Bu yazımda tiyatromuza ışık tutmaya çalışan ve türlü yenilikler getirmek için uğraşan iki kıymetli kişiden bahsedeceğim: Tilda Tezman´dan ve rahmetli Simon Telvi´den… Çünkü bu iki insanın tiyatro için üstlendikleri vazife hakikaten dikkate şayandır.
Üç yazılık, “Türk Yahudileri Türk Tiyatrosunun Neresindedirler?” serisinde Türk Tiyatrosundaki Türk Yahudi izini sürmeye çalışmıştım. Lâkin bu yazılar takdir edersiniz o kadar eksik kaldı ki bazı ilavelerle geliştirmeyi doğru buldum. Mesela hep sahne üzerindekilerden ya da oyunculardan bahsetmişim; tiyatronun yalnızca sahne üzerinden ibaret bir sanat şubesi olmadığını bile bile! Çokları gibi o emekçileri görmezden gelmişim. Zaten suya yazı yazmak olan tiyatroda, hele de sahne arkasındakiler için havaya yazı yazanlar desek yeridir… O kadar önemlerine, değerlerine rağmen hem de. Bu yazımda tiyatromuza ışık tutmaya çalışan ve türlü yenilikler getirmek için uğraşan iki kıymetli kişiden bahsedeceğim: Tilda Tezman’dan ve rahmetli Simon Telvi’den… Çünkü bu iki insanın tiyatro için üstlendikleri vazife hakikaten dikkate şayandır.
Dünyadan Oyunlarla Örülü Bir Türkiye’de Bir Âlem: ‘Oyunname’ler
Seneler evvel Feriköy Antika Pazarındaki bir tezgâhta bulduğum kitap karşısında duyduğum şaşkınlığın raddesini hâlâ ifade edemiyorum! Bu kitabın adı Oyunname idi; yazarı ise Tilda Tezman… İçinde dünyanın muhtelif yerlerinden seyredilen oyunlar güzel, akıcı ve yetkin bir Türkçeyle anlatılıyor; her satırda adeta Türk Tiyatrosuna yeni bir bakış açısı kazandırma gayreti hissediliyordu. O sıralar aynı bakış açısını geleneğindeki türlerde arayan kendime farklı bir perspektif kazandıran bu kitabı hatmetmem birkaç günümü aldı. İşte Tilda Hanım’la tanışmam bu şekildedir…
Tilda Hanım’dan bahse dan diye Oyunname’ler ile girdiğim için üzgünüm fakat tiyatro edebiyatımızda Oyunname gibi kulvarında tek olan bir kitabın ehemmiyetini tahmin edersiniz. Tiyatro edebiyatımız ki cılız ve maalesef gittikçe zayıflaşan bir saha. Bu kurak sahada, yerli piyesler hakkında dahi hâlihazırda birkaç eleştiri kitabı bulunurken dünya tiyatrosundan seyredilen piyesleri etkileyici görsellerle paylaşan bir kitabın önemini görmezden gelemezdim. Oyunname, 2012’de ve 2021’de olmak üzere iki defa okuyucu karşısına çıktı. İlk Oyunname, Avrupa ve Amerika tiyatrolarından 189 piyesi içeren, 2012 yılında Doğan Kitap tarafından basılan Oyunname idi.
Tilda Hanım, kısa zamanda ilgileri üzerine çeken bu kitabından yaklaşık on yıl sonra, 2021’de Oyunname Ⅱ ile tiyatroyu tekrar selamladı. İnkılap Yayınlarınca basılan bu kitapta, 2012’den salgın karanlığına kadar seyredilen 70 kadar piyes yine aynı berrak ve lezzetli anlatımıyla meraklılarına sunuldu.
Oyunnamelere bakıldığında, ihtiva ettiği piyeslerin mevzularının hemen hepsinin hayatî meseleler üzerine kurulduğu görülür: Dünyadaki sosyal ve siyasî değişimler, farklı kimlik ve cinsel tercihler, otizm, kadına şiddet, varoluş sancıları, tabiata saygı, türlü özgürlük arayışları, vb… Bu konuda seçicilik aynı zamanda kitabın bir emele oturtulduğunun da delili sayılabilir. İçindeki yazılarla alakalı sözü gene Tilda Hanım’a bırakmak en doğrusudur: “Her yazı benim o oyunlarda geçirdiğim iki-üç saatin hatıra defteridir. Meraklıları için aynı zamanda dünya tiyatrosunun değişim sürecine tutulan bir ışıktır.”[1]
Kaliteli baskılarıyla okuma arzusu uyandıran her iki kitapta da altını çizmek istediğim hususlar, zengin ve tatmin edici görseller ve piyeslerin tüm teferruatına kadar nüfuz eden anlatımıdır. Türk Tiyatrosu adına sahip olduğu önem ise birinci elden, doğrudan görülen bir oyunun Türkçe ile okunabilmesi ve değerlendirme imkânı bulabilmesidir. Malumunuz, artık İbnürrefik Ahmet Nuri Sekizinci ya da İ. Galip Arcan gibi Fransız oyun dergilerine abone olup, o dergileri takip eden adaptatörlerimiz, tiyatro insanlarımız yoktur. Bu yoklukta varlığı bize hissettirebilecek tek kişi Tilda Tezman’dır ve tek eser O’nun Oyunname’leridir…
Tiyatroya Aşktan Tiyatroya Hizmete: Tilda Tezman
Tilda Tezman deyince hemen Oyunnamelere giriştik ama Tilda Hanım da şahsen çok renkli ve ilgi çekici bir kişilik. Çocukluktan itibaren tiyatroya muhabbet besleyen anne ve babasının da teşvikiyle, artık bomboş kalan yerlerinde cehalet yellerinin estiği Halkevlerindeki tiyatro faaliyetlerini seyrederek tiyatro zevki kazanmış. İlk seyrettiği piyesler, bugün gene Batı Tiyatrosu klasiklerinden sayılan Luigi Pirandello’nun Ağzı Çiçekli Adamı ve Edward Albee’nin Hayvanat Bahçesi idi. Sonra 40 sene boyunca İstanbul’un en namlı topluluklarını takip başlar; İstanbul Tiyatrosu, Dormen Tiyatrosu, Oraloğlu Tiyatrosu, Ayfer Feray-Nisa Serezli Tiyatrosu, Gülriz Sururi-Engin Cezzar Tiyatrosu, Dostlar Tiyatrosu, Ali Poyrazoğlu Tiyatrosu, Nejat Uygur Tiyatrosu ve Ulvi Uraz Tiyatrosu… Alaturka ve alafranga oyuncular: Toto Karaca, Muzaffer Hepgüler, Nejat Uygur, Yıldız-Müşfik Kenter, Lale Oraloğlu, Altan Erbulak, Ali Poyrazoğlu, Ayten-Cüneyt Gökçer ve niceleri… Kısacası Türk Tiyatrosuna da oldukça hâkimdi. Kendi deyişiyle, “Bu çok kıymetli oyuncular ve sahneye koydukları birbirinden ilginç oyunlar; tiyatronun şiiri, maskeleri, gölgeleri, ışığı, alkışları, sihirli imgeleri ve fısıltıları bana hayal kurmayı ve hayatı sorgulamayı öğretti.”[2]
Tilda Tezman, sadece mazidekileri değil, günümüzdeki birçok tiyatronun oyunlarını da takip etmekte olan bir tiyatro sevdalısıdır.
Zamanla tiyatroya dair bu birikim ve hâkimiyet, paylaşma ve aktarma arzusunu da beraberinde getirmiş olacak ki Tilda Hanım, Vizon Dergisinde, Tiyatro Dergisinde, Milliyet Sanat Dergisinde ve Radikal gazetesinde, kendi deyimiyle ‘mektupları’ını yayınlar. Halen Sözcü gazetesinde gördüğü piyesler hakkında yazdıklarını paylaşmaya devam etmekte ve üçüncü Oyunname’nin geleceği ümidiyle bizi beslemektedir.
Tiyatronun Avangard Adamı: Simon Telvi
Ne yazık ki Simon Telvi ismini sevgili eski eşi Şeyla Alçe Telvi’nin bana gönderdiği bir mesaj vasıtasıyla duydum. Bu eksikliğimdi. Hemen Simon Bey üzerinde araştırmaya koyuldum; sağ olsun Şeyla Hanım da yardımını esirgemedi. Simon Bey’i tanıyanlarla ve O’nun arkadaşlarıyla beni görüştürdü. Yaklaşık birkaç aylık bir sürecin sonunda tiyatromuza bu kadar farklı perspektiften bakan bir tiyatro insanını tanımış oldum. Tanıtmaktan da onur duyarım…
Simon Bey, 24 Ekim 1951’de İstanbul’da doğar. İstanbul’da, Fransız mekteplerindeki orta tahsilinden sonra Hayfa’da, Technion Üniversitesinde Yüksek Elektrik Mühendisliği bölümüne girer ve mezun olur. Yalnız içindeki tiyatro aşkının gittikçe korlanan ateşine daha fazla karşı koyamaz ve Paris’te Vincennes Üniversitesi’de tiyatro eğitimini görmeye gider. O günlerde bu üniversite 68 neslinin hakim olduğu; son derece asi, özgür ve kural-tanımaz bir okuldu. Bu ortam Simon Bey’in dünya görüşünün oluşumuna da katkıda bulunmuş, asi tavrını belirginleştirir. Tiyatro eğitimini bu okulda bitiren Simon Bey, Sorbonne Nouvelle Üniversitesinde tiyatro üzerine master yapar ve o günlerde Fransa’da bulunan meşhur yönetmen Mehmet Ulusoy’la beraber çalışma imkânını yakalar. Simon Bey, Paris’te Brecht’in Kafkas Tebeşir Dairesi’ni koymakta olan Mehmet Bey’e yardımcılık yapar. Bununla da kalmaz; tiyatro ve beden ilişkisi üzerine çalışır hatta Fransa sokaklarında pandomim dahi yapar.
Simon Telvi için asıl maraton Türkiye’ye döndükten sonra başlar. 1981-82 yılları arasında Ankara’da, Dil Tarih Coğrafya Fakültesinde tiyatro dersleri vermeye başlar. Hemen sonra askere gider ve burada Semih Fırıncıoğlu ile tanışır. Semih Bey de New York’ta avangard tiyatrolarda çalışmıştı; dolayısıyla bu iki ana akım tiyatroya uzak iki tiyatrocu iyi anlaşır ve dostluk kurarlar. Fakat Semih Bey’in tekrar ABD’ye dönmesiyle araya mesafeler girer.
Ankara’dan sonra Eskişehir Anadolu Üniversitesinde oyunculuk, doğaçlama ve dramaturji dersleri veren Simon Bey’in Anadolu’da çalışma isteğini gene arkadaşı Semih Bey şu cümleyle anlatmıştır: “Hedefi öncelikle çoğu Anadolu kökenli olan çekingen çocukları açmak, kendilerini korkusuzca prezante edebilmelerini sağlamaktı.”
1991’de İstanbul’da tertip edilen Uluslararası Tiyatro Enstitüsünün 24. Dünya Kongresi kapsamında Pierre Debauche Atölyesinde doğaçlama çalışmalarına katılır ve Pierre Bey’e asistanlık yapar.
Sonraki yıllarda tiyatro çalışmalarını İstanbul’da sürdürmeye karar verir. Haliç ve Yeditepe Üniversitelerinde doğaçlama, oyunculuk ve role hazırlık dersleri verir. Fransızcadan piyes tercümeleri de yapar.
Simon Telvi’nin oyun anlayışı ve tarzı hakikaten alışılmışın çok dışındadır. Aydın Teker’in paylaşma nezaketinde bulunduğu üç rejisörlüğünü yaptığı piyesi: Melekler Şehri’ni, Büyüklere Masallar’ı ve J. Faust’u seyrettim. Her üçünde de dekordan oyun koyumuna kadar her şey bambaşkaydı. Belki de bu hususiyeti ve anlayışı sebebiyle tiyatromuzda anlaşılamaz bir insan izlenimi uyandırmıştır. Tüm bu intibaa rağmen arkadaşlarınca ve öğrencilerince kabullenilen ve çokça sevilen bir tiyatro insanı olduğu bizzat yaptığım röportajlar ve araştırmalarla tecrübe ettim. Demek ki sınırsız hayal dünyasında ağırladıklarının söylediklerinde çıkarılacağı üzere iyi bir mihmandardı.
10 Haziran 2008’de, genç sayılabilecek bir yaşta aramızdan ayrılır. Vefatından sonra öğrencileri bir anma töreni hazırlarlar ve hocalarını anarlar. Vefatının on dördüncü yıldönümünde tiyatronun bu avangard adamını ben de saygıyla anıyorum.
Teşekkür: Sayın Tilda Tezman’a ve sayın Şeyla Alçe Telvi’ye yürekten teşekkür ederim. Bu yazı ikisinin sayesinde çıkmıştır desem mübalağa olmaz. Gene yazının Simon Telvi kısmı için yaptıkları katkılar için sayın Esen Çamurdan’a, sayın Aydın Teker’e ve sayın Semih Fırıncıoğlu’na teşekkür ederim.