Yahudi genlerinde mizah duygusu mevcut!

İmzası sınırlarımızı aşan karikatürist ve Şalom Gazetesi´nin sevilen ismi İzel Rozental, Kırmızı Kedi Yayınevinden çıkardığı yeni kitabı ´Ergenlik Sivilceleri´ ile bu kez gençliğin en gizemli dönemlerine ayna tutuyor. Mişu ve Jojo´nun ilk erkeklik tecrübelerinden yaz aşklarına dek anı- anlatı türünde öykülerle okuyucuyu adeta bir zaman makinesine bindiren Rozental, kendi içindeki ergeni de satır aralarındaki paylaşımlarla edebiyatseverlerle buluşturuyor. Rozental ile yeni kitabı ´Ergenlik Sivilceleri´nin yanı sıra, ailesinin savaş döneminde yaşadığı zorlukları, Türk karikatür dünyasını ve ilk görüşte aşık olduğu Schneidertempel Sanat Merkezini konuştuk.

Zehra ÇENGİL Söyleşi
17 Ağustos 2022 Çarşamba

‘Ergenlik Sivilceleri’ kitabınız yakın bir zamanda raflarda yerini aldı. Kitapta Mişu ve Jojo’nun ilk erkeklik tecrübelerinden futbola, yaz aşklarına ya da mahalle savaşlarına dek anı anlatı türünde öyküler bulunuyor. Bu kitabı yazma fikri nasıl doğdu?

Ergenlik konulu birkaç küçük öykü yazmıştım ve aklımda hep vardı. Bilgisayarımın bir kenarında notlar bölümünde ‘Ergenlik Sivilceleri’ adlı kitap taslağı bulunuyordu. Pandemi başlayıp 65 yaş yukarısı eve hapsolunca önüme üç proje koydum ve birisi de buydu. Bazı eski öyküleri kolajladım, yeniden yazdım ve bir roman gibi oldu. İçinde anı kırpıntıları var. Ergenlik dediğinizde 8-9 yaşında başlar, kimine göre 17-20; bana göre 70 yaşında sona erer. İçimdeki ergeni canlı tutmaya çabalıyorum. Onun için karikatür ve yazılarımla, mizahla buna destek oluyorum.

Kendi hayatınızı değerlendirdiğinizde bunu başarabiliyor musunuz?

Hayat zorluklarla dolu. Ben çalışmaya çok erken yaşlarda başladım. Erken evlendim, erken baba oldum. Hayatın zorluklarıyla çok erken yüzleştim. İnsan içindeki çocuğu canlı tutmayı başarırsa o engelleri bir şekilde aşıyor. Aslında Yahudi genlerinde böyle bir şey mevcut. Bunu kimse inkar edemez. Yahudi mizahı, müziği bütün bunlara baktığında bütün o hüznün içinde bir neşe bulursun. Mizah bir savunma silahıdır, saldırı değil. Benim babam Aşkenaz, annem Sefarad. Bugüne dek 15’e yakın kitap yayınladım.

Kitabın tanıtım yazısında “Rozental, çocukluğun ve maceracı ruh halinin ne zaman ve nasıl sona erdiğinin cevabını arıyor” şeklinde bir cümle var. Bu sorunun cevabını bulma yolculuğunuz sona erdi mi?

Asla sona ermez, bizim için hayat bir eğlencedir. Gerçek çizer budur bana kalırsa. Ancak büyük bir küskünlük ya da çok kötü bir olay bunun önüne geçebilir ama ona da ihtimal vermiyorum. Bu durumlarda hep gözümün önüne Efraim Kişon gelir. Nasıl bir çocukluk ve gençlik yaşamış… Nazilerden kaçmış, Filistin’e gitme öyküsü ve ardından İsrail’deki yaşantısı. Mizahından ve gücünden hiçbir şey kaybetmemiş. Bu genlerde olan bir şey daha önce de vurguladığım gibi.

“ZİHNİMDEKİ ANI KIRINTILARINI PUZZLE GİBİ BİR ARAYA GETİRİYORUM”

Öykülerin baş karakterlerinin kararlı, isyankar ve gözü kapalı her türlü serüvene girebilecek derecede cesaretli bir yapıya sahip. Bu hikayeler sizin hayatınızdan ne kadar gerçeklik payı barındırıyor?

Yüzde 100 demeyeceğim ama gerçeklik de, kurgu da var. Daha anı ağırlıklı diyebilirim. Eski bir filmi yeniden izlediğinizde aynı keyfi alıyor musunuz? Yedi Silahşörler filmini en az 6-7 kere izlemişimdir. Yıllar sonra DVD gelince hemen büyük bir heyecanla aldım ve ‘Bu muydu?’ dedim ya. Demek ki çocukluğunda yaşadığın bazı olayları gözünde büyütebiliyorsun. Elimizde bir zaman makinesi olsa belki hayal kırıklığı yaşayacağız ya da ben bunları da yapmışım diyeceğiz. Kitaplarımda hep zihnimde kalan anı kırıntılarını bir araya getirip puzzle yaptığımı vurgularım.

“YAHUDİ OLDUĞU İÇİN ALMAN LİSESİNDEN KOVULMAK BABAMIN İÇİNDE UKDE KALDI”

Mişu’nun babası parlak bir öğrenciyken Alman Lisesinden sebepsiz yere atılan Yahudilerin arasında yer alıyor. Savaş döneminde sizin köklerinizde yaşanan bu şekilde dolaylı yahut daha ağır olaylar oldu mu?

Benim babam da Alman Lisesinden atıldı. Ailede savaş dönemiyle ilgili hep bir suskunluk vardı. Annemle babam ben çok küçükken ayrıldılar. Anneannem, babaannem zaman zaman dile gelir “Vah benim kız kardeşim, vah benim ağabeyim” diye göz yaşı dökerlerdi. Yıllar sonra ben onların toplama kamplarında öldüklerini öğrendim. Fakat daha büyük bir gerçekle daha karşılaştım. Riva diye bir büyük halam vardı, Paris’te yaşardı. Onu görmeye gittiğimde baba Le Pen’den ödü kopuyordu. Meğer gençliğinde Paris’ten vagonlara bindirilmiş ve kamplara doğru gitmekteyken bir Fransız direnişçisi tarafından kurtarılmış ve sonunda onunla evleniyor. Tek bir çocukları oluyor, kimliği ifşa olmasın diye hiçbir zaman sünnet ettirmiyor. Oğlunun adı Michel’di ve onu Mişu diye çağırırdı. Babam ise çok çalışkan ve başarılı bir öğrenciydi, matematiği muhteşemdi. Alman Lisesinden sırf Yahudi olduğu için kovulması her zaman içinde ukde olarak kaldı.

“Önemli olan güçlü olmak değil akıllı olmak, savaşları hep akıllılar kazanır” ifadelerini kullanıyorsunuz Ergenlik Sivilceleri’nde. Siz karakter olarak stratejileri, akıl oyunları kendi hayatınızda kullandınız mı?

Ben bir survivor’ım. Genç yaşlarımdan itibaren çok büyük zorluklar yaşadım, erken yaşta babamı kaybetmem, ailemin bölük pörçük olması gibi. Akıl olmasa insan ayakta kalamaz. Şimdilerde belki biraz da kurnazlık gerekiyor, o da zekaya bağlı ama ben galiba akıl silahımı kullanıyorum.

 

“AŞK VE DOSTLUĞU AYNI KİŞİDE BULMAK ADETA BİR NİMETTİR!”

Kitapta Mişu ve en yakın arkadaşı Jojo bir aşk yüzünden birbirine düşüyor ve yıllar sonra tesadüfi olarak tekrar buluşuyorlar. Aşk arkadaşlıktan üstün bir duygu mu sizce?

Özellikle ergenlerde çok sık olan bir şey bu. O an için aşk üstün bir günah. Daha güçlü ama çok çabuk geçiyor. Arkadaşlık değil ama dostluk kalıcı. Dostluk o kadar nadirdir ki, bir insanın hayatta yalnız ya bir ya iki dostu olur. İnsan olgunlaştıkça aşkı önemsemiyor ama bu da tecrübeyle alakalı. Aşk ve dostluğu aynı kişide bulmak ise adeta bir nimet.

Yurt dışında karikatür alanında da saygıyla anılan isimlerin arasında bulunuyorsunuz, size ne hissettiriyor?

Burada lisan bilmenin, dünyaya bakmanın ve bir de gerçekten Şalom platformunun çok önemi var. 91 yılında başladım Şalom Gazetesi’nde ve dahili politika dışında gözümü evrensele çevirdim. Türkiye’de büyük bir eksiklik bu: Siyasi karikatür yurt dışına çok bakmıyor. ABD, Fransa, Yeni Zelanda, Afrika gibi birçok ülkeye ulaştık karikatürlerimizle.  Bununla ilgili eğitimler verdik.

Sizi en çok heyecanlandıran ne oldu dünya çapında katıldığınız etkinlikler arasında?

99 Depremi ertesinde Japonya’dan dostlarım aradı. Adapazarı’nda bir okul açılmış, depremde ailelerini kaybeden yetim çocuklara eğitim veriliyor. Bir yıl sonra Japon Karikatüristler Derneği kendi aralarında para toplayarak beş çizeri Türkiye’ye gönderdi.  Ülkemizden de benimle irtibata geçtiler ve Türkiye’den beş meslektaşlarıyla bir araya gelip bu okula atölye için gitmek istediklerini söylediler. Piyale Madra, Tan Oral, Behiç Ak, Semih Poroy ve ben, beş Japon karikatüristle bir minibüse binerek maceralı bir şekilde gittik. Her taraf yıkık döküktü ve barakalarda çocuklar bizi alkışlarla karşıladı. Çocuklarla atölye yaptık ve kapkara şeyler çizdiler. Şu anda bile hatırladığımda gözlerim yaşarıyor. Üç gün onları eğlendirdik. Japonlar palyaço kostümleri getirmiş, ‘Üsküdar’a Giderken’ şarkısını ezberlemişler Türkçe haliyle. Ayrılırken müdür “Sizi böyle bırakamam. Bir sözleşme hazırladım, bu çocuklar mezun olana kadar on yıl boyunca mayıs ayında geleceksiniz” dedi. Tan Oral, ben ve Japon ekibinden iki kişi imzaladık. Çocuklar mezun olana dek her sene o okulu ziyaret ettik.

Sizin karikatürlerinizde günceli ihmal etmeyip kalıcı sorunlara da gönderme yaptığınız vurgulanıyor. Sizce karikatürist ne kadar duyarlı olmalı ve günümüz Türkiye’sinde meslektaşlarınızı cesaretli buluyor musunuz?

Ne kadar zor bir soru! Seslerini duyurabilecekleri bir platform kaldı mı? İnternetin bile önüne geçilmeye çalışılıyor. Cesurlar mı? Evet. Yeteri kadar dünyayla ilgili sorunlara önem veriyorlar mı? Hayır. İç politika, demokrasi savaşı tabii ki çok önemli ama şu an 3. Dünya Savaşı’nın eşiğindeyiz. Son bir haftada Ukrayna’yla ilgili bizim basınımızda çizilmiş bir şey gösterebilir misiniz? Cehalet her tarafta kol geziyor, yıllardan beri dünyada cehalete yatırım yapıldı. Buna vasatın iktidarı deniyor.

“KILIÇ İNSANLARI ÖLDÜRÜR, KALEM DUYGULARI YAŞATIR”

1999’da Schneidertempel Sanat Merkezinin kuruluşuna da öncülük ettiniz ve halen bu merkezin yöneticiliği görevine devam etmektesiniz. Eski bir sinagogdan sanat merkezine evrilen bu ortam sizce insanlara nasıl hisler yaşatıyor ve orada yapılacak etkinlikleri seçerken kıstaslarınız nelerdir?

Burası eski bir sinagog; ben görür görmez vurulmuştum. Daha sonra gezdirdiğim tüm mimar arkadaşlarım, yazar çizer dostlarım benimle aynı heyecanı paylaştı. Aşkenaz Vakfı Yönetimini ikna ettik. 64 yılından beri cemaat olmadığından dolayı atıl durumdaydı. Önce aklımıza bir çağdaş sanat merkezi yapmak geldi fakat sponsor bulamadık ve bir galeriye dönüştürdük. İlk sergimiz 99 yılında ‘Yeni Bir Bin Yılın Eşiğinde İnançlar’ adlı bir karikatür sergisiydi. Uluslararası 100 karikatürist katıldı. 300’e yakın sergi açtık, akustik konserler yapıyoruz. Burayı gören ve hiç bilmeyenler büyük şaşkınlık duyuyor ve etkileniyorlar. Kriterlerimiz sergilerin ticari olmaması, özellikle ilk sergileri tercih ediyoruz. Konseptler ve farklı fikirleri seve seve destekliyoruz. Yıllar sonra bir beyefendi geldi, dedesinin dua malzemelerini getirmiş. Dedesi, bu sinagogun 1890’larda ilk kurucularındanmış. Aşkenazları tanıtmak için kalıcı bir sergi fikri de bu şekilde doğdu. Dedemle babaannem de burada evlenmiş, böyle enteresan şeyleri sergiliyoruz.

Yaklaşık 40 yıl Scrikss kalemleri AŞ'nin hissedarlığı ve ortaklığını üstlendiniz. Gerçekten kalem kılıçtan keskin midir?

Pandemiden bir süre önce bütün hisselerimi devrettim ve emekli oldum. Kılıç insanları öldürür, kalem ise duyguları yaşatır.

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün