Meriç Aytekin
Nietzsche’ye göre fizyolojik, ekonomik ve en önemlisi de ruhsal olarak zayıf olanlar intikam duygusunu son derece sinsi ve rasyonelce yaşar. Güçsüzler, İyi ve Kötü olma arasında bir seçim yapamayacak durumda oldukları için iyiliği zayıflıkla kötülüğü de güçsüzlükle özdeşleştirmek zorundadır.
Nietzsche’ye göre köleler kendilerine zulmedenleri, sömürenleri, yani onları köleleştirenleri o an cezalandıramadıkları için yani güçsüz oldukları için ahlakı icat etmişlerdir. Bu insanlık tarihi düşünüldüğünde eşi görülmedik bir çıkıştır. Bugüne kadar kimse ahlak konusunda Nietzsche kadar ileri gidememiştir. Ahlaktan bahsettiğimizde aklımıza sadece dinler veya toplumları düzenleyen gelenekler gelmemeli. Nietzsche’ye göre Liberalizm ve Sosyalizm de Hristiyan ahlakının devamından başka bir şey değildir. Dolayısıyla ahlak siyasi kurumlarımızın kurucu ögesidir.
Güçsüzler güce ulaşamadıklarında güçlüyü devirmek için sinsice fanteziler kurar. Bu yüzden Kıyamet Günü ile Devrim aslında bir ve aynı motivasyona sahiptir: Ezenden intikam alma istenci. Ahlak Nietzsche’ye göre zayıfın zayıflığını dayanabilir kılabilmesinin tek yoludur. Buraya kadar köle ahlakı en azından köleler için o kadar da ‘kötü’ değildir ancak zayıflar orada durmazlar, onların doymak bilmez hıncı kara bir delik gibi bütün insanlığı köle statüsüne indirmek ister. Nerede ruhça ve bedence güçlü, sağlıklı birisi varsa nerede zeki, yaratıcı, zengin biri varsa onu devirmek için sinsice planlar kurarlar.
O veya bu şekilde güçlü olana ama en çok da ruhça güçlü olana karşı duyulan bu bitmez tükenmez hınç duygusu Nietzsche’ye göre insanlığı dekansa yani yıkıma götürmektedir. Peki Türkiye’de durum nasıl?
Türkiye’de aydınlar neden çoğu zaman sosyalist ve bazen de liberal olmayı seçmişlerdir? Sağcı ‘aydınlar’ bile gerçekten sağcı mıdırlar? Türkiye’de sağdan sola bütün aydınların ve siyasi partilerin söylemlerine bakarsanız hepsinin bir şekilde ezilenden, mazlumdan ve garibandan yana olduğunu görürsünüz.
Güçsüzlüğün inkârı güçsüzün acısını dindirerek hayatına devam edebilmesinin tek yoludur. Peki ne uğruna? İnsanlığın dekadansa yani çürümeye terk edilmesi uğruna. Kimse çıkıp gerçeği uzun bir süre söylemediğinde, söylemeye cesaret edemediğinde yalan dolan hakikat statüsü kazanır. Bazen bir yalan binlerce yıl sürebilir. O zaman ona karşı durmak ve onu devirmek muazzam düzeylerde fedakârlık gerektirir. Nietzsche’nin ahlak alanında yaptığı devrim böylesi bir devrimdir.
Bizim aydınımızın en sağcısı bile ezilenden ve garibandan yanadır çünkü güçsüzdür. Güçsüz olduğu için iyi olmayı seçiyormuş gibi yapmak zorundadır. Böylece Türkiye toplumu bilinçli veya bilinçsiz bir şekilde içeriden bir ahlakın filizlenmesiyle zayıflatılmaktadır. Köle ahlakı Türkiye’deki aydınların üzerine düşünmeye bile gerek duymadan kabul ettikleri bir değerdir.
Ancak güçlü olanlar iyi ve kötü arasında otantik bir seçim yapma şansına sahiptir. Güçsüzler her zaman uysal ve iyi olmak zorundadır ancak bunu seçiyormuş gibi davranarak vicdanlarını rahatlatır. Sanki iyi olmak dışında yani uysal yani ezilenden, güçsüzden, garibandan, fakirden yana olmak dışında bir şansları varmış gibi!
Bu açıdan hınç duygusu Türkiye entelektüellerinin sağdan sola hepsini kapsayan en temel değerdir. Bugün Türkiye’de sosyal bilimler alanında okutulan hemen hemen her şey Türkiye toplumunu daha fakir, daha güçsüz daha zayıf yapmaya hizmet etmektedir. Böylece bir toplum olarak kendimize olan saygımızı ve sevgimizi adım adım kaybetmekteyiz.
Sağcılarımız başka toplumlara zulmedecek gücü kendilerinde bulamadıkları için kendi toplumlarındaki daha güçsüz olanları cezalandırmaya çalışır. Türkiye sağcısı hükmetme istencini başka toplumlar üzerinde bir kırbaç gibi şaklatamadığı için çünkü en nihayetinde başka toplumları köleleştirebilecek güçten yoksundur o, kendi toplumu içindeki kendinden daha güçsüz olana saldırmayı tercih eder. Kölenin kendinden daha köle durumda olana zulmünden başka nedir bu!
Romalılar güç istencini kendi toplumunun alt sınıfları veya köleleri üzerinde kullanmak yerine başka halkları boyunduruk altına alarak yansıtırlardı. Bir Romalı kendinden daha aşağıda olan bir Romalıya değil bir Galya kabilesine yönlendirirdi kudretini. Böylece güç istenci içeriye değil dışarıya taşardı ancak ezilenler kendilerini ezenlere karşılık veremediklerinde kendilerinden daha çok ezilmiş olanlar üzerinde bu gücü sınarlar. Patronu tarafından aşağılanan bir işçinin eve gelip eşine şiddet uygulaması gibi güçsüz toplumların sağcıları da kendi ülkesindeki daha güçsüz kesimleri ezerek kendini rahatlatır.
Böylece Türkiye toplumu güçsüzlerin kendilerinden daha güçsüzlere zulmetmesinin bir panoraması halini alır. Türkiye’de siyaset güçsüzlerle daha güçsüzler arasındaki bir hıncın tekrar tekrar döllenmesinden başka bir şey değildir.
İşte bu yüzden Türkiye toplumu kendine olan sevgisini ve saygısını her geçen gün daha fazla kaybetmektedir. Kölece ahlakın sağdan sola tartışılmaz bir değer olmasıyla ve bu değerin her geçen gün yükseltilmesiyle çürümenin dibine doğru hep birlikte ilerliyoruz.