Hayaller Djokovic de, nasıl olacak bu iş?

Mete YAYLALI Spor
3 Ağustos 2022 Çarşamba

Roman ve hikaye yazarken sondan başa gidildiği söylenir. Önce son cümle ya da

paragraf planlanır; onun üzerine bütün metin inşa edilir. Bu yapıyı bir insanın kariyer

planlaması olarak yapamazsınız fakat bir sporcunun gidebileceği ya da kapasitesinin

elverdiği yerden geriye doğru düşünüp temel taşlarını yerine koyabilirsiniz. Elbette eldeki

malzemenin canlı bir organizma olması yanında genetik ve çevre faktörlerini hesaplamak

çok mümkün değildir. Teorik olarak herseyin uygun olduğu bir genç sporcunun yol

üstünde yaşayacağı bir olay bütün akışı değiştirebilir ve elbette bunu öngörmek mümkün

değildir. Hayatın doğal akışı içinde aniden farklı yönlere gidildiği, bu yön değiştirmelerin

bazen iyi bazen de kötü sonuçları olduğu yaşı ilerleyen herkes tarafından mutlaka tecrübe

edilmiştir. Sporcular için gidilebilecek yolun ucunda profesyonellik var yani sporu meslek

olarak yapmak, bu işten bir kazanç elde etmek, belki ünlü ve popüler olmak, profesyonel

kariyeri bitince de yeterince birikime sahip olmak veya başka bir iş yapmak ya da sporun

içinde bir şekilde kalmak.

Küçük yaşlarda başlayan bu yolculuğun 30 yılda nereye gideceğini kestirmek zordur.

Erken gelen başarının da geç gelen başarının da olumlu olumsuz etkileri olacaktır. Erken

havaya girebilir ya da morali bozulabilir. Beklentiler boşa çıkabilir, yedek hayaller olmalıdır.

Hangi çocuğun hangi spor dallarına uygun olduğu el yordamıyla değil bilimsel yöntemlerle

belirlenir. Bizim ülkemizde biraz tenis oynayan aileler çocuğunu hemen tenis okuluna

yazdırır. Kulüplerin ihtiyacı olduğu için kimse geri çevrilmez. Hiçbir antrenör de eline gelen

çocuğun o spora mı yoksa başka spora mı uygun olduğuna bakmaz. Böylece belki de

müthiş bir yüzücü olacak çocuğu korta sokup eline raket verirler ve sonra da neden

olmuyor derler. Neden olmuyor acaba? Bu yanlış yönlendirmenin bir üstü de 6-8

yaşlarındaki çocuğun geleceğin yıldızı olacağı yalanıdır. Bu aileye söylenir, aile çocuğa

hissettirir ve sonuç yine hayal kırıklığı.

16. yüzyılda yaşamış ünlü Fransız filozofu Michel de Montaigne der ki “Aslında insanlar

seni hayal kırıklığına uğratmıyor. Sen yanlış insanlar üzerine hayal kuruyorsun.”

Bu müthiş sözün içinde elbette hayat tecrübesi var ama spora uygularsak bilimsel

yöntemler de var.

 

SPORDA HAYAL KURMAK

Sporda hayal kurarken yolun üstündeki engelleri de birinin hesaba katarak B hatta C

planlarını da bir kenarda tutmak önemlidir.

Bizim gibi coğrafi, ekonomik ve sosyolojik açılardan Batı standartlarına uzak ülkelerde bir

çocuğun profesyonel sporda başarılı olabilecek donanıma sahip olması çok zordur. Hele

de tenis gibi pahalı bir sporda. Tesisler yetersiz, antrenörler yetersiz, para birimin sürekli

değer kaybediyor, gelirin azalıyor, uçağa binip turnuvaya gitmeyi bırak vize bile alabilmek

zor. Herkes eğitim sistemini mazeret gösteriyor ama değil aslında. MEB açık öğretim

programları var da kim çocuğunu yazdırır? Ya sporda başarı gelmezse ne olacak? Ya

sakatlık olursa ne olacak? Ya yol üzerinde maddi imkanlar erirse yani deniz biterse ne

olacak? O zaman hem tam gün eğitim olsun, hem spor olsun istiyoruz ve aileler de

sonuna kadar haklı. Fakat öyle olmuyor işte! Kimin hangi programda hangi yolu

izlemesi gerektiğini tavsiye edecek ve bunu da bilimsel yöntemlerle belirleyecek bir çatı

modeli olmalı, bizde henüz yok! Yani bunun hayalini kurmayalım, şimdilik. Bu modelde

seçimleri yapabilsek bile uzun yol boyunca sporcuyu yetiştirecek teknik kadrolar yok,

tesisler yok, ekonomik boyut öngörülemez bir büyüklükte çünkü ülkenin de ekonomik yol

haritası belirsizliklerle dolu.

İşte bu şartlar altında üniversite çağına kadar gelen her sporcu eğitime yönelmek zorunda

kalıyor. Bunun da hiç sakıncası yok çünkü 17-18 yaşına kadar on yıldır yoğun bir spor

hayatının içinde kalan bu genç arkadaşımız birçok disipline ve özgüvene sahip olarak

başka bir yoldan hayatta başarılı olma hedefine gidecektir. Son zamanlarda artan sayıda

genç sporcumuz üniversite eğitimi için ABD okullarından burs alıyor, hem spor yapıyor

hem okuyor. Elbette her kapıyı çalanı almıyorlar. Her okulun klasmanına göre zorlaşan

koşulları var. Buna rağmen bir ABD üniversitesinde spor bursuyla okumuş olmak iş

hayatına bir adım önde başlamak demektir.

Eh peki tamam da herkes okula giderse bizden kim Wimbledon kazanacak?

Çok sık akla gelen bir kontra argüman.

 

HAYALLER VE GERÇEKLER

Bir zamanlar WTA Istanbul Cup ya da ATP Izmir Cup gibi yüksek bütçeli profesyonel

seride turnuvalar yapılırsa ülkede tenis patlaması yaşanır derlerdi. Elbette bunlar satış

yöntemleridir. Sharapova ya da Federer seyreden çocuklar içinden son 20 yılda çıkan bir

profesyonel tenisçimiz yok. Çünkü hayaller ve gerçekler farklıdır. Eğer önünüzde kendi

kulübünüzden, şehrinizden ya da ülkenizden çıkıp da hayallerini gerçekleştirmiş bir sporcu

varsa peşinden gidersiniz. Birisi yolu açmalı ve göstermelidir. Birisi yoldan geçip de

başka birini elinden tutup yola sokmuyorsa, arkasından yol kapanmış demektir.

Bir oyuncu düşünün ki çok yetenekli ve çalışkan, örnek bir sporcu fakat aradığı desteği

bulamıyor, maddi zorluklarla tura devam edemiyor ve sonunda ya kulübünde tenis

antrenörü oluyor ya da tenisi bırakıp üniversiteye devam ediyor. Bu örneği gören diğer

küçük sporcular nasıl bir hayal kuracak? Çocukların hayal gücünün detaylarını hafife

almayın.

Bugün ATP ve WTA klasmanında üst sıralarda dolaşan popüler sporcuların hiçbiri oraya ‘ya

tutarsa’ hayaliyle gelmedi. Hepsinin ülkesinde kendinden önce o basamakları tırmanan

örnekler vardı. Bu örnekler bizde yok. Bir gün olacak mı? Bilinmez ama şart da değil.

Çünkü biz spor kültürüne sahip bir toplum değiliz. Spor karşılaşmasını, futbol ya da tenis

farketmez, bir savaş olarak görüyoruz halbuki bu bir oyun, bir gösteridir. İzlemek için

para ödersin, oyuncular da bu gösterinin karşılığında para alır. Maçlar biter oyuncular

dışarıda arkadaş olarak sonraki maça kadar hayatına devam eder. Sadece bizde değil

tabii, dünyanın birçok yerinde bir Fenerbahçe-Galatasaray rekabeti ile taraftarlık vardır.

Teniste bazıları Djokovic, bazıları Federer ve bazıları Nadalcıdır. Bu sporcular kazanınca

ödül parasını taraftarlara dağıtıyor da bizim mi haberimiz yok?

Sporu milliyetçi duygularla besleyip izlediğinizde artık o bir oyun değildir. Taraftar, fanatik

ve holigan kavramları sporun ruhuna aykırıdır fakat maalesef bazen hepimiz bu duygular

arasında savrulup duruyoruz.

Halbuki sporda milliyetçiliği sporcunun başarısı yolunda bir destek olarak kullanmalıyız.

Türkler milliyetçidir, Sırplar da milliyetçidir değil mi?

Öyle mi bakalım…

Dünyadan tenis haberlerini takip edenler birkaç gün önce mutlaka okumuştur.

Hamad Medjedovic.

2003 Yeni Pazar, Sırbistan doğumlu tenisçi. Yeni Pazar ya da Sırbistan’daki adıyla Novi

Pazar, Boşnak ağırlıklı bir halkın yaşadığı çok eski bir yerleşim yeri. Sırbistan, Kosova ve

Montenegro üçgeninde bir sınır şehri. Çocuğun adı da büyük ihtimalle Hamid ya da

Mehmed Mecidoğlu!

12 yaşında ABD’de Junior Orange Bowl çeyrek finali oynamış. Çok önemli bir gösterge

olmayabilir fakat en azından tünelin ucunda bir ışık görmüşler. JR kariyerini 5 numara olarak

tamamlamış. Bu yıl nisanda Antalya’da peş peşe iki turnuva kazanmış, sonra

Almanya’da bir Challenger 80 elemesinden çıkıp şampiyon olmuş. Bir daha Türkiye’ye

gelir mi? Gelmez çünkü rota artık farklı. Bugün 259 numara. Fakat çok zor bir aralıkta duruyor.

ITF 15.000 ile ATP 250 arasına sıkışmış çok sayıda sporcu var ve burayı geçebilirse yolu

önce ilk 100 ve sonra da yukarı yönlü bir klasman grafiği olacak.

 

MEDJEDOVİC VE DJOKOVİC

İşte tam da burada devreye bir Sırp milliyetçisi tenisçi giriyor: Novak Djokovic!

Medjedovic’in elinden tutuyor, kendi akademisinde çalıştırıyor ve Almanya’daki

ATP Challenger turnuvasının bütün masraflarını üstleniyor. Oyuncusunu her maçtan sonra

arıyor, moral veriyor; şampiyona olduktan sonra ilk tebrik eden de o oluyor. Halbuki bu

sırada Djokovic nerede? Wimbledon!

Hamad’ın babası Eldin, basına Novak ile bir konuşmasını aktarmış:

“Novak ile yaptığım ikinci konuşmayı hatırlıyorum, Hamad'ın kariyerindeki belirli adımlar

hakkında konuştuk. Novak bana Hamad'ın oyunuyla ne yapacağım hakkında fikirler

veriyordu ve ona ‘Üzgünüm ama bahsettiğin şeyler çok pahalıya mal oluyor! Nasıl

yapacağız?’ dedim. Novak dedi ki ‘Hamad'ın yapması gereken tek şey çok çalışmak, gerisini ben

halledeceğim.’ İtiraz ettim ‘Hayır olmaz, çok pahalı.’ O noktada Novak bana şöyle dedi:

‘Edo, bunu para için yapmıyorum! Paramı başka yerde kazanıyorum, buradaki rolüm

yardım etmek. Hak eden, tenisi seven ve bunun da ötesinde iyi sonuçlar elde eden

insanlara yardım etmeseydim nasıl bir adam olurdum?' Ben duraklayınca ve ekledi: 'Ne

yapacağımızı biliyorsun? Bir gün Hamad başardığında, birini kanatlarının altına alacak ve

aynı şekilde yardım edeceksin.”

Hamad bugün Novak Tenis Merkezinde diğer Sırp sporcularla birlikte burslu çalışıyor ve

bütün masrafları akademi tarafından karşılanıyor.

Yıllar önce Sırbistan tenis modeli ile ilgili bir analiz okumuştum, ITF tarafından yazılmış.

Yazıda diyordu ki “Eski Yugoslavya spor kültüründen yetişen Sırp tenis antrenörleri, ülkenin

her yerinde turnuva dolaşıp atletik ve tenis geleceği olan çocukları bulur. Sonra aileleriyle

bir anlaşma yaparlar. Ailenin gücü oranında bir bedel karşılığında çocukları bir dönem

çalıştırıp izlerler. Daha sonra Sırp iş adamlarından sponsorluk bulurlar. Bunların karşılığında

da sporcunun gelirinden bir yüzde alırlar. Sırplar milliyetçi oldukları için gerek antrenörler ve

gerekse iş adamları spordaki başarı için elini taşın altına koyarlar.”

Sırbistan’ın coğrafi olarak da bir avantajı var elbette. Hamad’ın gelişim döneminde

oynadığı bütün uluslararası turnuvaların kısa bir tren yolculuğuyla ekonomik şekilde

ulaşılan komşu ülkelerde olduğunu göreceksiniz. Sırbistan Tenis Federasyonunun nasıl bir

bütçesi var ve sporculara ne kadar maddi imkan sağlıyor bilmiyorum ama mutlaka bir

tenis merkezleri vardır. Fakat Hamad örneğinde Djokovic faktörü bize bir şey anlatıyor.

Hamad’ın önünde rol model olarak Djokovic gibi başka bir Sırp tenisçi var; yani hayal

kurarken daha gerçek temeller üzerine inşa edebiliyor. Bütün desteği bu rol modelden

alıyor ve başaramazsa kaybedeceğini de biliyor. Fakat bir hedefi daha var aslında ki onu

da Novak babasına söylüyor: Kendisi başarırsa başka bir gencin daha başarması için

çalışacak. Mesaj yukarıdan aşağı işte böyle veriliyor ve izlenecek yol da gösteriliyor.

Peki bizde nasıl oluyor?

Bir zamanların genç yıldızlarından biri bana demişti ki “100.000 dolar kazanayım bir daha

tenis kortunun yanına bile uğramam.” Bunu söylediğinde 14 yaşında, gerçekten de

potansiyeli olan bir çocuktu ama hayali bununla sınırlıydı. Bu parayı hiçbir zaman

kazanamadı ve tenisi de bıraktı maalesef.

Son olarak, bu yazı bir Novak Djokovic güzellemesi değildir. Tenis sporunu bir gösteri

ve korttaki sporcuları da sanatçı olarak görürüm. Galatasaray taraftarıyım ama Djokovic,

Federer ya da Nadal taraftarı değilim, hepsini severek izlerim, performanslarına ve spor

disiplinlerine hayran olurum. Bu son paragrafı yazmak zorunda kaldığım için de özür

dilerim.

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün