Heinrich Heine, “bütün insanlar elbiselerinin altında çıplak yürürler”, demiş. Bu, gelir, rütbe, statü, makam gibi unsurların ötesinde insan olmaya vurgu yapmak için mutlaka. Çünkü sonuçta Sultan Süleyman da olsanız, insansınız ve diğer kardeşlerinizle ortak bir gerçekliği paylaşıyorsunuz. Mevlana ‘Nice insanlar gördüm, üzerinde elbise yok. Nice elbiseler gördüm, içinde insan yok,’ derken Heine ile aynı yerde buluşuyor. Nasreddin Hoca’nın malum ‘ye kürküm ye’ hikâyesi de aynı bahsin içinde yer alır. Kültürler değişse de dünyevi şartların ötesindeki ‘insan’a vurgu ortak bir alan. Buradaki ahlaki eşitlik çok önemli ve öğretici. Ancak bu evrensel buluşmalarda diğer yanıyla, her tür dünyevi kodun sadece bir kabuk olmadığı, insanın insan olarak varoluşuna nüfuz eden bir anlama sahip bulunduğu fikrine de atıf var. Çünkü insanın kişiliği, kimliği soyut, kendi başına bir öze sahip değildir; hayat boyu edindikleri, onlardan çıkarttığı sonuçlar, diğer insanlarla ilişkileri bu özü biçimlendirir. İnsan yine çıplak insandır ancak ‘elbise’ çıplaklığı sadece örten değil onu biçimlendiren bir rolü ifa eder.
Siyasal grupların içinde, üniversite hocalığımda çok çeşitli insanlarla karşılaştım ve onlarla bazen çok kısa bazen uzun soluklu ilişkilerim oldu. Kişi, yeryüzü hikâyesinde tüm ilişkilerini kendisi seçmez, bazen seçilir, bazen maruz ve mecbur kalır. Nazik ve beyefendi insanlar, iç dünyasını ele vermeyenler, hemen yüreğini sonuna kadar açmak isteyenler, resmi formatta bir konuşmanın dışına çıkmayanlar, kıskançlar, öfkeliler, hasımlar, sürekli başkaları için kötülük düşünenler, aynı dünya görüşünü paylaştıkların, rakiplerin vs. Gündelik hayatın akışında biraz da her tür ilişki, kendine ait karakterle kaderini tayin eder. İnsan kimileriyle kısa soluklu, selamlaşmalardan ibaret bir teması sürdürürken, kimileriyle daha uzun ve derin bağlar oluşturur. Ancak her ne olursa olsun şunu gördüm, insanlar arası ilişkilerde en önemli meziyet gelişmiş insan olmak. Eğer gelişmiş bir insanla bağ kuruyorsan ki her bağ aynı zamanda bir alış veriş durumudur, herhangi bir endişe, kaygı, yanlış anlaşılma, ya da yarınlarda konumların değişmesiyle karşılaşacağın bir maliyet düşüncesi olmaksızın bu ilişkiyi sürdürebilirsin. Oysa başka tür nitelikleri ne olursa olsun, bir insan yeteri ölçüde gelişmiş bir şahsiyete sahip değilse, o ilişkinin bir yerde tıkanması, tersine dönmesi, şaşırtıcı durumlarla karşılaşması beklenmesi gereken risklerdendir.
Gelişmiş insan
Gelişmiş insan derken bunu biraz açmakta fayda var. Gelişmiş insan, her şeyden önce öz saygısı ve vicdanı olan kişidir. Öz saygı, kişinin kimliğine ilişkin bir yetkinlik ve yeterlilik halidir. Kendini bilir, niteliklerinin farkındadır, yoksunluk ve eksiklik duygusunun, zayıflığın başkalarıyla ilişkilerde doğurduğu davranış sapmalarından muaftır. Kendini bilen kişi aynı zamanda karşısındakinin kişiliğini de tekemmül etmiş bir bütünlük olarak görür ve tıpkı kendisine duyduğu gibi karşısındakine de saygı duyar.
Vicdan ise, başkalarına karşı davranışlarda tayin edici iyilik normudur. Ötekini kendisi gibi görme ve nasıl bir yaklaşım ve muamele bekliyorsa, aynısını karşıdakine gösterme anlayışıdır. Vicdansız, dediğimizde, insani olanla çelişen, bir insandan beklenmeyecek olan davranışı kast ederiz. Üstelik vicdan, sadece diğer insanlara karşı değil, genel olarak dünyaya ve hayata karşı iyilik esaslı, içselleştirilmiş değerleri ifade eder. Vicdan toplumsal hayatı mümkün kılan en temel değerlerdendir. Çünkü ‘düzen’ için kanun her yerde olmayabilir, ahlaki yaptırım gücünün etkisi bir yerde tükenebilir. Vicdan kişiyi her şart ve durumda, başka bir müeyyideye ihtiyaç hissetmeksizin ‘kamusal normlar ve iyilik’ istikametinde yönlendirir.
Gelişmiş insan, öngörülebilir bir insandır. Onunla ilişkinizin nasıl bir seyir izleyeceğini, hayatın iniş ve çıkışlarında bunun nasıl bir nitelik kazanacağını onun kişiliği üzerinden bilirsiniz. Sürprizlere yer yoktur. Şaşırtıcı tutumlar, az gelişmiş insanlara mahsustur. Bir bakarsınız çok candan, yakın, sıcak bir yaklaşım sergilemektedirler, ancak şartlar değiştiğinde bu nitelikleriyle taban tabana zıt bir konuma da ‘savrulmakta’ bir beis görmezler. Çünkü her zaman kendilerince sebepleri vardır. Hayatın merkezi olarak kendilerini görürler, bu merkezi tayin eden ise genellikle o anki çıkarlar, beklentilerdir. Hayatta öngörülebilir insanlarla dostluk yapmak her zaman insana iyi gelir. Onların esnekliklerini, sınırlarını, kurallarını da bilirsiniz. Saklı gizli bir nitelik, pusuda bekleyen hesaplar yoktur.
Gelişmiş insan, elbette bir yanıyla iyi bir eğitimle bağlantılıdır. İyi eğitim mutlaka iyi okullar anlamına gelmez, çok yönlü ilişkilerin, merakların, okumaların, araştırmaların insana kazandırdığı toplam bir kültür olarak bunu düşünmek gerekir. Çünkü az gelişmişliğin en önemli sebeplerinden birisi muhakkak cehalettir. Kişi dünyayı anladığı kadar kendisini bilir ve cahil insan, kendi küçük dünyasının küstahlığını, cüretini içinde besler büyütür, zamanı gelince de açığa vurur. Ben merkezli bencilliğine gömülüdür ancak ‘dışarısını’ bilmediği için bunun farkında değildir. Ancak kimi insan irfan sahibidir, ait olduğu toplumun kolektif bilgeliğiyle ve ondan pay almış insanlarla derin bağlar kurmuştur. O yüzden eğitimi önemli ancak ‘gerek ve yeter şart’ olarak görmemek gerekir. Kimi iyi eğitimli insanların ‘eğitim cehli alır eşeklik baki kalır’ sözünü haklılaştıran tutumları buna örnektir.
Gelişmiş insan, ‘ben ve sen’ olarak ilişki kurarken üçüncü bir göz ile bu ilişkiye bakabilen ve insani normlar üzerinden bunu yargılayarak davranışlarına yön vermesini bilen kişidir. Üçüncü göz bir dış bilinçtir. Bunu kamusal normlara dayanan yargılama yetisi olarak da değerlendirebiliriz. Az gelişmiş insan kendi üstüne kapanan, karşıdakini sadece kendi uzantısı olarak gören kişidir. Karşıdaki kendi bütünlüğü içinde bir insan değil, ancak az gelişmişin istekleri, arzuları ve beklentilerinin bir fonksiyonu olarak hayat bulabilen bir varlıktır. Her türlü insan ilişkisini ‘araçsal’ olarak kurar, her zaman görünenin altında saklı bir beklenti vardır. Saygı gösteriyorsa manipüle etmek içindir, bir jestte bulunuyorsa daha büyük bir karşılığa yatırım yapıyordur, ‘ilişki’ çıkara matuf olarak hayatiyet kazanır ve amaç gerçekleşip çıkarlar tükendiğinde geriye ‘insanlık’ adına hiçbir şey kalmaz.
Gelişmiş insan, farklı ideolojik, siyasal, inanç gruplarıyla yakın, samimi, saygılı, onları olduğu gibi kabul eden ve değiştirmeye, kendi hakikatine ortak etmeye çalışmayan, dünyayı bu çeşitliliği ile bilgece kabul etmeye yaslanan bir gruplar arası bağlardan kendini inşa eder. Yeryüzünde her kültürün, inancın, siyasetin kendine has gerekçeleri, taraftarlarına sunduğu bir ‘hakikati’ bir grup olarak kendini oluşturan görünür ve görünmez bir arka planı vardır. Gelişmiş insan bir ideolojinin kılıcıyla bir başkasını yargılamayan kişidir, aksine önceliği ‘anlamak’tır, kendi bilgisi dâhilinde olmayan hususları öğrenmeye açıktır. İnsanoğlunun yeryüzündeki bu tuhaf macerasında her tür kültürel durumun aynı zamanda tarihselliği içinde gerçeğini ürettiği bilgisi, eleştirel okumayı kendi bulunduğu yerden başlatır ki ötekine benzeri bir eleştirelliğin iyi niyetli kapısını açabilsin. Kendine yönelik eleştirellikten yoksun bilincin ötekine söyleyeceği sahih söz yoktur. Dolayısıyla gelişmiş insan hakikatin, ‘her şeyi temsil’ iddiasından değil bu yeryüzünde göreceli ‘bir şeyin’ içinden yükseldiğini bilir, ötekilerle ilişkisini bunun üzerinden kurar. Bu yaklaşım, artık farklı ideoloji ve inançları bir sınıra değil bir imkâna dönüştürür, insan insana yakın ve gerçek ilişkilerin kurulmasına yol verir.
Altmış beş yaşındayım. Hayat bana ne öğretti derseniz, gelişmiş insanların kıymetini öğretti. Onlarla dostluk, arkadaşlık bağlarının insanın kendi gelişimi için ne kadar hayati olduğunu öğretti. Az gelişmiş insanlardan ise, onların araçsal bu yüzden ayartma ve baştan çıkartma tekniklerine yaslanan yaklaşımlarına ‘kanmadan’, kaçmak gerektiğini öğretti. Bu süreçte iki taraflı hayli ders biriktirdiğimi söylemeliyim. Her ne olursa olsun her ilişkiden insan sonuçlar çıkartır. Ancak derdimiz daha az ders ve insani maliyet ise hem kendimiz hem de toplum için gelişmiş insanlarla bağları çoğaltmamız temel bir düstur olmalı…