'Çaykovski'nin Karısı' Serebrennikov'un en başarılı filmi Bir imkansız aşk öyküsü

Film Pyotr Çaykovski ile karısı Antonina Miliukova arasındaki fırtınalı ilişkiyi anlatıyor. Resmi tarih tarafından eşcinsel kimliği saklanan Rus besteci filmde sinemanın en zayıf karakterli, en çıkarcı, en bencil, en fırsat düşkünü Çaykovski´si olarak gösteriliyor. Kendisine hastalıklı derecede bağlı Antonina rolünde Alyona Mikhaylova Cannes yarışmasının en başarılı oyuncusuydu. İkinci filmimiz Jüri Ödülüne ortak olan Jerzy Skolimowski´nin ´E.O.´su.

Viktor APALAÇİ Sanat
29 Haziran 2022 Çarşamba

Yahudi bir baba, Ukraynalı bir annenin oğlu olarak 1969’da Rostov-na-Donu doğumlu yönetmen- senaryo yazarı, aktör Kirill Serebrennikov, Cannes Film Festivallerinin müdavimlerinden. 2016’da Belirli Bir Bakış bölümünde ‘Çırak / Le Disciple’ ile yarıştı. Putin rejimi muhalifi olduğu için Rusya’da göz hapsinde bulunduğundan, 2018’de festivalde gösterilen ‘Yaz / Leto’nun, üç yıl sonra ‘Petrov Grip Oldu / Petrov’s Flu’nun Cannes’daki gösterimlerine katılamadı.

 

‘Yaz / Leto’ Brejnev ve Stalin Rusya’sındaki rock müziği tarihine odaklanan bir filmdi. ‘Petrov Grip Oldu’ Sovyet sonrası Rusya’da yaşayan bir çizgi roman sanatçısının ve ailesinin hayatına odaklanıyordu.  Bu gribe bulaşmak istemeyen jüri başkanı Spike Lee, filmi ödül listesinin dışında tutmuştu. Ancak Putin’in koyu muhalifi ülkesinden çıkar çıkmaz soluğu Paris’te almış, sonra Berlin’e yerleşme kararını almıştı. Nitekim son filmi ‘Çaykovski’nin Karısı / Zhena Chaikovskogo’yu takdim etmek üzere Cannes’a geldi.

Bencil, çıkarcı bir bestekâr

Rus hükümetinin filmin ana yarışmadan çekilmesi için yapılan baskılara Cannes yönetimi direndi. ‘Leto’da sanatçının ifade özgürlüğünü savunan Rus sanatçı, ülkesinde günümüzde yaşanan trajediye yorum getirdi. Film ünlü besteci ile karısı Antonina Miliukova arasındaki fırtınalı ilişkiyi anlatıyor. Artık 50’sini geçen yönetmen ‘Çaykovski’nin Karısı’nda daha sinemasal ve derinlikli bir konuyla (bana göre) kariyerinin en başarılı filmine imza atmış. Bizleri 19. yüzyıl Rusya’sına ışınlayan film ilk yarısıyla klasik Rus müziğinin en ünlü ismi Pyotr Çaykovski’yi ve çevresini anlatıyor. Devam bölümlerinde bestekârın Moskova Konservatuarındaki talebelerinden biri olan Antonina’nın âşık olduğu erkeği evlenmeye razı etme çabalarını ve evliliğinde yaşadığı kâbusu izliyoruz.

Bestekârın kerhen kabul ettiği evlilik, müstakbel karısıyla bir pazarlık sonrası gerçekleşiyor. Çaykovski hem kendisi hakkında söylentileri bitirmek hem de karısının servetinden yararlanmak istiyor. Düğün gecesi yapılan tören cenaze evini andırıyor, zifaf gecesinde sarhoş damat sızıp kalıyor. Bu garip evlilik hayatında karısını sürekli aşağılayan Çaykovski’nin erkek arkadaşlarına ve konservatuardaki genç erkek talebelerine Antonia’dan çok değer verdiğini görüyoruz. Bestekâr “ben yalnız yaşamaya alışığım, evlilik bana göre değil” yalanına sığınıyor.

Çaykovski’nin resmi tarih tarafından saklanan eşcinsel kimliği evvelce Ken Russel’ın ‘Yalnız Kalpler / The Music Lovers’da (1971) ele alınmış, bestekârı Richard Chamberlain, Antonina’yı Glenda Jackson canlandırmıştı. Film hastalıklı bir şekilde bağlı olduğu ve sevdiği adamın ilgisini kazanmak için her türlü fedakârlığı yapmaya hazır bir kadının talihsiz yazgısının öyküsü. Tutkusunun esiri olmuş Antonina’nın takıntılı bir aşktan deliliğe uzanan yolculuğunu Kirill Serebrennikov senaryosunda bir tarihi fresk kalıpları içinde işlemiş.

   Bütün Rusyanın bildiği, tek Antonina’nın bilmediği eşcinsel Çaykovski, evliliği 2 sebepten kabul eder: Hakkındaki dedikoduları engellemek ve Antonina’nın parasına konmak. Çaykovski’nin kardeşleri Antonina’ya acı gerçeği anlatmalarına rağmen inatçı kadın pes etmez. Kirill Serebrennikov sinemanın en zayıf karakterli, en çıkarcı, en bencil,en fırsat düşkünü Çaykovski’sini senaryosunda işlemiş.

Kirill Serebrennikov filmlerinin demirbaş görüntü yönetmeni Vladislav Opelyants’ın katkısıyla kaliteli bir sinemasal dünya tasviri sunan ‘Çaykovski’nin Karısı’, 2.5 saatlik süresinde zaman zaman sarksa da, ana karakterin çılgınlığa varan fantezileriyle ilgiyle izlenebiliyor. Kocasının saklı eşcinselliğini çok geç öğrenen ve kimyası bozulan Antonina kendi cinselliğini de yaşayamıyor ve hazin sonunu hazırlıyor. Ayrılık kaçınılmaz olup, ikili yollarını ayırdıktan sonra bir daha hiç karşılaşmadan, Çaykovski 1893’te St. Petersburg’da koleradan, Antonina Miliukova ise 1917’de sefalet içinde ölmüşler.

Film bir kadını deliliğe götüren imkânsız aşkı, sade, ağırbaşlı ama karanlık atmosferli bir sinema diliyle anlatıyor. Çaykovski’ye hastalıklı derecede bağlı Antonia Miliukova rolünde Alyona Mikhaylova, ana yarışmadaki 21 filmin en başarılı oyuncusuydu. En İyi Kadın Oyuncu dalındaki bu favorimin, Vincent Lindon başkanlığındaki jürinin, Ali Abbassi’nin ‘Holly Spider’filmine ödül listesinde yer verebilmek adına, başrol oyuncusu Zar Amir Ebrahimi’ni ödüllendirilmesiyle hakkı yendi.   

 

BİR EŞEĞİN GÖZÜNDEN

75. Festivalin en yaşlı yarışmacısı Jerzy Skolimowski’nin (84) ‘E. O.’ adlı filmi Jüri Ödülü’ne ortak oldu. Veteran yönetmenin filmi yarışmanın 21 filminin en yenilikçi olanıydı. ‘E. O.’ ile Polonyalı yönetmen Cannes’a sekizinci kez geliyor. Skolimowsky 1978’de ‘Çığlık / The Shout’ ile Cannes’da Jüri Büyük Ödülü’nü kazanmıştı.

Skolimowski’nin Ewa Piaskowska ile müştereken yazdığı ‘E. O.’nun senaryosunun odağındaki gri eşek, dünyayı melankolik ve hayalperest gözlerle izliyor. Bu eşeğin yolu bir sirkten, bir ahırdan, bir sığınaktan, bir bayram yerinden, bir tilki yetiştirme çiftliğinden ve bir İtalyan saraydan geçiyor. Eşek sonunda İtalya’da kesiliyor. Yolculuğunda iyi ve kötü insanlarla yolu kesişen, deneyimler ve acılarla karşılaşan eşeğimizin gözlerinden, film modern Avrupa toplumunu keşfetmeye çalışıyor. Az diyaloga yer veren senaryo mesajını kelimeler aracılığıyla değil, duygu yüklü görselliğiyle vermeyi tercih ediyor. Deneyselliğin sınırında dolaşan film, anılarını yitirmiş bir insanlığın çelişkilerini gözlere sererken, adeta Hazreti Musa’nın 10 Emrine ‘Hayvanları Seveceksin’ komutuyla bir 11.’sini ilave ediyor.

 Film bir hayvanın gözünden dünyanın gizemli kötülüklerinin ağır bastığı, acımasız bir yer haline geldiğini anlatıyor. Gri gözlü, melankolik bir eşek olan E. O. yoluna çıkan iyi ve kötü insanlardan mutluluğu ve acıyı yaşıyor. E. O. şansını, felaket ve mutsuzluğunu beklenmedik bir mutluluğa dönüştürüyor, ama masumiyetini hiç kaybetmiyor. Film şu soruya cevap arıyor: ‘Sinema sanatı yaşadığımız toplumun en sessiz, en savunmasız varlıklarının gözlemlerine aracı olabilir mi ?’

Robert Bresson’un 1966 tarihli unutulmaz başyapıtı, Venedik Film Festivali ödüllü ‘Au Hasard Balthazar’ alegorik filmi çilekeş bir eşek olan Balthazar’ın öyküsünü anlatmıştı. O filmden esinlenen ‘E. O.’ Polonya’nın bir sirkinde doğan bir eşeğin hayatını takip ediyor. Film, yolculuklarında neşe ve acıyı deneyimleyen, modern Avrupa’nın bir vizyonunu onun gözünden keşfeden bir eşeği konu alıyor. Jerzy Skolimowski teşekkür konuşmasında filminin başrolündeki dört Sardunya eşeğine ( Taco, Mola, Ola, Rocco olarak adlarını sayarak) teşekkür etti. 

Filmin başkarakteri Kasandra (Sandra Drzymalska) adlı genç bir sanatçıyla bir sirkte performans sergileyen bir eşek. Kız, karşılıksız sevgisini veren hayvana bağlıdır. Hayvan istismarı karşıtları tarafından yapılan bir protesto gösterisinden sonra, icra memurlarının sirke girmesiyle bu ikilinin yolları ayrılır. Eşek kendini bir ahırda bulur ve daha sonra birkaç kez sahibini değiştirir. Polonya’dan İtalya’ya uzanan yolculuğunda, hayatı altüst olan eşeğimiz insan denilen canlının ne kadar acımasız ve çıkarcı olabileceğine tanıklık eder.

Küçük bir kasabada futbol maçında kazanan takımın maskotu oluyor, ancak yenilen takımın fanatik taraftarlarının kutlama yapanlara sopalarla saldırdığında, zavallı eşeğimiz de dayak yiyor. İsabelle Huppert’in canlandırdığı bir kontesin papaz oğlu, o güne kadar yediği salamlar nedeniyle eşekten özür diliyor. Ancak bu, filmin finalinde eşeğimizin diğer büyükbaş hayvanlarla mezbahaya gidişini engellemiyor. Yönünü şaşırmış bir dünyada akıbetini çaresizlik içinde bekleyen eşeğin çığlığı yürek burkuyor.

Oyuncu kadrosunda adına rastladığımız, ancak son bölümde kısa bir rolde karşımıza çıkan karizmatik Fransız oyuncu İsabelle Huppert Cannes yarışmalarına rekor filmle katılan bir süperstar. İki kez En İyi Kadın Oyuncu Ödülünü kazanan ender oyunculardan. Huppert evvelce Michael Haneke’nin ‘Piyanist / The Piano Teacher’ (2201) ve Claude Chabrol’un ‘Violette Noziere’i (1978) ile bu ödülü almıştı.

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün