Bazen pil biter, durursun, sonra doldurur coşkuyla devam edersin, işte hayat budur!
Telefonun pil gücünden bahsetmiyorum aslında. Ama yeri gelmişken söyleyeyim, Şarjı devamlı düşük olup da sınırlarını zorlamayı sevenlerdenim sanırım. Manidar oldu. Yazının devamında anlayacaksınız.
İki sene önce beni derinden etkileyen bir Ted konuşması izledim. Harvard Üniversitesinde doktora yapmış olan Bethany Butzer’in ‘’Bu kadar çabalamayı bırak. Daha az çalışarak daha çok başar’’ konuşmasından bahsediyorum. Bu konuşmasında Butzer hayatta bir şeyler için devamlı çaba harcadığımızdan bahsedip bu çabaların iki kategoride incelenebileceğini söylüyor. ‘Akıntıya karşı kürek çekme tipi’ ve ‘akıntıyla beraber gitme tipi’. Toplumun aslında bizi yanıltırcasına bizim akıntıya karşı kürek çekmemizi ödüllendirecekmiş gibi bir algıda olduğunu savunuyor. Bunu da ‘hayat kolay değil’, ‘bir şey istiyorsan çok çalışman lazım’, ‘zorlanmadan başarılı olunmuyor’ gibi sıkça kullanılan deyimde görebileceğimizi söylüyor. Oysaki akıntıyla beraber giden çabada da çaba harcıyoruz, sadece koşulları kendi lehimize kullanıyoruz…
Ted konuşmasının uyandırıcı gücü
Çok prestijli olduğu bilinen, çok ‘değerli’ bir uluslararası şirkette, çok zor girilen bir pozisyonda kıdemli elemanken, orada kalmak için attığım her adımın bir dağı itmek gibi hissettirmesi: akıntıya karşı kürek çekme.
Daha sonrasında bana daha çok keyif veren, benim değerlerimle daha çok örtüşen bir işe geçip kimi zaman daha uzun saatler çalışmama rağmen daha az yorulmam: akıntıyla beraber giden çaba örneği.
Ne zor onu dengelemek
Formülleri severim. Bilgisayar programı yazmanın en sevdiğim kısmı algoritmalardır. Bu durumda şu harekete geç, diğer durumlarda bu harekete geç. Oh ne rahat. Hayat bilgisayar programları gibi siyah beyaz değil, değil mi? Ama daha geniş aralıklar bırakarak belirli göstergeler seçersek, hayatı kendimize ufak da olsa kolaylaştırabiliriz sanki… Akıntıya karşı veya akıntıyla çaba konusunda babamla felsefi konuşmalarımızın birinde şuraya vardım: iki soru, bir cevap: şu an hangi çabanın zamanı?
1. Şu anda kendimden ne bekliyorum?
Sordunuz mu hiç kendinize? Şu an yolculuğunuzun nasıl bir yerindesiniz? Nerelerden geçtiniz en son? Çiçek bahçeleri miydi, engebeli arazi miydi? Sizi nereye getirdi, ufukta ne var? Nereye gidiyorsunuz? Bu gerçekten çabalamaya değer bir konu mu? Sizin için önemli mi? Yolculuğunuzda yeri var mı? Kıymetli mi? Şınav çekmek bugün benim olayım mı? O kiloları vermeyi gerçekten çabalayacak kadar istiyor muyum?
2. Pil gücü ne durumda?
E şimdi yani siz de telefonunuzun pil gücü zayıfken, hiç bilmediğiniz bir yolda, acil bir durumda birini arama şansınız olmayacaksa, (hatta belki benim gibi Google Maps tutkunuysanız) navigasyona bakma şansınız olmayacaksa girmezsiniz değil mi? Girmezsiniz girmezsiniz… Kendi pil gücünüz zayıfken de akıntıya karşı kürek çekme işine hiç girmeyin.
Hayat bitmek bilmeyen bir çaba yolculuğu. Kimi zaman o koltuktan kalkıp o işi halletmek için bir çaba, kimi zaman bir yere gitmek için kendi içimizde bir savaş, kimi zaman yeni bir şeye başlamak için bir iç itekleme, kimi zaman ağzımızı tutmak için, kimi zaman da başladığımız işi bitirmek için…
Kafa karıştıran nokta
Spor geçmişi olmayan ama yapmak istediğini söyleyen bir arkadaşımla beraber spor salonuna gitmemiz ve iki şınav çekip üçüncüyü ben yapamam demesi: akıntıya karşı kürek çekmeme.
Oysaki bir kası çalıştırırken bazen de zor gelen bir hareketten bir tane daha yaparsınız ve o kas gelişir, yapmazsanız gelişmez. Bazen de akıntıya karşı kürek çekmektir olay. O gün üçüncü şınavı çekseydi, gelişecekti ve bir sonraki spor yapışımızda üç şınav kolay gelecekti, dördüncüye oynayacaktı belki.
Bana çok tanıdık buraları. Dereceleri olan bir kayakçı ama soğuğu hiç sevmeyen bir çocuğun hikayesi benimki. Daha yedi yaşındayken o içimi acıtan soğukta Uludağ’ın en eski telesiyejinden o fırtınalı günde yukarı çıkarken ‘yok ben bu soğuğa dayanmasam, dönsem’ diyen sesi tamamen kısıp, antrenmanı bitirip, dereceleri olacak kayakçının temelleri çok güzel atılmış. Ama o sesi hiç duymayınca da gereğinden uzun süre iç karartan bir iş yerinde çok güzel kalınmış.
Bazen…
Bazen ‘Hayır ben bundan daha fazlasını yapamıyorum!’ diyen iç sese kulak vermek, en şefkatli, en gelişimimize faydalı olacak tutumken, bazen de onu duymamak ve şimdi akıntıya karşı gitmenin zamanı demek; en düşünceli, en nazik, en gelişimimize faydalı tutum olabilir.
Benim bakış açıma göre bir iç pil gücümüz var. Bu pil gücü bizim fiziksel gücümüzden biraz daha farklı. Bu çabalama gücü, kendimizi bir şeylere motive etme gücü, kendimizi disiplin etme gücü gibi düşünülebilir. Bu pil gücü bazen müzik dinleyerek, bazen çok lezzetli bir tatlı yediğimizde, bazen bir konuşma sırasında kahkahalarla güldüğümüzde, bazen uzun uzun deniz havasını içimize çektiğimizde, bazen de mosmor lavantaların renklerinden büyülendiğimizde dolabilir. Sizin pilinizi ne dolduruyor onu siz zaten bilirsiniz. Önemli olan, pil gücünüzün azaldığı zamanları anlayıp, onu doldurmaya yönelik harekete geçebilmek. Ve evet, bitmek bilmeyen yapılacaklar olan bu hayatta, kimi zaman akıntıya ters kürek çekmek de lazım. Onu pil gücü zayıfken değil de, daha taptaze fırından çıkmış bir poğaça pofidikliğindeyken yapmak daha güzel olmaz mı? Ne dersiniz?