Covid-19 yüzünden 2019´un Mayıs ayında planladığımız GAP gezimizi erteleyerek ancak 2022 Mayıs´ında gerçekleştirebildik. Gaziantep, Adıyaman, Kahta, Nemrut, Urfa, Harran, Mardin, Midyat, Diyarbakır´ı içeren GAP gezimiz heyecan dolu bir bekleyiş sonunda yeni havaalanımız İstanbul Havalimanında başladı. 34 kişilik BTS gezi grubumuz neşe ve merak içinde G. Antep Oğuzeli Havaalanına indi.
İlk durağımız Zeugma Mozaik Müzesi idi. 1.700 metrekarelik mozaikleri ile dünyanın en büyük ikinci mozaik müzesi olma özelliğini taşıyan müzeyi gezerken, arkeolojik kalıntılar ve de en önemlisi Çingene kızın mozaik portresi çok ilginç ve güzeldi. Müzenin kafesinde biraz soluklandıktan sonra, otobüse binip şehir merkezine yol aldık, Kalenin yakınlarında inip Hamam Müzesi ve Emine Göğüş Mutfak Müzesine yöneldik. Burası programda olmamasına rağmen daha önce gelip gezdiğimden arkadaşlara ısrarla ziyaret etmemiz gerektiğini söyledim. Hamam’ın en ilginç tarafı bir zamanlar burada yaşayan Yahudiler için hamamın içinde yaptıkları mikve idi. Gaziantep mutfak kültürünü yansıtan mutfak müzesi küçük, ama bir o kadar ilginçti. Artık acıkmaya başlamıştık. Aslında programda Halil Usta Kebapçısına gidip küşleme yemek vardı. Ancak pazar günleri kebapçı Halil Usta kapalı olduğundan, akşam yapmayı planladığımız İmam Çağdaş’ta yemek işini öğlene çevirdik. Koşer yiyenler için vejetaryen lahmacun ve Ali Nazik olması bize cazip gelmişti. Vejetaryen lahmacunu beğendim ancak Ali Nazik beklentimi karşılamadı. O yüzden bir an evvel nohut dürümü ile meşhur Dürümcü Recep Usta’ya gitmek üzere masadan kalktım. Ancak maalesef pazar günleri o da kapalıymış. O halde B planı devreye girmeliydi. Gaziantep’in meşhur katmerini en meşhur katmercisinde yemek için yürüme mesafesindeki Zekeriya Usta’ya yöneldik. Kaymağı, fıstığı bol, hamuru adeta zar gibiydi. Yanında süt ile ikram edilen katmerin tadı gerçekten damaklarımızı şenlendirdi. Yemek sonrası buluşma saatinde tüm grup hazırdı. Gaziantep şehir turuna başlayabilirdik. Tarihi çarşılardan, Bakırcılar Çarşısı, Zincirli Bedesten, Almacı Pazarı ile Doğu’nun en önemli el sanatı olan sedef kakma ve tel kırma işlemeciliğinin yapıldığı bir atölyeyi gezdik. Yorgunluktan yıkılmak üzereyken, karşımıza çıkan sütlü menengiç kahvesini içmek üzere Tahmis Kahvesinde gruplar halinde masalara dağıldık. Bu kısa mola ve kahve adeta ilaç gibi gelmişti hepimize. Akşamüstü saat 6’da Gaziantep Sinagogunda randevumuz vardı. İstanbul’dan randevumuzu ve isim listemizi ilgili kişilere güvenlik amacıyla bildirdik. Dünyanın birçok yerinde sinagog ziyaret yapan bizler için Gaziantep’te var olan bu kutsal mekânı ziyaret etmezsek ayıp olurdu. Tarihi sinagog yeniden restore edildikten sonra ziyarete açıldı. Hazır yeterli kalabalık mevcut iken birlikte Minha (ikindi) duası yaptık. Sinagog hakkında kısa bilgiler aldıktan sonra manevi olarak huzur dolu bir şekilde otobüsümüze binip konaklayacağımız Otel Şirehan’a giriş yaptık. Birkaç kişi akşam yemeği için çıkarken çoğumuz otelin bahçe ve lobisinde dinlenip geceyi sonlandırmayı uygun bulduk. Sabah kahvaltı öncesi, yeni lezzetleri tatmaya meraklı birkaç arkadaş Beyran Çorbası içmek için saat 6’da çarşıya gittiler. Grubun geri kalanı otelin mütevazı açık büfe kahvaltısını yapıp saat 8’de hep birlikte Birecik’e doğru yol aldık. Bir buçuk saatlik yolda gezi maceralarımızı anlatıp hoşça vakit geçirip Karagül anlamına gelen Halfeti’ye vardık. Bizleri hazır bekleyen teknemize binip, Birecik barajının sular altında bıraktığı, Savaşan Köyü ile Rumkaleyi gezerken müthiş manzara ve sadece minaresinin sular üstünden görülebilen cami çok ilgimizi çekmişti. Her gittiğimiz şehirde şayet denizi ya da nehri varsa mutlaka tekne gezisi yapmaya çalışır ve bundan çok keyif alırız. Tüm grubu mutlu eden tekne gezisi sonrası, Kahta’ya doğru yol aldık. Adıyaman ve Kahta hepimizi ters köşeye yatırmıştı. Bir kez daha önyargının ne kadar doğru olmadığını bizlere ispat etti. Zira yepyeni şehir yapısı ve yerleşimi ile temizliği ve modernliği ile tüm grubu hayretler içinde bıraktı. Yol üstünde çay ve fotoğraf molası verip Atatürk Barajını panoramik olarak bir tepeden izleyip fotoğraflama imkânı bulduk. Öğlen yemek molasını Kahta’da Atatürk Barajı gölü kıyısındaki Neşetin Yeri Akel Restoran’da verdik. Göl manzarası eşliğindeki yediğimiz yemek özellikle Kosher yiyenleri de oldukça memnun etmişti. Aslında burada birkaç saat geçirip keyfini çıkarmak vardı ama programımız çok doluydu. Yemek sonrası önce otobüs daha sonra bizleri bekleyen minibüslere binip, Nemrut Dağına doğru birkaç istasyon şeklinde yavaş yavaş tırmanmaya başladık. Karakuş Tümülüs’ü, Cendere Köprüsü, Arsemiya’yı gezip gördükten sonra son nokta Komagene Kralı Antiokhos’un kendi mezarı olarak yaptırdığı büyük tümülüse çıkmadan önce parkın girişindeki kafeden polar battaniyeler kiralayıp tırmanmaya başladık. Ayaklarımızı yerden kesen rüzgâr birçoğumuzun gözünü korkuttu ve yarı yoldan geri döndük. Grubun cengâver gezginleri soğuk ve rüzgâra aldırmadan büyük tümülüse ulaşıp, kuzey, doğu ve batı teraslarında insan büyüklüğündeki taştan tanrı heykelleri önünde daha önce kararlaştırıp yanımıza aldığımız kadeh ve şaraplarla Happy Hour yapıp gün batımını izlediler. Müthiş bir keyif ve deneyim oldu o anı yaşayanlar için. Gece saat 9.30 civarlarında Park Dedeman Otel’e giriş yaptık. Gün keyifli ama bir o kadar da yorucu geçtiğinden yemek sonrası herkes odalara dağıldı.
Sabah hepimiz dinlenmiş vaziyette kahvaltıya indiğimizde neşeliydik. Harika bir açık büfe kahvaltı sonrası istikamet Şanlıurfa’da, ezberleri bozan, dünyanın bilinen ilk tapınağını içinde barındıran Göbeklitepe idi. İl merkezine 18 km mesafedeki bu en eski kült yapıların ortak özelliği T biçimindeki 10-12 dikilitaşın yuvarlak planda dizilmiş ve aralarının taş duvarlarla örülmüş olmasıymış. Dinleri ve çocukluğumuzdan beri anlatılan birçok öğretilerin çelişkilerini yaşayarak buradan ayrıldık. Şanlıurfa’nın en popüler ilçesi Harran’a yöneldik. Yemek öncesi Harran höyüğü, Türkiye’de İslamiyet döneminde kurulan en eski cami özelliğini taşıyan Harran Ulu Cami, avlusunda yer alan Anadolu’da kurulun ilk İslam Medresesi (dönemin üniversitesi) iç kale ve tarihi surları izleyip fotoğrafladık. Daha sonra Harran konik kubbeli evlerinin bulunduğu yerde öğlen yemek molası verdik. Gezimizin en hatırlamak istemediğimiz ve kötü servis aldığımız, bu yerde, çok kısa kalıp yemeği bitirmeden bile adeta kaçarcasına ayrıldık. İtalya’nın Bari şehrindeki Alberobello’yu andıran Harran’ın bu sevimli konik yapılarını yemekte yaşadığımız bu olumsuzluktan dolayı keyif alarak gezemedik.
Hâlbuki daha önce Gezginler Kulübü ile geldiğimiz bu evleri, gezmekten çok keyif almıştık. Bu da gezinin nazar boncuğu olsun deyip yola devam ettik. Şehir merkezine vardığımızda ilk olarak otelimiz El Ruha’da çantaları bırakıp Halil Rahman Gölü, Balıklı Göl, Ayn Zeliha Gölü ve parkını gezip, Hazreti İbrahim’in yaşadığı mağarayı gezdik. Buraları gezerken adeta tarihte yolculuk yapıyorduk. Kral Nemrut ve Hz. İbrahim hikâyesini bilmemize rağmen bir kez daha merak ve heyecanla dinledik. Çarşısında dolaşıp Şanlıurfa’nın havasını teneffüs ederek ‘Eşkıya’ filminin çekildiği Gümrük Han’da kahve içip soluklandık. Otele döndüğümüzde bir sürpriz bekliyordu beni. O gün doğum günüm olduğundan otel yetkilileri bana otelin en büyük balkonlu suit odasını ayırmışlar, çocuklarım İstanbul’dan çikolata yollamışlar, tur acentemiz ise otele talimat verip odama meyve sepeti yollamışlar. Bundan başka daha ne olsun. Sürpriz doğum günü kutlamalarını sevmeyen biri olarak bu hazırlıklar gerçekten bana sürpriz olmuş ve ilk kez olarak hoşuma gitmişti. Akşam yemeğini Cevahir Han’da Sıra gecesi yaşayarak yedik. Meydan faslı, folklor gösterisi, şarkılar, türküler eşliğinde çok eğlenerek geçirdik. Yemek sonrası Ayn Zeliha Parkında biraz turlayıp, otelde odalarımıza çekildik.
Ertesi sabah hedef Mardin idi. Yolculuğumuza yerel rehberin gezdirip anlattığı hayran kaldığımız Dara antik kenti ziyareti ile başladık. Diyebilirim ki benim için gezinin bir numarasıydı. Öğlen buranın girişinde bulunan çay bahçesinde gözleme yiyip çay içerek geçiştirdik. Daha sonra sırası ile Mardin’in önde gelen dini yapılarından Süryaniler için çok önem arz eden, Deyrulzafaran Manastırını ziyaret ettik. Manastırın görevli yerel rehberi manastırı gezdirip Süryanilik hakkında bilgiler verdi. Şehrin içindeki Kırklar Kilisesi’nin tarihçesini ise kilise görevlisi din adamı anlattı. Yolumuzun üzerindeki Latifiye Cami’yi dışarıdan fotoğrafladık. Kasımiye Medresesine geldiğimizde farklı duygular içindeydim. Birkaç yıl önce Mahzun Kırmızıgül ile üç semavi dinin koroları burada konser vermiştik. Ziyaretler sonrası Mardin merkezde çarşıyı dolaştık. Meşhur Süryani çöreği tattık. Kuruyemişçilerden cevizli sucuk aldık. Siraz şarap evinde şarap tadımı yapıp likör ve şaraplardan satın aldık. Otelimiz İzala Butik Otel’e gelip akşam yemeği öncesi duş alıp dinlendik. Akşam yemeğini Mardin’in en bilinen yeri Cercis Murat Konağında yedik. Harikulade servisi, lezzeti ve sunumu ile yine unutulmaz bir gece yaşarken damaklarımız lezzetten adeta çatladı.
Gezimizin son gününe gelmiştik. Otelde yaptığımız kahvaltı sonrası Mardin’in Midyat ilçesine hareket ettik. Süryanilerin diğer bir önemli manastırı Mor Gabriel Manastırını ziyarete geldik. Burada da manastır görevlileri mekân hakkında bilgiler verip manastırı gezdirdiler. Dizi filmler ile Güneydoğu konulu filmlerin çevrildiği daracık Midyat sokaklarında dolaşıp Midyat Devlet Konuk Evini gezdik. Dik merdivenlerinde üst terasına çıkıp Midyat’ı panoramik olarak buradan seyrettik. Buradan GAP denince ilk akla gelen bölge Hasankeyf’e doğru yollandık. Gaziantep, Adıyaman, Şanlıurfa şehirlerine hatta tüm Mezopotamya bölgesine hayat veren Fırat Nehrinden sonra Hasankeyf’i sular altında bırakan Dicle Nehri kıyısında ilerledik.
Hasankeyf’e vardığımızda otobüsümüzden inip Ilısu barajı yüzünden sular altında kalan Hasankeyf’i yerel rehber, bir tiyatrocu edası ve anlatımı ile bize burayı tanıttı. El Rızık Cami, İmam Abdullah Türbesi, Tarihi Hasankeyf Kalesi, Artuklu döneminde var olan eski darphane ile mağara evlerini uzaktan gösterip, Cem Yılmaz tadında anlatmaya çalıştı. Buradan direksiyonu Diyarbakır’a çevirdik. Dicle Nehri üzerindeki bin yıldan beri sapasağlam ayakta duran on gözlü köprüde şehre girmeden ilk molayı verdik. Türkülere konu olan Mardin Kapı’dan Diyarbakır’a giriş yaptık. Diyarbakır kalesinin surlarına tırmandık. Muhteşem bir Diyarbakır manzarası, bir taraftan on gözlü köprü, diğer taraftan Heysel bahçelerinin görüntüsü, surların üzerinden adeta bir tablo gibiydi.
Buradan şehrin merkezine yürüyerek devam ettik. Ulu Cami avlusunda biraz soluklandıktan sonra, en eski ve en büyük inşa edilen Ermeni Surp Giragos Kilisesini, yakın zamanda tamamlanan restorasyon sonrası gezip görme fırsatını bulduk. Gotik mimarisi ve ışıklandırılması ile apsisi ve yanlarındaki vaftiz bölümleri ile görüntüsü gerçekten muazzamdı. Hızlandırılmış Diyarbakır gezimizin son noktası, ünlü şairimiz Cahit Sıtkı Tarancı’nın müze haline çevrilmiş eviydi. Şiirlerinin sergilendiği odaları gezerken, şarkılara güfte olmuş mısralarını mırıldandık. Bahçesinde birer çay içip dinlendikten sonra öğlen ve akşam yemeklerinin buluştuğu bir saatte Fırın-ci isimli İstanbul’da da şubesi bulunan mekânda yedik. Gerek lezzeti, gerek servisi ile burayı tercih eden grup üyeleri memnun ve mutlu ayrıldı. Yemek sonrası tekrar çarşıyı adımlayarak bizleri hava limanına götürecek otobüsümüze geldik. Havaalanında dönüş uçağını beklerken grup ile turun genel bilançosunu yaptığımızda, herkes hazırladığım bu turdan memnun kaldığını dile getirirken, bir başka tur için BTS’ nin hemen yeni bir destinasyon belirlemesini istediklerini söylediklerinde ben de güzel bir GAP turu kotarmanın keyfi, huzuru ve mutluluğunu yaşıyordum.
Bir Tutkudur Seyahat…