Naziler Auschwitz'deki suçlarını nasıl kapatmaya çalıştı?

1945 kışında Naziler, Holokost´un kanıtlarını yok etmeye çalıştı. Kamplar ve suçlarını gizlemeye çalışan Nazilerin unuttukları bir gerçek vardı; hiçbir şey 1,1 milyon insanı öldürdükleri ölüm kampının karanlık gerçeğini yok edemezdi.

Sara YANAROCAK Kavram
27 Temmuz 2022 Çarşamba

İşgal altındaki Polonya’da soğuk bir gündü ve Shmuel Beller’in bildiği kadarıyla, bu onun son günü olabilirdi. Rus kuvvetleri Auschwitz’e doğru ilerlerken, Beller ve diğer mahkûmlara, ölüm kampını terk etmeleri gerektiği söylendi. Böylece, Beller depolama tesislerinden birine koştu ve bir yığın giysiyi didik didik etti. Kampta her gün 6 bin Yahudi eşyaları üzerlerinden çıkartılıp, gaz odasına gönderildiğinden, depolarda yığınlarla sınıflanmış giysi ve ayakkabı vardı. Shmuel Beller sonunda aradığını buldu; bir çift sağlam deri ayakkabı.

Beller, Ocak 1945’te Nazilerin, Müttefik Kuvvetlerinden kaçmak için yürüttüğü çılgın mücadelenin bir parçası olan, günümüzde ‘Ölüm Yürüyüşü’ adı verilen yürüyüşe zorlanan 60 bin mahkûmdan biriydi. Kamplar ve suçlarını gizlemeye çalışan Nazilerin unuttukları bir gerçek vardı; hiçbir şey 1,1 milyon insanı öldürdükleri ölüm kampının karanlık gerçeğini yok edemezdi.

Takip eden haftalarda, Nazilerin 42 binden fazla ölüm kamplarının en büyüğü olan Auschwitz’de kalan mahkûmların çoğu, onlarca ve hatta bazen yüzlerce kilometre yürüyerek yakındaki ve uzaktaki kamplara götürüldü. Yol boyunca, Beller, Nazi gardiyanlarının kaçmaya çalışan mahkûmları öldürdüğünü ve geriden gelenleri vurduğunu gördü; açlıktan ve artık devam edemeyecekleri kadar acımasız koşullardan bitkin kadınlar ve çocuklar dâhil. Auschwitz’den ayrılmadan önce yakalayabildiği ayakkabılarla ayakları korunarak yürürken, yol boyunca duran esirlerin geçişini izleyen Almanları gördü.

Beller daha sonra Şoa Vakfının Holokost kurbanlarının ifadelerini alarak, korumaya adanmış sözlü tarih programının bir parçası olarak “Buz, kar ve kar fırtınası tarlalarında yürüdük. İnanılmazdı!” ifadesinde bulundu.

1940’ta Polonya’nın Oswiecim kentinde Naziler tarafından açılan Auschwitz’in son günleri, kaos, korkaklık ve bir zamanlar Nazi Almanya’sının Avrupalı Yahudileri yok etme hedefindeki en etkili araçlarından birini yok etme girişimiyle damgasını vurdu. 1944’ün sonlarında II. Dünya Savaşı’nın Müttefik Kuvvetleri, işgal altındaki Avrupa’nın çoğunu Nazilerin elinden alırken, Nazi ordusunun Hitler’in 1933’te iktidara gelmesinden sonra, Avrupa’nın çoğunu işgal etmiş olan güçlü bir kuvvet olduğu ortaya çıktı. Ancak artık Almanya karşı konulamaz bir yenilgiye doğru gidiyordu.

Kampların imhası

Almanya’da hükümet ve ordu çökmeye başladığında hem Almanya’daki, hem de işgal altındaki Polonya’daki Nazi yetkilileri, son hamlelerini düşünmeye başladı. Kasım 1944’te, SS başkanı ve Holokost’un mimarlarından biri olan Heinrich Himmler, Auschwitz’in üç ana kampından en büyüğü olan Auschwitz –Birkenau’daki gaz odalarının imha edilmesi için ani bir emir yayınladı. Tarihçiler Adolf Hitler’in Avrupa’da kalan Yahudileri yok etme emrine, doğrudan karşı gelen emri neden verdiği konusunda aynı fikirde değiller.

Kamptaki yetkililer Himmler’e itaat etti. 1944’ün sonlarında, görgü tanıklarının daha sonra hatırlayacağı gibi, gaz odalarının bir kısmını söktüler, Sonderkommando- gaz odalarını çalıştırmak için görevlendirilmiş bir grup Yahudi mahkûm- yapıları parça parça söktüler. Ardından, Ruslar yaklaşırken, kalan binalar yıkıldı, dinamit kullanılarak tamamen havaya uçuruldu. Artık geriye sadece kalıntılar kalmıştı.

‘Ölüm Yürüyüşü’

Ardından yürüyüşler başladı. Yürüyebilecek kadar sağlıklı olduğu düşünülen mahkûmlara sıralar halinde toplanmaları ve Auschwitz’i terk etmeleri söylendi. Nazi gardiyanları onları Almanya’ya giderken Polonya’nın güneyindeki ormanlardan ve tarlalardan geçirdi. Almanlar yürüyüşü ‘tahliye’ olarak adlandırdı, Yahudi mahkûmlar ise buna ‘Ölüm Yürüyüşü’ adını verdi.

Yürüyüş acımasızdı. Ayak uyduramayanlar, hüsrana uğramış gardiyanlar tarafından vuruldu veya dövüldü. Soğuk, açlık ve hastalık mahkûmlara korkunç zarar verdi. O sırada 19 yaşında olan İba Mann, ”Eğilmeye bile cüret eden; bir an bile duran vuruldu” diye hatırlatıyor.

Nazilerin amacı yalnızca kampın kanıtlarını yok etmek değildi. Mahkûmları Reich için köle işçi olarak hizmet etmeye zorlama planları vardı. Bazı mahkûmlar Almanya’ya yolculuklarını tamamlamak için tren vagonlarına tıkıldılar; diğerleri sıfırın altındaki soğuklara rağmen kaçabildiler. Yürümeye zorlanan 60 bin kişiden bazıları yol boyunca öldü, ancak yürüyüşler sırasında kaç kişinin öldürüldüğü belirsizliğini koruyor.

Kampta yalnızca çalışmaya uygun olmadığı düşünülen insanlar, yani çok hasta veya zayıflar kaldı. Geride kalan tüm mahkûmları öldürmek için bir SS emri geldi ve SS 700 mahkûmu öldürdü. Ancak kampta düzen bozuluyordu. SS subayları kaçmaya başladı ve mahkûmları hizada tutan katı hiyerarşi ortadan kalktı. Belgeleri yakmak için kalan memurlar, suçlarını gizlemek için son bir hamle yaptı. Bu sırada hastane yataklar ve ranzalarda mahsur kalan mahkûmlar bekledi. Kalan gardiyanlar da oradan kaçarken, birkaç mahkûm daha kaçtı.

Kızıl Ordu kampa ulaştı

Ardından 27 Ocak 1945’te Kızıl Ordu kampa ulaştı. İçeride dışkıyla kaplı ve açlıktan ölmek üzere olan mahkûmlar, tıbbi deneyler için kullanılmış çocuklar ve Nazilerin suçlarına dair diğer şok edici kanıtlar buldular. Gardiyanlar, mahkûmların çalınan eşyalarının Reich’a geri gönderilmeden önce saklandığı depolardan bazılarını yok etmemişti. Kalan eşyalar arasında 7,7 ton insan saçı, 370 bin takım elbise ve 837 bin kadın manto ve elbisesi vardı.

Kurtarıldıktan sonra kampta sadece 7 bin mahkûm kalmıştı. Kızıl Ordu derhal onları beslemeye ve bakımlarını yapmaya başladı. Hayatta kalan mahkûmların yarısı, serbest bırakıldıktan kısa bir süre sonra açlıktan, hastalıktan ve yorgunluktan öldü. Diğerleri yavaş yavaş toparlandı ve hayatlarına yerinden edilmiş kişiler olarak başladı.

Ruslar Holokost’un en ölümcül kampına yeni rastlamış olsa da, Auschwitz’in kurtuluşu manşetlere bile çıkmamıştı. 28 Ocak 1945’te New York Times’da yayınlanan bir bildiride kamptan bahsedilmiyordu. Sadece 3 Şubat’ta gazete, Oswiecim’deki ‘cinayet fabrikası’na iki paragraf ayırdı, birkaç ayrıntı verdi. II. Dünya Savaşı sona ererken, kamplarda yaşanan dehşeti çok az insan kavrayabildi.

Tepkiler

Ancak Holokost’un dehşetinin gerçek boyutu bilindikten sonra, dünya Auschwitz’de olanlara tepki vermeye başladı. Naziler kaçıp suçlarını örtbas etmeye çalışsa da, suçlarının tam tarihini asla bilmeyi imkânsız kılsalar da, kurbanların ve hayatta kalanların sesleri, tanıklıklarıyla devam ediyor.

Toplamda 6 milyon kişi hunharca yok edildi. Bugün Auschwitz’deki bir müze ve anıt, Nazilerin suçlarının kalıntılarını koruyor. Hayatta kalabilenler, öldürülenlerin bir hatırlatıcısı. Hayatta kalanların ‘unutma ve anlat!’ vasiyetleri var.

Bu yazıyı ‘Ölüm Yürüyüşü’nden sağ kalan ve daha sonra ülkesine İtalya’ya dönen kimyager ve şair /yazar Primo Levi’nin bir şiiri ile sonlandırmak istiyorum.

BU DA BİR İNSAN MIDIR?

Güven içinde yaşarsınız

Ilık evlerinizde,

Bulursunuz, akşam döndüğünüzde,

Sıcak, aş ve dost yüzler:

Düşünün bu da bir insan mıdır?

Çamurlarda çalışır,

Barış nedir bilmez.

Savaşır bir dilim ekmek için,

Kal de kalır, öl de ölür.

Düşünün bu da bir kadın mıdır?

Ne saçı var, ne de adı…

Hiçbir şey anımsayacak gücü yok,

Gözleri bomboş ve kucağı buz kesmiş,

Bir kış kurbağası gibi.

İyice kafa yorun bu konuda:

Size söylüyorum bu sözleri.

Çıkarmayın onları kalbinizden.

Yuvanızda, sokakta,

Yatarken, kalkarken;

Yineleyin onları çocuklarınıza.

Yoksa yıkılsın eviniz başınıza,

Hastalıklar sakat bıraksın,

Dilerim çocuklarınız bakmaz bir daha yüzünüze.

Primo Levi

Kaynak: History Stories 

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün