Mihail Gorbaçov, kimine göre iki kutuplu dünyayı ele geçiren nükleer tehdidi ve vatandaşlarını kıskıvrak bağlayan, nefes almalarına engel köhnemiş engelleri kaldırmak için yola çıkmıştı. Bu anlamda bir kahramandı. Kimine göre de devrime ihanet etmiş, tarihi mirasa sırt çevirmiş, kapitalist dünyanın uşağıydı.
Mihail Gorbaçov, Sovyetler Birliği tarihini geri dönülmez şekilde değiştiren son devlet başkanı, geçtiğimiz hafta içinde vefat etti.
Yıllarca Sovyet Yahudilerinin daha insanca bir yaşam sürmeleri ve İsrail’e göç edebilmeleri için mücadele etmiş siyasi aktivist Anatoli Natan Sharansky, Gorbaçov’in vefatından sonra yaptığı değerlendirmede, Sovyet liderinin halkların daha özgür yaşamalarından yana olduğunu ve politikalarını bu doğrultuda yürüttüğünü ifade etti ve ekledi: “Farkına varmadığı ‘az özgürlüğün’ olamayacağı idi… Özgürlüğüne kavuşan halk verilenle yetinmez, daha fazlasını ister…”
Gerçekten de Gorbaçov öyle bir süreci başlatır ki, gelişmelere set çekmesi mümkün olmaz. Yoksa amacının Sovyetler Birliğinin yıkılması olmadığını teslim etmek gerekir. Lenin’in fikirlerini derinlemesine özümsemiş, daha önce rastlanmadığı kadar genç bir yaşta parti genel sekreterliğine seçilmiş bir liderdir Gorbaçov ve siyasi hedefi sosyalizme daha insancıl bir çehre getirmektir, Sharansky’ye göre. “Çöküşü önlemek için çok çabaladı. Birlikten kopmak için girişimde bulunan Baltık ülkelerine askeri birlikleri sevk etmesini bu çerçevede değerlendirmek gerekir. Gerçekleşmesi gerektiğine inandığı bir şey için didindi. Komünist Parti’nin tekelinin devam etmesi için savaştı…”
Her ne kadar çelişkili gibi görünse de esas itibarı ile durumu böyle görmek gerek. Neden olduğu fırtına sonrasında oluşan kutupsuz dünyada – veya belki de tek kutuplu dünya demek gerekir – hiçbir şeyin arzu edildiği gibi gelişmediğini not etmekte fayda var. Gelinen nokta bunu gösteriyor.
Afganistan’dan çekilmesi, birliği oluşturan halklara - bu arada kendi halkına da - daha fazla özerklik verilmesini istemesi yanlış değildi. Nitekim Sharansky dâhil binlerce Rus Yahudi’sinin çıkış vizesini onaylayandı. On yıllarca süren baskılar, zoraki alıkoymalar, sürgünler onun attığı geri dönüşmez adımlarla sona erdi.
Ancak, bunları yaparken Komünist Parti’yi öne çıkartmayı öncelemesi, hatta bunun için mücadele etmesi, Baltıklarda savaşı göze alması, son tahlilde, içine sürüklendiği mantık açmazını gösteriyor…
Gorbaçov zamanında Moskova’da görev yapmış AP muhabiri Andrew Katell bu platformda yayına giren yazısında Rusya’nın bugün içine yuvarlandığı duruma değiniyor:
“Biri özgürlük, şeffaflık, barış için çabalamış, ülkesini dış dünyaya açmak için adımlar atmış bir lider. Diğeri muhalifleri hapse atan, gazetecilere baskı uygulayan, ülkesini daha önce görülmemiş bir yalnızlığa mahkûm eden biri, Avrupa’da, II. Dünya Savaşında bu yana görülmemiş en kanlı savaşın mimarı…”
Putin, kimi gözlemciye göre Gorbaçov’in ayaklar altına sürüklediği Rus erkini yeniden tesis etmek için, o ne yaptıysa aksini yapıyor. Kimine göre ise ‘glasnost’ ve ‘perestroika’ ile anlam bulan yenilikçi reformları ters yüz etmek için sıkı çalışıyor.
Gorbaçov’un ilk yılları
Gorbaçov’in ilk yıllarını anımsayalım: Sovyet vatandaşları ve tüm dünya için sonu merakla beklenen bir dönemdi. Soğuk Savaşın sembolü Berlin Duvarı yerle bir edilmiş Almanyalar birleşmekten söz eder olmuşlardı. Varşova Paktı anlamsızlaşmış, uzun zamandır Sovyetlerin ekseni etrafında yaşayan ülkeler bir bir kopmuş, demokratik yapıya olan özlemlerini gidermenin yollarını arar olmuşlardı.
Askeri müdahaleye maruz kalan ve Gorbaçov’un ölümü ile o günlerin olumsuzluklarını yeniden gündeme taşıyan, kendisini sert şekilde eleştiren Baltık halkları / ülkeleri bağımsızlıklarını ilk kazananlar olmuşlardı. Nitekim batıya ilk yazılanlar, AB’ye ve NATO’ya ilk giren eski Sovyet Cumhuriyetleri de onlar olmuştu.
Gorbaçov, yüzyılın sonunda devletler topluluğunu çokça yoran sorunların batı ile iyi ilişkiler geliştirerek giderilebileceğini düşünen, dolayısı ile bunun ancak şeffaf bir Rus toplumu ile yapılabileceğini anlamış bir liderdi. Batı ile hareket etmenin, bir bütünün parçaları arasında uyumlu bir diyalog tesis etmenin önemi ortadayken, 1999’dan beri Rusya’nın kaderine damgasını vuran Putin ise tam tersi görüşte oldu: Batı bir ‘yalanlar imparatorluğu’ idi. Demokrasi ‘kaotik, kontrolsüz ve tehlikeli’ bir rejim idi.
Gorbaçov’u doğrudan eleştirmekten imtina eden Putin, esas itibarı ile son Sovyet liderinin ülkesini batıya sattığını ifade etmekten çekinmez bir tavır takınır. Komünist zamanların dayattığı eski stil despot yönetime öykünür. Batıyı yayılmacı, küstah, liberal değerlerini ve politikalarını Rus halkına dayatma peşinde koşan bir yapı olarak tanımlar. Batılı liderleri yeniden soğuk savaş günlerine dönmek istemekle ve Rusya’nın gelişmesini önlemekle suçlar. Rusya’yı bir süredir kaybettiğini düşündüğü eski gücüne getirmek için mücadeleye girdiğini her fırsatta dile getirir.
Ekonomik reformlar başarılı olmadı
Gorbaçov’un kendini bildi bileli kapalı olarak yaşamış Rus toplumuna giydirmeye çalıştığı gömlek bedene uygun olmadı. Şeffaf, demokratik prensiplere uygun bir yapı için yola çıkarken, vahşi kapitalizmin kucağına salınmış, güç ve nüfuz ile, kuralsızlık ile yoğrulmuş bir yapı oluşur.
Ekonomik reformlar başarılı olmaz. İşletmeleri devlet kontrolünden çıkartıp hızla özelleştirmek piyasada yokluk yaratır. Yolsuzluk alır başını gider. Güçlü, zengin, devlet aygıtına, işleyişine ortak olmak için yanıp tutuşan genç, dinamik bir oligarşi oluşur. Gorbaçov buna engel olamaz. Bu demokrasinin, kapitalizmin Rusçası gibi olur.
Bütün bu yaşananlar Komünist Partinin kemikleşmiş kadrolarını çileden çıkartır. Ağustos 1991’de kendisine karşı girişimde bulunulur. Sistem yeniliğe, eskisinden daha beter olmakla yanıt vermiştir adeta. Gorbaçov, o yılın sonuna doğru istifa eder… Sonuç itibarı ile birçok Rus Gorbaçov’un kendilerini yalnız bıraktığını söyler. Yerine getirilmemiş güzel hedefler vardır. Tutulmayan sözler, çökertilen umutlar ve güçsüz, aşağılanmış bir ülke vardır… Rusya için bir ütopyadır Gorbaçov’un adına düştüğü…
Sovyetler Birliği’nin yıkılması Putin için yüzyılın trajedisidir. Ülke çökertilmiş, ortaya 15 yeni devlet çıkmıştır. Doğu Almanya’da KGB görevlisi olarak Doğu Blokunda olup biteni izlemiş, atılan her adımı, oluşan her başarısızlığı şahsi olarak algılamış, Berlin Duvarının yıkılışına, Moskova eksenli zincirin kırılmasına tanık olmuş, eski düzenin yeniden tesisinin kurtuluş olduğunu düşünen bir liderdir Putin.
Ukrayna’yla savaşın nedeni
Bugün Putin’in takındığı tutum esas itibarı ile batıya olan güvensizliğinden kaynaklanıyor. Ukrayna’ya açtığı savaşın nedeni de bir yerde bu. Gorbaçov’un aldatıldığını, iyi niyetinin batı tarafından suiistimal edildiğini düşünüyor. Yalnız Ukrayna’yı değil kendi ülkesini de yıpratan, içten içe yiyen bu savaş için öne sürdüğü nedenler arasında, Başkan Reagan ile Gorbaçov’un yaptığını ileri sürdüğü anlaşmalar var. NATO’nun eski Sovyet Devletlerini üye olarak kabul etmeyeceği, Moskova’yı kendi arka bahçesinde rahat bırakacağı şeklinde kabul ettiği böylesi bir anlaşmanın varlığı ise ABD ve Avrupa tarafından teyit edilmiş değil.
AB üyeliği siyasi, NATO üyeliği askeri bir kalkan vazifesi görmüştür eski Sovyet ülkeleri için. Bu Baltık ülkeleri için nasıl bir gerçeklik ifade ediyorsa, Ukrayna ve halkı için de benzer bir duruma işaret eder. Tarihsel derinlikte değerlendirilecek olunursa, Kiev’in bu yöndeki talepleri ne kadar makul ise, Rusya’nın emperyal görüşü çerçevesinde ortaya koyduğu çekinceler de o kadar makul.
Ancak, Ukrayna halkının Kiev yönetimine güvenmediği ve Moskova’yı yardıma çağırdığı savı, ülkenin doğusunda yuvalanmış Nazi unsurların ırkçı saldırıları konusu – bir nebze gerçeklik payı olmasına rağmen – görünürde teyit edilmiş olmaktan çok uzak. Putin’in yardıma çağrıldığını iddia ettiği halkın, Rus saldırılarına karşı hiçbir zaman olmadığı kadar kenetlenmiş olduğu basında olsun sosyal medyada olsun karşımıza çıkan haberlerden.
Gorbaçov’un batı ile yaptığı nükleer silahların kontrolü, kısıtlanması anlaşmaları, konvansiyonel silahlarda düzenlemeye gidilmesi meselesi ise Putin tarafından ret edilen bir konu. Nitekim ordusunu geliştirmek, modernize etmek için girişimlerde bulunduğu biliniyor. Gelin görün ki, Ukrayna karşısında sergilenen askeri başarısızlık, savaşın vahşete davetiye çıkarmış olması, halkın uğradığı zulüm, yer yer uygulanan mecburi göç ve zoraki asimilasyon politikaları, önce Putin’i sonra da Rus halkını dünya kamuoyunda yalnızlaştırıyor.
Gerçi Gorbaçov’ın muhtelif zamanlarda verdiği beyanatlarda NATO’nun doğuya doğru genişlemesi konusunda olsun, 2014’te Kırım’ın işgal edilmesi konusunda Putin politikalarına destek verdiği kayıt altında. Ancak bunun dışında, girişilen yöntemler ve takınılan tutum itibarı ile Gorbaçov ile Putin arasında bir yerlerde Rus tarihinin yırtıldığını söylemek yanlış olmaz.
***
Gorbaçov göreve gelmeden ABD Başkanı Reagan 1983’te Sovyetler Birliğini ‘şeytan imparatorluğu’ ilan etmişti. Bundan beş yıl sonra Sovyet lideri ile bir araya geldiği zirvelerden birinde, görüşünden geri adım atmıştı. On yıllar sonra, Başkan Biden Putin’i ‘katil’, ’kasap’, ‘savaş suçlusu’ olarak tanımlıyor ve iktidarda kalmaması gerektiğini ifade ediyor.
BBC’de çıkan yorumda, Rus halkının Gorbaçov’un değil de Sovyetler Birliğinin ardından ağladığı ifade ediliyor. Geçtiğimiz yıllarda Moskova’da ABD elçiliği yapmış Prof. Michael McFaul Twitter hesabından yaptığı paylaşımda, tatilde olduğu İspanya’da ne kadar çok Rus turist gördüğünü söylüyor. Putin, Gorbaçov’un cenaze törenine, işlerinin yoğunluğundan dolayı katılmayacağını ilan ediyor. Vefat haberi ile birlikte hastaneye gidip ailesine baş sağlığı mesajı yayınlamasını yeterli buluyor.
Sovyetleri yıktığı iddia edilen Gorbaçov ile ülkeyi yeniden eski ihtişamına kavuşturmak için yola çıktığını ifade eden Putin: Eğrisini doğrusunu tarih yazacak!