Geçen mevsimin en iyi oyunları-III

Geçen mevsimin en iyilerinde artık, Tiyatro Festivalinin uluslararası yapımlarının ardından en çok etkilendiğim yerli oyunları anımsayacağız.

Erdoğan MİTRANİ Sanat
10 Ağustos 2022 Çarşamba

Önce, tiyatromuzun yaşayan efsanesi, 60 küsur yıldır sahnede olan, 84 yaşında her dem genç Genco Erkal’ın, tek bir şiir kitabıyla halkın her kesimine mal olmuş Ahmed Arif’in ölümünün 30. yılında, büyük ozanın anısına geçen mevsimin başında Dostlar Tiyatrosu tarafından sahnelenmeye başlayan ve uzun yıllar sahnelemeyi sürdüreceğini umduğum, ‘Şahdamarım’dan söz etmek istiyorum.

Genco Erkal’ın hâlâ çağcıl, yenilikçi, genç tiyatro yapabilmesinde müthiş oyunculuğu kadar, usta bir oyun yazarı olmasının büyük etkisi vardır. Brecht’in ya da Aziz Nesin’in metinlerinden, Nâzım’ın ve Can Yücel’in şiirlerinden yola çıkarak yazarının yaşamı ile eserlerini iç içe geçirdiği oyunları, ustalıkla düzenlenmiş birer kolajı aşan, öyküsel akıcılıkları, yazarla metinleri arasında kurduğu sağlam bağlantıları, dinleyici/izleyiciyi gönlünden yakalayan şiirsellikleriyle üst düzey birer tiyatro yapıtıdır. Arif’in şiir, söyleşi ve mektuplarından yola çıkarak oluşturduğu müzikli gösteri Şahdamarım da böyle bir çalışma. Genco’nun tek yumurta ikizi iki müzisyen dostu Ercan ve Gökhan Çağıran’ın büyük coşkuyla omuz verdikleri projesinde, Ahmed Arif’in metinleri ve yaşamı, sahnede canlı seslendirilen, tamamı onun şiirlerinden bestelenmiş şarkılar eşliğinde aktarılır. Halka mal olmuş bir ozanın dizeleri için halk müziğinden başkası düşünülemeyeceğinden, bağlama da yıllar sonra tekrar Dostlar Tiyatrosu’na dönmüş olur. Anlatı ile kardeşlerin seslendirdiği, Genco’nun da arada bir eşlik ettiği şarkılar iç içe geçerek birbirinden koparılması imkânsız, olağanüstü bir organik bütünlüğe erişir.

Bu vesileyle, geçirdiği rahatsızlıkları aşıp tekrar sevgili sahnesine kavuşmasından az sonra sayısız mücadelelerine bir de COVID-19 savaşı eklenip onu da yenilerde kazanmış olan Genco’ya hem geçmişler olsun hem de hoş geldin demek isterseniz Şahdamarım 15 Ağustos 20.30’da Kadıköy Halk Eğitim Merkezi’nde, 18 Ağustos 21.00’de  Selamiçeşme Özgürlük Parkı’nda ve 19 Ağustos 20.30’da Trump Sahne’de olacak.

Yıllar boyunca sahnelenmeyi sürdüreceğini umduğum bir diğer oyun, kanımca yılın tiyatro olayı, 24.İstanbul Tiyatro Festivali’nin en etkileyici gösterilerinden, salgın yüzünden seyirciye ancak geçen mevsim ulaşabilen Yolcu Tiyatro yapımı tek kişilik lirik başyapıt ‘Gomidas’ oldu.

Gomidas Vartabed, Osmanlı’nın son dönemlerinde yaşamış gerçek bir kişi; Ermeni, Anadolu ve dünya kültüründe derin izler bırakmış önemli bir sanatçı. Müzisyen, besteci ve müzik araştırmacısı bir rahip…

Ahmet Sami Özbudak, yazıp yönettiği oyununda, hayatının son yıllarında insanlarla artık konuşmayan müzikolog rahibin yaşam öyküsünü, Gomidas’a olağanüstü bir yorum getiren Fehmi Karaarslan'ın ağzından, bir bakışıyla akıl hastanesi bahçesindeki her birinin adı olan ağaçlara dönüştürdüğü seyircilere anlatır. İzleyicileri arkadaşı Pierre’in miras bıraktığı hayalî koyunun peşinde koşturarak acılarını, kayıplarının, ötekileştirilmesinin, yalnızlığının, anlaşılamayışın trajik imbiğinden süzerek aktarır.

İzleyiciyi Gomidas’ın duygularının, heyecanlarının, trajik yaşamının, deliliğinin ardında nefes nefese bir yolculuğa çıkaran, edebi tadıyla okunması izlenmesi kadar zevkli müthiş şiirsel metnini, Sami Özbudak Kumkapı’da, Surp Vortvots Vorodman Kilisesinin olağanüstü mekânında görkemli bir görsel-işitsel gösteriye dönüştürür.

Gomidas oyuna sadece yaşamı, acıları ve deliliğiyle değil, olağanüstü müziğiyle de katılır. Müzik Direktörü ve Koro Şefi Hagop Mamigonyan’ın yönettiği, Karaarslan’ın da değme operacıyı aratmayan kusursuz bariton sesiyle arada bir katıldığı, 90 yılı aşkın geçmişi olan ünlü 40 kişilik koro Lusavoriç Korosu anlatıya Gomidas Vartabed’in müziğini canlı seslendirerek eşlik eder. Müzikle metnin kusursuz uyumu, özellikle çocuk Soğomon’un ezana başlamasının ardından koronun Ermenice dini ezgiye girişi tüyler ürpertici güzelliktedir. Metni, yorumlanışı, yönetilişi, mizanseniYle müthiş heyecan verici, nefes kesici, kusursuz bir çalışma.

 

YENİDEN NORA

2018’de ‘Red Speedo’ ile keşfettiğimiz Lucas Hnath, Henrik Ibsen’in 1879’da sahnelenmiş ünlü başyapıtı ‘Nora: Bir Bebek Evine yazıldığından neredeyse 140 yıl sonra ‘A Doll’s House, Part 2 / Bir Bebek Evi Bölüm 2’ adıyla bir devam oyunu yazar Nihal Geyran Koldaş’ın çevirdiği, Saim Güveloğlu’nun yönettiği oyun, geçen sezonda ‘Nora 2’ adıyla İstanbul’un yepyeni tiyatro mekânı Bahçe Galata’da sahnelendi.

Hayatı boyunca kendi için düşünmek zorunda kalmamış, kararlarını önce babasının, sonra da kocasının vermiş olduğu, bebek kadın Nora Helmer’in, kapıyı çarpıp korunaklı burjuva yaşantısını, kocasını, çocuklarını geride bırakarak, geçmişinden kopuk, geleceği belirsiz bir yaşama gidişinden 15 yıl sonra aynı kapıyı çalmasıyla başlayan oyunda Hnath, geçen yıllar boyunca Nora’nın yaşadığı bireysel gelişimi ve değişimi yansıtır. Günümüze aktarılmış olan Nora 2, Ibsen’in toplumsal ve duygusal yapısını başarıyla koruyarak, bu yapıyı İbsen’den koparmadan kendine mal eden yepyeni bir metin ortaya çıkarır.

Bu kez karşımızda salt feminist bir metin değil, herkesin kendine göre haklı olduğu ilginç bir durum vardır. Nora, bekâr bir kadın olarak anlaşmalar imzalamış, paralar kazanmış, özel yaşamında çok sayıda erkekle ilişkiye girmiştir ama, hâlâ resmen evli olduğu için, kanunlar kazançlarını ve cinsel özgürlüğünü suç sayacaklardır. Torvald’dan onu boşamasını istemeye gelmiştir. Torvald boşanmaya karşıdır, kızı Nora’nın ilk oyundaki beklentilerine uygun bir yaşam tarzı seçmiştir, yardım beklediği evin emeklisi Anne Marie, neredeyse tüm yaşamını Helmer ailesine adayarak çocukları yetiştirmek için kendi hayatından fedakarlıklar yapmış olduğundan Nora’ya alınmış, gücenmiş ve kızgındır.

Torvald’la ilk ayrıldıklarında yapamamış oldukları, on beş yıl sonra da bir türlü fırsat / cesaret bulmadıkları o samimi ve açık konuşmayı ikili bu kez, kapı tekrar Nora’nın ardından kapamandan önce yapmayı başaracak ve Nora gitmeden önce kendisine uygun bir çıkış yolu bulabilecektir.

Anne Marie’de Nihal Geyran Koldaş’ın karakterini adım adım, sözcük sözcük var edip açmasını izlemek heyecan verici. Tansu Biçer, oyunun “kötü adamı” olmadığını, aksine, yaşadığı ortamın ve dönemin ürünü olarak, dönemin kriterlerine göre düzgün, hatta iyi bir adam olduğunun başarıyla vurgular. ‘Büyük oyuncu’ Tülin Özen ise Nora’yı kendini de aşan, olağanüstü bir yorumla canlandırır.

 

İngiliz yazar Simon Stephens’ın “aniden gelişen beklenmedik olaylar hakkında, kız babası olmak hakkında, giderek artmakta olan tanrıtanımazlığı hakkında Monoloğu” ‘Sea Wall / Dalgakıran’, sezonun ikinci yarısında, Craft Tiyatro’nun Yapı Kredi Bomontiada’daki yeni mekânında sahnelenmeye başladı.

Dalgakıran oyuncunun canlandırdığı Alex’in doğrudan izleyicilerle konuştuğu yaklaşık 1 saat süren tek kişilik bir oyun. Yaşamın kayırdığı Alex, çok sevdiği güzel eşi Helen ve dünya tatlısı kızı Lucy ile Londra’da yaşıyor; fotoğrafçılıktan beklenmedik iyi para kazanıyor. Tanrı ve inanç(sızlık) konusunu keyifle tartıştığı karısının babası Arthur ile de müthiş iyi anlaşıyor. Ailece yazlarını Arthur’un Güney Fransa’daki villasında geçiriyorlar. Bu huzurlu tatiller kusursuz mutluluk tablosunu tamamlıyor. Ta ki, deniz kıyısındaki bu pırıltılı günlerden birinde Alex’in dünyası bir daha toparlanmamak üzere altüst olana kadar…

Yönetmen Çağ Çalışkur, Stephens’ın dantel gibi işlenmiş nefis metnini, bir iskemleye oturttuğu Serkan Altunorak’a emanet eder. Kuşağının en iyi oyuncularından Serkan Altunorak ilk repliğinden itibaren izleyiciyle öyle bir iletişim kurar ki, her bir seyirciye oyunu Alex’le teke tek mahrem bir dertleşme olarak yaşatır. Geçmiş tatilleri anımsadığı anılarda Alex, Helen, Lucy ve Arthur’la yaşadıklarını büyük sevgiyle hatırlar, Arthur’la Tanrının varlığı konusundaki felsefi tartışmalarını sımsıcak bir gülümsemeyle aktarır.

Serkan o gülümsemeye öyle benzersiz bir hüzün katar ki, izleyici ta başından beri tedirginlikle kötü bir şey olacağını hisseder. Finalde, tüm mutluluğunun paramparça oluşunu, sinek uçsa duyulacak alçak bir sesle aktardığında, her sözcüğünü izleyicinin gönlüne ateşten birer damla gibi akıtır.

Yıllarca Craft’ın repertuarında kalacağını düşündüğüm Dalgakıran sezonun en iyi oyunlarından biri, Serkan Altunorak ise tartışmasız yılın en iyi oyuncusu.

Hepinize iyi seyirler dilerim.

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün