Pandemiden bir yıl kadar önce hem kendi yapımlarını sunmak hem yerleşik mekânı olmayan sanatçılara ev sahipliği yapmak amacıyla Aytekin Atabey tarafından Kadıköy Bahariye Caddesinde hayata geçirilen Kadıköy Boa Sahne, açıldığından kısa bir süre sonra salgın sebebiyle gösterimlerine ara vermişti.
Pandemide ‘Sezon Hayatta Kalmak’ başlığı altında kısa oyunlardan oluşan çevrimiçi bir tiyatro projesi geliştirerek varlığını sürdürmeyi başaran Boa Sahne, bitmek üzere olan bu sezonun başından beri gerek kendi yapımları, gerekse çok iyi seçilmiş misafir toplulukların etkileyici yeni oyunlarıyla canlı gösterimlere parlak bir dönüş yaptı. O kadar ki, fiilen ilk tam sezonu olmasına karşın, izleyicinin tanıdığı, önemsediği, bir oyun izlemeye niyetlendiğinde ‘Boa’da ne var?’ diye araştırdığı bir tiyatro oldu.
Bu yazımda topluluğun kurucusu yazar, yönetmen, oyuncu, Boa Sahne’nin Sanat Yönetmeni Aytekin Atabey’in yazdığı ve yönettiği iki oyundan söz etmek istiyorum
Birincisi topluluğun ilk yapımı olmasına karşın, pandemi öncesi çok az sahnelenen, bu sezon kasım ayından beri yeniden oynanmakta olan, Atabey’in oyuncu olarak da yer aldığı ‘Turşu’, ikincisi ise bu senenin yeni yapımı ‘Dünya Saat Mekân’.
Öyküleri ve tarzları birbirinden çok farklı olmalarına karşın, Atabey’in aslında gerçekçi anlatılarına başarıyla yedirdiği absürt tadı ve çok ciddi konulara ustalıkla kattığı gizli ve kimi zaman ‘fırlama’ mizah duygusuyla her iki oyun da yakın akraba sayılır.
Özellikle absürt tiyatronun çok az sahnelendiği tiyatro ortamımızda, keyifle, kimi zaman gülerek ya da gülümseyerek, ama hep düşünerek izlenen bu iki etkileyici oyunu kaçırdınız diye üzülmeyin; gelecek sezon sahnelenmeye devam edecekler.
Neden her tırtıldan kelebek olmaz!
‘Turşu’
Oyunun başlamasından birkaç dakika önce mekâna alınan seyirci, bir kaydırağın ve az ilerisindeki saksafonlu, kemanlı, gitarlı bir kukla orkestrasının yanından geçerek yerine oturur. Karşısında yuvarlak bir yükselti, üzerinde sağlı sollu iki şezlong, arada bir sehpa, arka fonda, üzerinde bir daktilo ile, merdivenden bozma bir yazı masası ve sağda solda havada asılı iki makyaj aynası vardır. Yerde kostümler, palyaço ve jonglör malzemeleri, köşede tek teker bir bisiklet, havada asılı notalar.
Selin Ölçen’in sahne tasarımı, hayatını palyaçoluk ve jonglörlük yaparak kazanan bir erkeğin yaşadığı evi var ederken, hem adamın mesleğinde, hem izlenecek oyunda gerçek ile gerçeküstünün, mantıklıyla absürtün gerek uyumunu gerekse de karşıtlığını başarıyla aktarır.
Makyaj aynalarının varlığı, ve makyaj yapan palyaçonun aynada her an izleyiciyle kurduğu göz temasıyla kendine has interaktif bir boyut da kazanan ‘Turşu’, birbirine zıt karakterde bir kadınla bir erkeğin, bir tahterevallide oturur gibi hayattaki yerlerinin ve birbirlerine karşı bir denge kurmaya çalışmalarının absürt hikâyesidir. Her şeyde derin anlamlar aramanın saçmalık olduğuna, her şeyin basitlikle ele alınması gerektiğine inanan adam, hayata hep ters tarafından bakar. Hayatını dans ederek kazanan, önemli bir isteğinin yerine getirilmesi için daha önce tanışmadığı bu adamın evine gelen kadınsa, hayata hep düz tarafından bakar, her şeyin, her olayın bir anlamı olduğuna ve derin bir şekilde ele alınması gerektiğine inanır. Ölmeyi düşünür, hem ölmeyi hiç istemez hem de ölümünün en mutlu olduğu anda olmasını ister.
Kadının ölmeyi mi yaşamayı mı istediğinin sorgulanmasıyla ‘Turşu’ bir açıdan tırtıl-koza-kelebek oluşumunun da bir metaforudur.
Fiziksel gereksinimlerinin ağır bastığı dünyayı obur iştahlı bir tırtıl gibi tatmak isteyen, sonrasında tıpkı mezara girer gibi kozaya girmiş olan kadının kozadan çıkan kelebek gibi yenilenmiş olarak özgürce dışarıya çıkışı, hem tırtıl olarak ölmesinin, hem de kelebek olarak yaşamasının simgesidir.
Zeki, inişli çıkışlı temposuyla izlenmesi müthiş keyifli, parlak bir oyun. Aytekin Atabey ile Özge Erdem’in çok başarılı oyunculukları ve müthiş uyumlu kimyaları da çok etkileyicidir.
Boa Sahne sezonu 28 Haziran’da ‘Turşu’ ile kapatıyor ama oyunu önümüzdeki tiyatro mevsiminde sahnelemeyi sürdürecek. Kaçırmayın.
‘Dünya Saat Mekân’
“Şu an sizler terazinin iki ucundasınız. Adaleti arayan da onu bulacak olan da sizlersiniz. Oldukça kutsal bu görevde adaleti sağlamak için suçluyu bulmamız lazım.
Bu kadar basit ve kolay adaletin tecelli etmesi. Bunun kararını sizler vereceksiniz.
Yoksa mutlu bir şekilde içimizdeki suçluyla yaşayamayız.
Muhakkak bu suçlu bulunmalı…”
Dünya’da bir yerde, Dünya’da bir zamanda, Dünya’da bir mekânda, farklı yaşlarda, farklı cinsiyetlere mensup, farklı toplumsal kesimlerden farklı karakterlerde altı kişi (Gökay Müftüoğlu, Gökhan Gürün, Gökşen Ateş, Hazar Vurgun Çağıldıyan, Melissa Yıldırımer, Merve Bağdatlı), yaşadıkları o ana ait giysileriyle, dışına çıkmalarına izin verilmeyen altı dairesel taban üzerinde ayaktadırlar. Sadece sesini duyduğumuz bir kişi (canlı dış ses Erden Tunatekin) tarafından, ne olduğunu ve konuyu bilmediklerini iddia ettikleri bir olay sonrasında söz konusu olay hakkında sorgulanmaktadırlar. Suçlunun olayı itiraf etmesi için onlara farklı bir yöntem teklif edilir ve bu altı kişi, aralarındaki suçluyu bulmak için sorgulayıcı tarafından görevlendirilir.
Birbirlerini bazen mizahi, bazen şaşırtıcı hallere bürünerek irdeleyen bu ‘sanıklar’ (!!?), bir süre sonra kendilerini bu görevin bir parçası olarak görmeye başlarlar. Neyi? Kimi? Konunun nereye bağlanacağı soru işaretleri ile ilerleyen durum farklı bir biçimde gelişerek trajikomik bir sonuca ulaşır.
‘Dünya Saat Mekân’ tarih boyunca her zaman adaleti arayan insanlığın, adaletin o kutsal ve güçlü savaşında çoğu zaman kararsız kalışının ustalıkla yazılmış bir alegorisidir.
Farklı karakterlere de sahip olsalar, altılının her bireyi benzer aşamalardan geçer. Önce olayın ne olduğunu bile bilmediklerini, ne sebeple suçlandıklarını anlamadıklarını, ancak her hâl ü kârda suçsuz olduklarını belirtirler. Suçluyu bulmakla görevlendirildiklerinde neyi ve ne için sorgulayacaklarını bilmediklerinden en basit Agatha Christie mantığı ile ‘en az şüphelenilen suçludur’ çeşitlemelerine girişirler. Yavaş yavaş her birinin kafasına, kendisinin suçlu bulunabilme olasılığı dank etmeye başlar. Kafka’nın bay K.sı gibi, ne olduğunu bilmediği ve işlemediği bir suçtan dolayı öldürülmek korkusuyla her biri, bencilce ve saldırganca, ötekileri suçlamaya başlar.
Kafkaesk bir olayı hınzır bir mizahla irdelerken, ötekileştirmenin farklı bir boyutuna da ustalıkla değinen çok başarılı bir oyun. Sahnedekilerin toplu oyunculuğu kadar, Erden Tunatekin’in sadece dış ses olarak karakterine kazandırdığı faşizan boyut çok etkileyici.
Ayşe Sedef Ayter’in bu karanlık traji-komedinin yönetilmesinde Erden Tunatekin’e ustalıkla eşlik eden ışık tasarımı da her zamanki gibi olağanüstü.
Önümüzdeki sezonda mutlaka izleyin derim.
Sezon henüz tam olarak sona ermedi. Hepinize keyifli ve sağlıklı seyirler dilerim.