Bu haftaki yazımı NBA´deki takas gündemindeki gelişmeler hakkında yapmayı planlarken Şalom Spor ailesinden gelen bir link, yazıyı daha kişisel bir tarafa çekmek için bana ilham oldu.
Paylaşılan link devam etmekte olan 21. Maccabiat Oyunlarından bir maçın canlı yayını içindi. 16 Yaş Altı kategorisinde Türkiye’yi temsil eden futsalcıların Güney Afrika’yla olan müsabakasının yayınlandığı anlarda ben bayram sonrası iş yoğunluğuna dalmıştım.
İki dakikalığına bakarım diye girdiğim yayına kendimi kaptırmış buldum. İzlediğim kardeşlerimin mücadelesi bana kendi Maccabiat maceramı anımsatıyordu. Bundan tam 15 sene önce Roma’da gerçekleşen Maccabiat Oyunlarında, yine aynı kategoride Türkiye’yi temsil eden takımda bulunma şansım oldu. Ülkemize bu kategoride ilk defa madalya kazandırmayı başaran bu ekiple olan yolculuğumu bu vesileyle anmak istiyorum.
Dürüst olmam gerekirse Maccabiat Oyunlarına gitmek istediğimde futsal hakkında çok fazla bir fikrim yoktu. Daha önce oralarda oynamış arkadaşlarımdan edindiğim bilgi ve gençliğin verdiği cesaret ile “halı sahadan hallice” olduğunu düşünüp şansımı denemek istedim. Seçmelere gittiğimde hocalar herkese hangi pozisyonda oynadığını soruyordu, ben çekindiğim için gönlümden geçeni, yani forvet diyemedim. Birkaç saniyelik sessizlikten sonra hoca, “Senin boyun uzun” diyerek beni defansa gönderdi. Kenarda sıramı bekleyip ben ne yapacağım diye düşünürken, birden ‘içeri gir’ işareti geldi. Defansa geçtiğim anda, kafamda bir şeylerin oturduğunu hissettim. Arkadan oyunu görmek, oyun başlatan noktada olup herkesin hareketlerini izlemek hoşuma gitmişti.
O andan sonra yavaş yavaş takımımız şekillendi. Seçilen herkes yavaş yavaş yerini bulurken, hayatımda ilk defa organize bir şekilde kondisyon çalışmalarına katıldım. Antrenman yaptığımız salonun etrafında kaç tur atmışızdır, bilmiyorum. Bununla beraber yaptığımız taktik çalışmalarla iyice kendimizi profesyonel abilerimiz gibi hissetmeye başlamıştık. Bu hissiyatı tamamlayan ise ilkbahara doğru formalarımızın gelmesi oldu.
Yolculuk zamanı
Temmuz geldi, çattı ve diğer sporcularla beraber kafile olarak yola çıktık. Uçakta yaptığımız gürültüden dolayı görevlileri azıcık kızdırmış olsak da uçuş süresince birbirine takılıyor, oynayacağımız maçların nasıl geçebileceği hakkında senaryolar yazıyorduk. İndiğimizde birçok ülkenin temsilcilerini gördüğümde yaşadığım heyecanı anlatmam çok zor. Açılış töreninde bayraklarla seyircileri selamladığımız anlar kadar olmasa da kalbimin hızla çarptığını hissedebiliyordum.
Dört gruptan 16 takımlı kategorimizin ilk turunda yaptığımız üç maçın ikisini kazanarak bir üst tura çıkmayı başardık. Çeyrek finalde İspanya’yı geçerek yarı finalde İngiltere’yle eşleştik. İngiltere ve biz turnuvanın şampiyonluk adaylarıydık diyebilirim. Rakip kalecinin yıldızlaştığı ve bizim de bitiricilik sorunu yaşadığımız maçta İngiltere’ye 1-0 yenilince bütün takım soyunma odasında ağlıyordu. Ancak ertesi gün yeni bir hedefle, madalya hedefiyle çıktığımız Fransa’yı rahatça yenerek sevince boğulduk. Maçın bitmesiyle üst yaş kategorisinden bizi izlemeye gelenlerle yaşadığımız sevinci YouTube’un derinliklerinde bir yerde bulabilirsiniz.
Kapanış törenine madalya kazanmanın verdiği gururla katıldığımızı düşünürken şimdi aslında orada olabilmenin ne kadar güzel bir tecrübe olduğunu tekrar anlıyorum. Sevdiğimiz sporu profesyonel seviyede yapamasak da uluslararası bir seviyede dünyanın her bir yanından katılımcılarla mücadele edebilmemiz, onlara karşı ülkemizi temsil edebilmemiz büyük bir şans. Günlük harala gürele içinde bana bu tecrübeyi anımsattıkları için tekrardan kardeşlerime teşekkür ediyor ve turnuvanın geriye kalanında onlara başarılar diliyorum.