Roman ve hikaye yazarken sondan başa gidildiği söylenir. Önce son cümle ya da
paragraf planlanır; onun üzerine bütün metin inşa edilir. Bu yapıyı bir insanın kariyer
planlaması olarak yapamazsınız fakat bir sporcunun gidebileceği ya da kapasitesinin
elverdiği yerden geriye doğru düşünüp temel taşlarını yerine koyabilirsiniz. Elbette eldeki
malzemenin canlı bir organizma olması yanında genetik ve çevre faktörlerini hesaplamak
çok mümkün değildir. Teorik olarak herseyin uygun olduğu bir genç sporcunun yol
üstünde yaşayacağı bir olay bütün akışı değiştirebilir ve elbette bunu öngörmek mümkün
değildir. Hayatın doğal akışı içinde aniden farklı yönlere gidildiği, bu yön değiştirmelerin
bazen iyi bazen de kötü sonuçları olduğu yaşı ilerleyen herkes tarafından mutlaka tecrübe
edilmiştir. Sporcular için gidilebilecek yolun ucunda profesyonellik var yani sporu meslek
olarak yapmak, bu işten bir kazanç elde etmek, belki ünlü ve popüler olmak, profesyonel
kariyeri bitince de yeterince birikime sahip olmak veya başka bir iş yapmak ya da sporun
içinde bir şekilde kalmak.
Küçük yaşlarda başlayan bu yolculuğun 30 yılda nereye gideceğini kestirmek zordur.
Erken gelen başarının da geç gelen başarının da olumlu olumsuz etkileri olacaktır. Erken
havaya girebilir ya da morali bozulabilir. Beklentiler boşa çıkabilir, yedek hayaller olmalıdır.
Hangi çocuğun hangi spor dallarına uygun olduğu el yordamıyla değil bilimsel yöntemlerle
belirlenir. Bizim ülkemizde biraz tenis oynayan aileler çocuğunu hemen tenis okuluna
yazdırır. Kulüplerin ihtiyacı olduğu için kimse geri çevrilmez. Hiçbir antrenör de eline gelen
çocuğun o spora mı yoksa başka spora mı uygun olduğuna bakmaz. Böylece belki de
müthiş bir yüzücü olacak çocuğu korta sokup eline raket verirler ve sonra da neden
olmuyor derler. Neden olmuyor acaba? Bu yanlış yönlendirmenin bir üstü de 6-8
yaşlarındaki çocuğun geleceğin yıldızı olacağı yalanıdır. Bu aileye söylenir, aile çocuğa
hissettirir ve sonuç yine hayal kırıklığı.
16. yüzyılda yaşamış ünlü Fransız filozofu Michel de Montaigne der ki “Aslında insanlar
seni hayal kırıklığına uğratmıyor. Sen yanlış insanlar üzerine hayal kuruyorsun.”
Bu müthiş sözün içinde elbette hayat tecrübesi var ama spora uygularsak bilimsel
yöntemler de var.
SPORDA HAYAL KURMAK
Sporda hayal kurarken yolun üstündeki engelleri de birinin hesaba katarak B hatta C
planlarını da bir kenarda tutmak önemlidir.
Bizim gibi coğrafi, ekonomik ve sosyolojik açılardan Batı standartlarına uzak ülkelerde bir
çocuğun profesyonel sporda başarılı olabilecek donanıma sahip olması çok zordur. Hele
de tenis gibi pahalı bir sporda. Tesisler yetersiz, antrenörler yetersiz, para birimin sürekli
değer kaybediyor, gelirin azalıyor, uçağa binip turnuvaya gitmeyi bırak vize bile alabilmek
zor. Herkes eğitim sistemini mazeret gösteriyor ama değil aslında. MEB açık öğretim
programları var da kim çocuğunu yazdırır? Ya sporda başarı gelmezse ne olacak? Ya
sakatlık olursa ne olacak? Ya yol üzerinde maddi imkanlar erirse yani deniz biterse ne
olacak? O zaman hem tam gün eğitim olsun, hem spor olsun istiyoruz ve aileler de
sonuna kadar haklı. Fakat öyle olmuyor işte! Kimin hangi programda hangi yolu
izlemesi gerektiğini tavsiye edecek ve bunu da bilimsel yöntemlerle belirleyecek bir çatı
modeli olmalı, bizde henüz yok! Yani bunun hayalini kurmayalım, şimdilik. Bu modelde
seçimleri yapabilsek bile uzun yol boyunca sporcuyu yetiştirecek teknik kadrolar yok,
tesisler yok, ekonomik boyut öngörülemez bir büyüklükte çünkü ülkenin de ekonomik yol
haritası belirsizliklerle dolu.
İşte bu şartlar altında üniversite çağına kadar gelen her sporcu eğitime yönelmek zorunda
kalıyor. Bunun da hiç sakıncası yok çünkü 17-18 yaşına kadar on yıldır yoğun bir spor
hayatının içinde kalan bu genç arkadaşımız birçok disipline ve özgüvene sahip olarak
başka bir yoldan hayatta başarılı olma hedefine gidecektir. Son zamanlarda artan sayıda
genç sporcumuz üniversite eğitimi için ABD okullarından burs alıyor, hem spor yapıyor
hem okuyor. Elbette her kapıyı çalanı almıyorlar. Her okulun klasmanına göre zorlaşan
koşulları var. Buna rağmen bir ABD üniversitesinde spor bursuyla okumuş olmak iş
hayatına bir adım önde başlamak demektir.
Eh peki tamam da herkes okula giderse bizden kim Wimbledon kazanacak?
Çok sık akla gelen bir kontra argüman.
HAYALLER VE GERÇEKLER
Bir zamanlar WTA Istanbul Cup ya da ATP Izmir Cup gibi yüksek bütçeli profesyonel
seride turnuvalar yapılırsa ülkede tenis patlaması yaşanır derlerdi. Elbette bunlar satış
yöntemleridir. Sharapova ya da Federer seyreden çocuklar içinden son 20 yılda çıkan bir
profesyonel tenisçimiz yok. Çünkü hayaller ve gerçekler farklıdır. Eğer önünüzde kendi
kulübünüzden, şehrinizden ya da ülkenizden çıkıp da hayallerini gerçekleştirmiş bir sporcu
varsa peşinden gidersiniz. Birisi yolu açmalı ve göstermelidir. Birisi yoldan geçip de
başka birini elinden tutup yola sokmuyorsa, arkasından yol kapanmış demektir.
Bir oyuncu düşünün ki çok yetenekli ve çalışkan, örnek bir sporcu fakat aradığı desteği
bulamıyor, maddi zorluklarla tura devam edemiyor ve sonunda ya kulübünde tenis
antrenörü oluyor ya da tenisi bırakıp üniversiteye devam ediyor. Bu örneği gören diğer
küçük sporcular nasıl bir hayal kuracak? Çocukların hayal gücünün detaylarını hafife
almayın.
Bugün ATP ve WTA klasmanında üst sıralarda dolaşan popüler sporcuların hiçbiri oraya ‘ya
tutarsa’ hayaliyle gelmedi. Hepsinin ülkesinde kendinden önce o basamakları tırmanan
örnekler vardı. Bu örnekler bizde yok. Bir gün olacak mı? Bilinmez ama şart da değil.
Çünkü biz spor kültürüne sahip bir toplum değiliz. Spor karşılaşmasını, futbol ya da tenis
farketmez, bir savaş olarak görüyoruz halbuki bu bir oyun, bir gösteridir. İzlemek için
para ödersin, oyuncular da bu gösterinin karşılığında para alır. Maçlar biter oyuncular
dışarıda arkadaş olarak sonraki maça kadar hayatına devam eder. Sadece bizde değil
tabii, dünyanın birçok yerinde bir Fenerbahçe-Galatasaray rekabeti ile taraftarlık vardır.
Teniste bazıları Djokovic, bazıları Federer ve bazıları Nadalcıdır. Bu sporcular kazanınca
ödül parasını taraftarlara dağıtıyor da bizim mi haberimiz yok?
Sporu milliyetçi duygularla besleyip izlediğinizde artık o bir oyun değildir. Taraftar, fanatik
ve holigan kavramları sporun ruhuna aykırıdır fakat maalesef bazen hepimiz bu duygular
arasında savrulup duruyoruz.
Halbuki sporda milliyetçiliği sporcunun başarısı yolunda bir destek olarak kullanmalıyız.
Türkler milliyetçidir, Sırplar da milliyetçidir değil mi?
Öyle mi bakalım…
Dünyadan tenis haberlerini takip edenler birkaç gün önce mutlaka okumuştur.
Hamad Medjedovic.
2003 Yeni Pazar, Sırbistan doğumlu tenisçi. Yeni Pazar ya da Sırbistan’daki adıyla Novi
Pazar, Boşnak ağırlıklı bir halkın yaşadığı çok eski bir yerleşim yeri. Sırbistan, Kosova ve
Montenegro üçgeninde bir sınır şehri. Çocuğun adı da büyük ihtimalle Hamid ya da
Mehmed Mecidoğlu!
12 yaşında ABD’de Junior Orange Bowl çeyrek finali oynamış. Çok önemli bir gösterge
olmayabilir fakat en azından tünelin ucunda bir ışık görmüşler. JR kariyerini 5 numara olarak
tamamlamış. Bu yıl nisanda Antalya’da peş peşe iki turnuva kazanmış, sonra
Almanya’da bir Challenger 80 elemesinden çıkıp şampiyon olmuş. Bir daha Türkiye’ye
gelir mi? Gelmez çünkü rota artık farklı. Bugün 259 numara. Fakat çok zor bir aralıkta duruyor.
ITF 15.000 ile ATP 250 arasına sıkışmış çok sayıda sporcu var ve burayı geçebilirse yolu
önce ilk 100 ve sonra da yukarı yönlü bir klasman grafiği olacak.
MEDJEDOVİC VE DJOKOVİC
İşte tam da burada devreye bir Sırp milliyetçisi tenisçi giriyor: Novak Djokovic!
Medjedovic’in elinden tutuyor, kendi akademisinde çalıştırıyor ve Almanya’daki
ATP Challenger turnuvasının bütün masraflarını üstleniyor. Oyuncusunu her maçtan sonra
arıyor, moral veriyor; şampiyona olduktan sonra ilk tebrik eden de o oluyor. Halbuki bu
sırada Djokovic nerede? Wimbledon!
Hamad’ın babası Eldin, basına Novak ile bir konuşmasını aktarmış:
“Novak ile yaptığım ikinci konuşmayı hatırlıyorum, Hamad'ın kariyerindeki belirli adımlar
hakkında konuştuk. Novak bana Hamad'ın oyunuyla ne yapacağım hakkında fikirler
veriyordu ve ona ‘Üzgünüm ama bahsettiğin şeyler çok pahalıya mal oluyor! Nasıl
yapacağız?’ dedim. Novak dedi ki ‘Hamad'ın yapması gereken tek şey çok çalışmak, gerisini ben
halledeceğim.’ İtiraz ettim ‘Hayır olmaz, çok pahalı.’ O noktada Novak bana şöyle dedi:
‘Edo, bunu para için yapmıyorum! Paramı başka yerde kazanıyorum, buradaki rolüm
yardım etmek. Hak eden, tenisi seven ve bunun da ötesinde iyi sonuçlar elde eden
insanlara yardım etmeseydim nasıl bir adam olurdum?' Ben duraklayınca ve ekledi: 'Ne
yapacağımızı biliyorsun? Bir gün Hamad başardığında, birini kanatlarının altına alacak ve
aynı şekilde yardım edeceksin.”
Hamad bugün Novak Tenis Merkezinde diğer Sırp sporcularla birlikte burslu çalışıyor ve
bütün masrafları akademi tarafından karşılanıyor.
Yıllar önce Sırbistan tenis modeli ile ilgili bir analiz okumuştum, ITF tarafından yazılmış.
Yazıda diyordu ki “Eski Yugoslavya spor kültüründen yetişen Sırp tenis antrenörleri, ülkenin
her yerinde turnuva dolaşıp atletik ve tenis geleceği olan çocukları bulur. Sonra aileleriyle
bir anlaşma yaparlar. Ailenin gücü oranında bir bedel karşılığında çocukları bir dönem
çalıştırıp izlerler. Daha sonra Sırp iş adamlarından sponsorluk bulurlar. Bunların karşılığında
da sporcunun gelirinden bir yüzde alırlar. Sırplar milliyetçi oldukları için gerek antrenörler ve
gerekse iş adamları spordaki başarı için elini taşın altına koyarlar.”
Sırbistan’ın coğrafi olarak da bir avantajı var elbette. Hamad’ın gelişim döneminde
oynadığı bütün uluslararası turnuvaların kısa bir tren yolculuğuyla ekonomik şekilde
ulaşılan komşu ülkelerde olduğunu göreceksiniz. Sırbistan Tenis Federasyonunun nasıl bir
bütçesi var ve sporculara ne kadar maddi imkan sağlıyor bilmiyorum ama mutlaka bir
tenis merkezleri vardır. Fakat Hamad örneğinde Djokovic faktörü bize bir şey anlatıyor.
Hamad’ın önünde rol model olarak Djokovic gibi başka bir Sırp tenisçi var; yani hayal
kurarken daha gerçek temeller üzerine inşa edebiliyor. Bütün desteği bu rol modelden
alıyor ve başaramazsa kaybedeceğini de biliyor. Fakat bir hedefi daha var aslında ki onu
da Novak babasına söylüyor: Kendisi başarırsa başka bir gencin daha başarması için
çalışacak. Mesaj yukarıdan aşağı işte böyle veriliyor ve izlenecek yol da gösteriliyor.
Peki bizde nasıl oluyor?
Bir zamanların genç yıldızlarından biri bana demişti ki “100.000 dolar kazanayım bir daha
tenis kortunun yanına bile uğramam.” Bunu söylediğinde 14 yaşında, gerçekten de
potansiyeli olan bir çocuktu ama hayali bununla sınırlıydı. Bu parayı hiçbir zaman
kazanamadı ve tenisi de bıraktı maalesef.
Son olarak, bu yazı bir Novak Djokovic güzellemesi değildir. Tenis sporunu bir gösteri
ve korttaki sporcuları da sanatçı olarak görürüm. Galatasaray taraftarıyım ama Djokovic,
Federer ya da Nadal taraftarı değilim, hepsini severek izlerim, performanslarına ve spor
disiplinlerine hayran olurum. Bu son paragrafı yazmak zorunda kaldığım için de özür
dilerim.