13 ve 14 Ağustos´ta, Zorlu PSM´de sahnelenecek Leydi Diana´nın hayatını konu alan ´Queen of the People´s Heart - Kalplerin Kraliçesi´ müzikalinde Leydi Diana rolünü üstlenen mezzo soprano Lori Şen´i daha yakından tanıma fırsatı buldum. Lori´nin bu genç yaşında müzik, Sefarad müziği ve ses bilimi için gerçekleştirdiği katkıların hepsi çok kıymetli, büyük başarı. Şimdi sözü Lori´ye bırakıyorum.
Müziğe nasıl başladın? Aynı zamanda ODTÜ Fizik mezunu olduğunu biliyorum…
Ankara ODTÜ Fizik Bölümünü bitirdim. Küçüklükten beri de müziğe ilgim vardı. Çocuklukta masaların üstüne çıkıp şarkı söylermişim, hani ailenin şarkıcısı gibi. Ortaokuldan itibaren İzmir Amerikan Lisesinde okudum. Seçmeli ders olarak her zaman müziği seçtim. Müzik öğretmenim Kadriye Bayraşa’nın eşi de o zamanlar 9 Eylül Konservatuarının müdürüydü. Üniversiteye girince öğrencilerden oluşmuş, müzikaller seslendiren ‘Company Müzikal’ adlı bir topluluğa üye oldum. Her yıl müzikaller sergilerdik ve bunu çok profesyonel bir şekilde yapardık. Orada, bu topluluğun kurucusu Onur Korkut ile tanıştım. O da fizik mezunuydu. Ancak bizi ziyarete geldiği zaman, İskoçya'da performans sanatları üzerine yüksek lisans yapıyordu. İzlediği yolun ve yaptığımız konuşmaların verdiği cesaretle ben de müzik yoluna baş koydum.
Lori Şen
Harika olmuş! Peki, İzmir’deki Sefarad Korosunu nasıl kurdun? Çok önemli bir hizmet…
Ankara’dan İzmir’e döndüğüm sene konservatuara hazırlanmaya başladım. Biraz da ailemle yaşamak ve müzik yoluna gidebilmek için para biriktirmek istedim. İzmir’e de nasıl katkıda bulunabilirim diye düşünüyordum. Işıkkent Lisesinde fizik öğretmenliği yapmaya başladım. Önce Linet Şaul’e gidip, vakti olmadığı için bana gelen birkaç kişiye müzik çalıştırdım. Onlarla hem Sefarad şarkılarını söyledik hem de başka şarkılara, türkülere yer verdik. Konserlere çıktık. Fakat sonraki sene konservatuara girince, bir yandan da fizik öğretmenliği, hiç vaktim kalmadı.
İzmir 9 Eylül Üniversitesi Devlet Konservatuarında Amerikalı bir şan hocan oldu.
Evet, bir süreliğine misafir öğretmen olarak İzmir’de olan Jeanette Thompson…
Onunla beş sene çalıştık, sonra da şan eğitimime devam etmek için Fulbright bursuyla Amerika’ya gittim.
Şimdi çok önemli bir çalışmana yer vermek isterim. Sefarad şarkıların çeşitli besteciler tarafından ele alınıp lied formundaki yazılarını arşivliyorsun. Öncelikle sana teşekkür ediyorum, çok kıymetli bir çalışma. Bundan biraz bahsedebilir misin? Sefarad şarkıların besteciler tarafından lied formunda yazılmasının klasik müzik dünyasına katkısını nasıl buluyorsun? Sen lied söylemeyi tercih ediyor musun?
Bu çok güzel bir soru. Şan bölümlerinde Türkiye'de klasik müzik okuyanlar genellikle operacı oluyor. Fakat yurt dışında bu biraz farklı. Lied müziği de oldukça rağbet görüyor ve bence bu müzik, birtakım ülkeleri ve kültürlerini çok daha iyi yansıtan bir tür. Opera hikâyeler anlatıyor ama lied müziği sanki biraz daha insanı anlatıyor. Amerika'ya gittikten sonra her ülkenin ve kültürün bir art song yani lied kitapları olduğunu gördüm. Lied müziğini daha entelektüel buldum ve beni daha çok doyurdu. O yüzden müzisyen olarak biraz daha bu yöne yöneldim. Tabii ki halen operalarda rol alıyorum. Korolarda söylüyorum. Ama lied projeleri daha çok ilgimi çekiyor. Sefarad müziğinin batı müziğindeki yerini de bulmam da tamamen tesadüfî oldu. Doktora yaparken lied literatürü hakkında bir ders veriyordum. Bir öğrencim, Rodrigo ile ilgili bir konuyu araştırırken ‘Quattro Canciones Sefaradis’ notasını bulmuş ve belki söylemek isterim diye bana getirdi. Şarkıları tanıdım ama o zaman kadar hiç piyano eşlikli bir Sefarad şarkısı görmemiştim. Doktora danışmanım olan şan hocama götürdüm. “Acaba bu senin tezin olabilir mi?” diye fikir verdiğinde, üç resitallik program beklenen tezde, bu kadar çok bu formda yazılmış Sefarad şarkının olmayacağını söyledim ona. Fakat hocam “Belki vardır” deyince araştırdım ve kırk küsur besteci, 360 kadar da bu formda düzenlenmiş Sefarad şarkı çıktı. İki besteci arkadaşım da bu konuyla ilgilendi ve yeni düzenlemeler yaptı. Neticede, üç resitallik programı çağlara böldüm ve tezimi gerçekleştirdim. İlk resital, Orta çağ ile Rönesans dönemlerinde olduğu gibi flüt ve gitarla, ikincisi piyano ve şan şeklinde, üçüncüsü ise oda müziği topluluğu ve şan ile çok güzel oldu. Oluşturduğum kataloğa buldukça halen eklemeye devam ediyorum, web sitemde bununla ilgili bir bölüm var. Bu çalışma bana çok ilginç kapılar açtı, değişik insanlar tanıdım.
Müzisyenler olarak sana gerçekten müteşekkiriz.
Ben de çok mutluyum; kendimi katkıda bulunmuş hissediyorum, bir faydam dokunmuş gibi…
Bu fayda insanın köklerinden daha büyük bir faydaya dönüşüyor sanki.
Evet, uzaklardayım diye mi bilmiyorum ama şimdi köklerime daha bir bağlıyım. Çok ilginç bir şekilde benim için daha anlamlı bir hale geldi bunları yapmak.
‘Ses Bilimi’ diye adlandırdığın bir çalışman var. Bu fizikçi yönünden gelen bir şey de aynı zamanda sanırım. Ses ile fiziği birleştirdiğin bir alan mı bu?
Hem evet, hem hayır. Fizik geçmişim olduğu için bazı şeylere daha rasyonel bakıyorum. Konservatuardaki eğitimde, herkesin başka türlü öğrettiğini ve bir hocanın diğerini yanlış bulduğunu gözlemledim. Bu hiç alışık olmadığım çok sübjektif bir yaklaşımdı. Bu şan nasıl anlatılır diye düşünmeye başladım. Fullbright bursuyla vokal pedagoji okumak için gittim. Okulum Princeton New Jersey’de bir ses laboratuarı vardı. İnsan bedeninden sesler nasıl çıkıyor ya da aslında şan tekniğinin arkasındaki bilim kısmı nedir? Laboratuarda, içine şarkı söyleyip nefes ölçen aletten vibratoyu ölçen alete kadar çok zengin bir ekipman vardı. Bu tip ölçümlemelerden daha evvel haberim yoktu. Çok ilgimi çekti. Oranın başındaki hoca, fizik bölümü mezunu olduğumu öğrenince beni asistanı yaptı. Zamanla oradaki aletlerin nasıl çalıştığını, ne işe yaradıklarını öğrendim. Orada olduğum süre içinde öğrenciler araştırma, proje ve sunumlar yaptı.
Ses bilimi, şan pedagojisine yardım eden onun bir alt alanı diyebiliriz. Kimi şan hocası daha çok anatomi ya da şan tekniği öğretme konusunda uzmanlaşırken, kimisi de işin bilim kısmına iyice eğilip, ses tellerinin altındaki basınç, gerilme gibi konularda sayılarla ifade edilen deneylerle ilgileniyorlar. Şu anda bulunduğum okullarda, üniversitelerde bu alanda çalışabileceğim bir laboratuar yok maalesef. Ancak öğretim görevlisi olduğum Maryland Üniversitesini ikna etmeye çalışıyorum, bakalım ne olacak.
Bu çok önemli bir alan bence de çünkü şan işi çok sübjektif. İnsan bedeni ile ilgili ama görülemeyen bir enstrüman üzerinde ses çıkarılıyor. Piyanoda tuşlara basınca ses çıkar, çok somut ama insan bedeninde öyle değil gibi geliyor bana.
Öğrenciler o kadar çeşitli ki, kimine “sesinin renginin mavi olduğunu düşün” gibi benzetmeler uygun oluyor, bir diğerine ise bambaşka bir yoldan anlatmak gerekiyor. Bazılarına ise insan anatomisini anlatınca yardımcı olmuş oluyoruz. “Gittin orada pedagoji okudun, anatomi ile mi anlatıyorsun bütün öğrencilerine?” diye soruyorlar. Öğrenciyi tartıp, nasıl yaklaşılacağını çözmek önemli. Ses fiziğini öğrendiğim için kendimi daha donanımlı hissediyorum.
Şimdi gelelim Leydi Diana’ya… Öncelikle nasıl buldu Diana rolü seni?
Doğru yerde doğru zamanda olmak örneği bu. Bu müzikali yazan kişi ‘Hamilton’u seyrederken çok duygulanıyor ve aklına Leydi Diana’yı yazma düşüncesi geliyor. Angela Knight adlı bu hanım aynı zamanda operalarda rol alan bir soprano, koroda da söylüyor. Daha evvel birlikte müzikal yazdıkları ortağı Randal Dewey’e birlikte yazmayı teklif ediyor ve müziklerinden librettosuna birlikte yazıyorlar. Marlon Lirik Opera diye bir opera topluluğunun ‘Cavaliera Rusticana’ prodüksiyonunda koroda söylüyordum, Angela’nın bir arkadaşı, müzikal de söylediğimi bildiği için beni önermiş. Angela da o sırada Leydi Diana’yı oynaması için birini arıyordu. Tanıştık. Beni dinledi ve bir haftada Diana rolünü çıkarıp çıkarmayacağımı sordu, çıkarırım dedim. Bir haftada tüm şarkıları ve rolü öğrendim; baştan sona bir prova yaptık. Oyun gibi değildi, daha çok konser gibiydi. Ondan sonra da “Rol senin” dediler.
Sever miydin Diana'yı?
Severdim, bir hayranlık gibi. Küçüktüm, 14 yaşındaydım öldüğünde ama şimdi bu yaşta geri dönüp onu araştırdığımda çok başka nitellikleri ön plana çıkıyor. Saygı duyuyor insan, öğrendikçe daha çok hayran oldum.
İçine girdikçe neler gördün, nasıl bir karakter Leydi Diana?
Aslında çok kuvvetli. İçinde bulunduğu durumu düşünürsek, kocası onu aldatıyor, kraliyetin onu içine koyduğu bir altın kafes var. İstediği gibi özgür davranamıyor ve belli ki bu kadın iyi niyetli, yardımsever ve bir şeyler yapmak istiyor, işe yarar olmak istiyor. Ancak birtakım kurallar var. Duygusal desteği yok, çünkü eşi başkasıyla. Aslında çok zor bir durum. Sıkışmış bir karakter bence. Bütün bunlara rağmen yine yükseldi ve yine yapmak istediği şeyleri kendi sınırları çerçevesinde yapabildi. O yüzden bence saygı duymak gerekiyor. Diğer taraftan Bulimia hastalığı var, belli ki ciddi psikolojik sıkıntılar yaşadı. Üzülüyor insan. Yani hakikaten hayatını dolu dolu yaşamak, bir şeyler yapmak isteyen biri için aslında ne kadar kötü bir yer bulunduğu makam. Sonradan âşık oluyor… Tesadüfen mi öldü, yoksa özgürlüğünü yaşaması için onu bırakmadılar mı, halen bilinmiyor. Yine de seneler sonra adından bahsettirebiliyor.
Liedlerin seni derinleştirdiğini söyledin. Oynadığın roller de seni dönüştürüyor mu? O rolün içine girdiğin zaman kendinle ilgili paralellikler de buluyor musun? Belki çok genel soruyorum ama belki de orada da tesadüf diye bir şey yok mu?
Çok güzel bir soru. Kesinlikle katılıyorum. Bence biraz da insanın bakış açısıyla da ilgili. Kötü tecrübe yoktur, her zaman her şeyden öğrenecek bir şey var. Bu bakış açısına sahip olduğum için hangi rol ya da repertuar önüme gelirse gelsin bundan öğrenecek bir şeyim var diye başlıyorum işe. Kimi rollerde kendinizle benzerlikler bulurken kimilerinde konfor alanınızın dışına çıkabiliyorsunuz. Ama bu, kişiyi büyüten, bir şeylerin farkına varmasını sağlayan bir durum. O yüzden her türlüsü ayna tutuyor insana, kendisiyle ilgili bir şeyler fark etmesine sebep oluyor.
Belki oynadıkça daha da derinleşecek ama kendin ile Leydi Diana arasındaki paralelliği nasıl kuruyorsun?
Birkaç kere oynadık bugüne kadar, rolü benimsedim. Ama sanırım insan kendi özel hayatıyla ilgili de birtakım paralellikler kurup bir şeyler öğrenebiliyor. Artık daha fazla detay vermeyeyim ama bazı aydınlanmalar olabiliyor; sanırım kendimle benzer bulduğum şey, biraz dik kafalı olması ve inatçılığı. Bir şeyi yapmak istiyorsa aslında durumuna bakmaksızın ortama karşı çıkabiliyor. Kraliçe ile yüzleşiyor. Bütün bunlar çok ciddi ve insanın güçlü olmasını gerektiren durumlar. Böyle bir yüzleşmeye cesaret etmesi hoşuma gidiyor ve beni etkiliyor. Bir hayat dersi gibi.
Müthiş, hakikaten çok etkileyici… Son olarak, bazen okurlarımıza bir müzik dinleme linki koyuyoruz. Ne tavsiye edersin?
Şu anda hayatım söylediğim rollerle o kadar dolu ki, gerek yakın zamanda Barcelona’da verdiğim konser gerekse Diana rolü… Kendi başıma kaldığım zaman sessizliği tercih ediyorum. Bu yüzden John Cage’in ‘4’33’ eserini söyleyebilirim. (https://www.youtube.com/watch?v=JTEFKFiXSx4&t=148s)
Lori, yaptığın her şey büyük gurur kaynağı. Bu söyleşi için çok teşekkür ederim.
Vakit ayırdığın için ben teşekkür ederim.
13 ve 14 Ağustos’ta Zorlu PSM’de görüşmek üzere!
*Şan pedagojisi= ses eğitimi