığı biraz da yadırgadığını belirtmişti. Etkinliğin bağımsız, yani hiçbir sponsor desteği olmayan ödeneksiz tiyatroları kapsadığını, pandemi yüzünden en az yüzde 60’ının yerleşik mekânlarını bırakarak gezginci durumuna geçen toplulukların hemen hepsinin ayakta kalma, tiyatroyu sürdürme savaşı verdiğini anlatmaya çalıştım.
Sonuçta TheatreİST, önümüzdeki yıllarda çok daha büyük ses getireceğini umduğum, önemli bir girişim oldu. Önümüzdeki dönemlerde, tiyatro camiasından gelen çekinceleri de göz önüne alan daha geniş katılımlı bir çalışma olacağını umut ediyorum.