Geçenlerde eski bir arkadaşımla karşılaştık. Her zaman, orada çalıştığı için övündüğü büyük ve tanınmış bir firmadan kovulduğunu söyledi üzüntüyle. Sebebini sorduğumda, firmanın bazı sıkı kuralları olduğunu, bunlara uymadığı için birkaç kez uyarı aldığını, sonunda da disiplinsizlik sebebiyle kovulduğunu söyledi. Bu arkadaş her zaman işini ve iş yerini çok sevdiğini söylerdi. Büyük patronuyla bile kendince arası oldukça iyiydi. Muhtemelen kendisine de oldukça tolerans gösterilmişti. Ama sonuç, bir gün ansızın kovulması olmuştu. Şimdi düşünelim; büyük bir firmada çalışıyorsunuz. Firmanın duvarda dahi asılı yazılı kuralları var: ‘İş başı saati sabah 8.00.’ Diğer firmalarda genelde 9 iken biraz daha sıkı bir koşul! ‘Erkekler lacivert takım elbise giymeli ve kravat takmalıdır.’ Çoğu firmada koyu renk takım elbise ve kravat zorunluluğu yok! ‘Çay içilen saatler şu belli saatlerdir.’ Diğer firmalarda canı çektikçe içilebilir. Sonuçta koşulları biraz daha sıkı bir yermiş. Böylesi iyi bir firmada yer alabilmenin biraz ek yükü olması da normal. Bu firmayı ve burada olmayı da seviyoruz, ama bir süre sonra diğer bazı firmalarda çalışan arkadaşlarımızın bizden daha geç saatte işe başladıklarından etkilenerek, biz de işe 8 yerine 9’da gitmeye başlıyoruz. Sonra yine bu kişilerden etkilenerek, günün moda renklerinden takım elbiseler giymeye başlıyoruz. Canımız çektikçe mutfaktan çay alıp alenen içiyoruz. Yani firmamızın koşullarını esnetmeye başlıyoruz. Bu durum, önce etrafımızdaki iş arkadaşlarımızın dikkatini çekiyor, sonra üstlerimizin ve sonra da büyük patronun kulağına gidiyor. Birkaç kez, firmanın standart kurallarına uymamız konusunda nazikçe uyarılıyoruz. Bu disiplinsizliklere devam edince, bir gün muhasebeden çağrılıyoruz ve işimize son verildiğini öğreniyoruz.
Şimdi tüm bu gelişmeler ışığında, kendimizden başka kızmamız gereken biri var mı? Kovulduğumuz için firmayı veya büyük patronu suçlayabilir miyiz? Bu firmada ve bu işte çalışmayı biz istedik, koşulları öğrendik ve kabul ettik. Ayrıca da firmamızı ve işimizi de çok sevdik. Ama sonuçta, gerekli koşulları yerine getirmediğimiz için işten atıldık.
Bu hikâyeyi ve düşünce analizini niye anlatıyorum? Çünkü bazılarımızın Yahudilik ve Tora ile ilişkisi aynı bu arkadaşınki gibi. Bu kişiler Yahudi olduklarını, Aşem’in Tora’sının kurallarına tabi olduklarını biliyor. Zamanında atalarımız Tora’yı hep bir ağızdan ve tüm gelecek nesillerini de bağlayacak şekilde kabul etmiş. Fakat bu kişiler adeta ‘Büyük Patron’ Aşem’in kendi eliyle yazdığı ve yazdırdığı Tora’nın kurallarını esnetmeye ve kendilerine göre uygulamaya, hatta birçoğunu belli mazeretlerle uygulamamaya başlıyor. Sözde bu kişiler, bağlı oldukları ‘firma’ olan Yahudiliği, ‘Büyük Patron’ Aşem’i ve onun verdiği çalışma kuralları olan Tora’yı çok seviyor. Ancak sonuçta kuralları hiçe sayıp ihlal ediyorlar. Bunları büyük patron Aşem ne kadar görmezden gelebilir, kaç kere uyarabilir bizi? Sonunda bir gün işten atılırsak, yani Aşem bizi kendisinden uzaklaştırırsa, hatta bir Yahudi için en büyük ceza olan Tora’nın tanımladığı şekilde ruhumuzu halkımızın arasından koparırsa(karet) kendimizden başka kızabileceğimiz biri var mıdır?
Omer günlerine derin bir bakış
Pesah’tan Şavuot Bayramına kadar, 49 gün boyunca ‘Omer’ sayılır. Pesah’ın ikinci günü, ilk hasat yapılan ürün olan arpadan 1 Omer ölçüsü korban olarak getirilirdi. Şavuot’ta ise, bu kez buğday hasadını simgeleyen iki ekmek korban olarak getirilirdi. Burada aslında arpa hayvan yemini simgelerken, buğday ise insanın temel yiyeceğini simgeler. Yani Pesah’ta Mısır çıkışı tumanın 49. seviyesine düşmüş olan Bene Yisrael, adeta hayvanı andıran bir seviyedeyken, Tanrı tarafından 49 gün içinde Tora’yı alacak insan seviyesine yükseltilmiştir. Yani 49 günlük Omer dönemi gün be gün manevi olarak yükselme sürecidir. Mısır çıkışında Bene Yisrael’in bunu hak edecek bir zehutu yoktu. Tanrı, merhameti ve atalara verdiği sözü yerine getirmek için, Bene Yisrael’e hemen çıkış öncesi iki mitsva şansı vererek onları son anda yükselterek yok olmaktan kurtarmış ve mucizevi bir şekilde Mısır’dan çıkarmıştı. Mucizelerden biri de, çıkış gece olmasına rağmen etrafın gündüz gibi Tanrısal ışıkla aydınlık olmasıydı. Nitekim bunun anısına normalde tüm bayramlarda sadece gündüz söylenen ‘Allel / övgü dualarını’ Pesah başlangıcında akşam söylemekteyiz. Ancak söz konusu bu ışık, ikinci günden itibaren kaybolmuş ve yerini karanlığa bırakmıştır. Nitekim tarihte pek çok negatif olay da Omer günlerinde gerçekleşmiştir. Bunlardan bazılarını, Rabi Akiva’nın üst düzey 24000 öğrencisinin ölümleri, Haçlı seferlerinde Yahudilerin katledilmesi, Bar Kohba İsyanı sırasındaki Yahudi katliamları, Holokost’un başlaması olarak sayabiliriz. Kabalistler, bu dönemde Yahudilerin başına gelen tüm bu felaketlerin nedenini Pesah çıkışı sırasında geceyi aydınlatan Tanrısal ışığın, ikinci günden itibaren çekilmesine bağlar. O zaman için kurtuluş, tamamen Tanrı’nın merhameti ve sevgisi sayesinde gerçekleşmişti ve söz konusu ışık bu durumu simgeliyordu. Ancak artık Bene Yisrael’in kendi potansiyelini gerçekleştirmesi ve Tora’yı hak edebilmesi için ışığın çekilmesi gerekiyordu. Işığın çekilmesi de tarihteki söz konusu negatif dönemleri ortaya çıkarmıştı. Normalde Omer döneminin içerdiği iki ay olan Nisan ve İyar da, spritüal olarak farklılık gösterirler. Nisan ayında kurtuluş göklerden gelir. Nitekim Nisan’da Tanrı, Bene Yisrael’i düştükleri seviyeye rağmen büyük merhametiyle kurtarmıştır. Ama İyar ayı, kurtuluşu Bene Yisrael’in kendi çabasıyla başlatması gereken bir aydır. Nitekim Omer sayımıyla giderek yükselen halk, artık kurtuluşu hak etmek için gayret göstermiştir. Bu çerçevede, ikinci şansı simgeleyen Pesah Şeni’nin İyar ayında yer alması da bunu simgeler.
Bunları biliyor musunuz?
* Tefila’nın doruk noktası olan, günde üç kez okuduğumuz Amida duasında 19 beraha olduğunu ve toplamda günde 3 x 19=57 berahaya ulaşıldığını.
* 57 sayısının, hem ‘zan/besleyen’ kelimesinin, hem ana besin kaynağımız olan ‘dagan/tahıl’ kelimesinin, hem de ‘ohel/ yemek’ kelimesinin gematriyası olduğunu. Dolayısıyla tefila sayesinde beslenmemizi ve geçimimizi garanti altına alabileceğimizi.
* Pesah Şeni’nin Yosef’le bağlantısı olduğunu. Nitekim zamanında Pesah korbanı getiremeyen ve ikinci bir şans talep edenlerin Yosef’in Mısır’dan çıkarılan naaşını taşıyan, bu nedenle de ‘tame met / ölüyle temastan dolayı kirli’ olan kişiler olduğunu.
* Pesah Şeni’nin simgelediği ikinci şans liyakatinin temsilcisinin, kardeşleri onu Mısır’a satmalarına rağmen onları affeden ve ikinci bir şans veren Yosef olduğunu.
* Normal şartlarda yap şeklindeki bir emrin ihlalinin karet cezası gerektirmediğini. Ancak bunun iki istisnasının ‘Berit mila / sünnet mitsvası’ ve Pesah korbanı getirme mitsvası olduğunu.
* Tora’da Aaron’un ‘kodeş/ kutsal’a nasıl girmesi gerektiğinin anlatımında ‘BeZot / bununla’ diye bir vurgu yapıldığını. Buradaki ‘zot/bu’ vurgusuyla ilgili yapılan açıklamalarda ‘zot’un gematriyasının 408 olduğunu. Bunun da 3x136 şeklinde üç öğeyi ifade ettiğini. Bu üç öğenin her birinin, gematriyası 136 olan ‘tsom/oruç’, ‘kol/ses’ ve ‘mamon/para’ olduğunu. Yani burada, kutsal bölgeye oruç tutarak, dua ederek ve bağış yaparak girilmesi gerektiğinin ifade edildiğini. Aynı zamanda Tora’da geçen şekliyle ’BeZot’ kelimesinin de gematriyasının 410 olduğunu ve bu sayının 1. Bet Amikdaş’ın ayakta olduğu yılları ifade ettiğini. 410’un aynı zamanda ‘kadoş/kutsal’ın da gematriyası olduğunu.
* Yom Kipur ibadetinde kura ile seçilen tekeyi Azazel’e götürecek kişinin, Kipur’dan önce, o zamanki ruah akodeş sayesinde o yıl öleceği belli bir kişi olarak seçildiğini. Burada geçen ‘Azazel’ kelimesinin de çeşitli anlamlar ifade ettiğini. Bunlardan birinin, Aza ve Azael adlı tufan zamanı öncesi göklerden düşen iki negatif meleğin bir isim kombinasyonu olduğunu. Tora’da teke için kullanılan isim olan ‘seir’in de ‘saçlı-kıllı’ anlamına geldiğini ve bu ifadenin de hem ‘cinlerin’ görüntüsüne, hem de kıllı doğan Esav’ın soyuna atıfta bulunduğunu.
* Omer sayım günlerinin iyi kalbe (lev tov) ulaşmak için bir süreç olduğunu. Nitekim’ lev tov’ un gematriyasının 49 ettiğini. Burada ‘lev/kalp’in gematriyasının 32 olduğunu ve yazılı Tora’yı simgelediğini. Nitekim Tora’nın ilk ve son harflerinin ‘lev’i oluşturduğunu. Tov’un ise gematriyasının 17 olup Kabala’yı simgelediğini. Nitekim Rabi Akiva’nın 24000 öğrencisinin, Omerlerin ilk 32 gününde başarısız olup art arda ölmelerinden sonra, 33. gün olan ‘Lag BaOmer’de bu ölümlerin sona erip, içlerinde Rabi Şimon Bar Yohay’ın da olduğu beş yeni öğrencisinin ‘tov’ yani gematriasıyla sonraki 17 günü simgeleyen Kabala’da başarılı olduklarını.
* Bet Amikdaş’ta her gün yakılan ve 11 baharattan oluşan ‘ketoret / tütsü’nün içinde ‘helbena’ denen ve kendi başına çok kötü kokuya sahip bir baharatın olduğunu. Ama onsuz ketoretin geçersiz sayıldığını. Helbenanın, bu kötü diye adlandırdığımız kokusunun diğer baharatların kokusuyla etkileşimi sayesinde, ketoretin Tanrı tarafından memnuniyetle karşılandığını. Bu paralelde, toplumumuzun içinde de kötü olarak addettiğimiz kişiler bulunduğunu, ancak Pesah masasında bulunması gereken dört tür çocuktan biri olan ‘raş/:kötü çocuk’ gibi, böyle kişilerin varlığı ve onlarla olan etkileşim sayesinde toplumun bir bütün haline geldiğini.
* Bet Amikdaş’ta her gün yapılan ‘ketoret/tütsü’nün Tanrı’nın yargısını yumuşattığını, gerektiğinde salgınları durdurabildiğini ve parnasa için de ‘segula’ olduğunu. Bet Amikdaş zamanı Kohenlerin ketoret getirebilmek için kura çektiklerini ve ketoret getiren Kohen’in bir dahaki kuraya isminin konulmadığını. Yani her Kohen’in, hayatında bir kez de olsa ketoret getirdiğini ve bu sayede parnasa segulasına sahip olup zenginleştiğini.
*‘Ketoret/tütsü’ sunağının ‘sevilen sona bırakılır‘ misali Mişkan’daki diğer kutsal objelerden daha sonra imal edildiğini. Nitekim ketoret sunulmadan, Şehina’nın Mişkan’a gelmediğini. Bu bakımdan da ketoret işleminin, sabah Mişkan’da yapılan ilk ibadet olduğunu. Ketoretin kokusunun, adeta Tanrı’nın yargısını yumuşattığını. Aynı zamanda bu kokunun, avludaki hayvan sunağında gün boyu kesilip yakılan hayvanların kokusunu da güzelleştirdiğini.
Soru ve yorumlarınız için adresim hessiennekavi@gmail.