“Türkiye'ye ilk geldiğimde ağladım”

Gencecik Ventura´nın ailesini, İstanbul´daki yaşamını, sahip olduğu tatları, kokuları kısacası her şeyi arkasında bırakıp daha iyi bir yaşam fırsatı için Meksika´ya gitmesini anlatıyor ´Ay Işığında İstanbul´… Ventura´nın hayli zorlu serüveninden neredeyse 100 yıl sonra torunu Sophie Bejarano de Goldberg, büyükannesinin ait olduğu toprakların hikayesini yazmaya karar veriyor ve aşk, değişim, mücadele dolu bu romanı kaleme alıyor. Her İstanbul´a geldiğinde duygu dolu anlar yaşayan Sophie Bejarano de Goldberg ile Çırağan Palace Kempinski´de buluştuk. Yazar, Türkiye ile olan bağlarını, ´Ay Işığında İstanbul´un Meksika´da aldığı övgüleri, Sefarad kültürüne olan sevgi ve saygısını ŞALOM´a anlattı. Goldberg “Türkiye´ye ilk geldiğimde ağladım, çünkü her şey büyükannemden izler taşıyordu. Ben de dışarıdan Meksikalıyım ama kalben bir Türk gibi hissediyorum” dedi.

Zehra ÇENGİL Söyleşi
14 Eylül 2022 Çarşamba

‘Ay Işığında İstanbul’ kitabınızda İstanbul’dan başlayıp Meksika’ya uzanan köklerinize bir nevi vefa borcunuzu ödüyorsunuz ve ailenizin cesaret, aşk ve mücadele öyküsünü anlatıyorsunuz. Bu kitabı yazmaya nasıl karar verdiniz ve size neler hissettirdi?

Uzun zamandır yazıyorum, iki kitabım daha var. Aslında aile hikayemi çok normal buluyordum. Küçüklüğümden beri evde dinlediğim anılardı. Büyükannemin 1927’de İstanbul’dan Meksika’ya gitmesi çok da sıra dışı gelmiyordu. Sonrasında bu seyahati yapmanın ne kadar değerli ve cesur bir hareket olduğunu fark ettim. Hem de iletişimin olmadığı o zamanlarda. Elinde ne varsa her şeyi ve herkesi arkasında bıraktı. Aile, arkadaşlar, tatlar… Yıllar geçtikçe bunun mükemmel ve kutsal bir serüven olduğunu anladım. Kitabımı yazmaya ve bunu büyükannem aracılığıyla bütün göçmen kadınlara adamaya karar verdim. Beş senelik bir çalışma sonucu da okuyucunun karşısındayım.

Kendinizi gerçek kimliklerini Meksika topraklarında bulan bir nesil olarak tanımlıyorsunuz. Okumayanlar için kitabın konusunu kısaca sizden dinleyebilir miyiz?

Çok defa büyükannemin evinde kaldım; onunla vakit geçirme, beraber uyuma ve hikayeyi ondan dinleme fırsatını buldum. Hikayemde hiç kurgu yok, tamamen gerçek. Romanımız İstanbul’da yaşayan genç bir kadın olan Ventura ve Amerika’ya daha iyi bir yaşam için giden Lazaro’nun bir araya gelmesiyle başlıyor. Lazaro Meksika’da yaşamayı seviyor ve işinde başarıyı da yakalıyor ama kendi dilini, Türkiye’deki tatları çok özlüyor ve kız kardeşine kendisine tatlı bir Türk Yahudi’si eş bulması için mektup yazıyor. Ventura’nın ailesine bu fırsat anlatılıyor.

O zamanlar Google Maps gibi Meksika’nın dünyanın neresinde kaldığına bakacakları bir teknoloji bile yok. Ventura için bunun bir şans olduğu düşünülüyor ve gemiyle 28 günlük bir yolculuğa çıkıyor. Karşısına çıkacak kişinin iyi bir adam olup olmadığını bile bilmiyor. Bütün bu riskleri daha parlak bir gelecek için alıyor. Bu kitabın en iyi tarafı bence bir göçmenin hayatını anlatması. Çok nostaljik, yeni bir yere gidiyor ve mutlu olmak için oraya adapte olmaya çalışıyor. Doğduğu topraklardan uzak bir yaşama başlıyor. Türkiye’ye ilk geldiğimde ağladım, çünkü her şey büyük annemden izler taşıyordu. Her koku, her tat, her müzik.

Hikayede “Bana bizim topraklardan bir eş gönder” cümlesi Lazaro’nun kaderini değiştiriyor. Sizin öykünüzde kaderinizi ne değiştirdi?

Benim hikayemde kaderimi değiştiren iki şey var. İlki eşim, 17 yaşında tanıştık ve 19 yaşında evlendim Ventura gibi. O bir Aşkenaz. Rusya’dan Meksika’ya gelen ilk hahamlardan birinin torunu. 42 yıldır evliyiz, hayatımı değiştirdi ve daha iyi bir hale getirdi.  Genç olmama rağmen tüm yaşamımı birlikte geçireceğim kişinin o olduğunu hissettim. Beni kitaplarımı yazmam için yüreklendirdi. Büyükannemin hikayesinin kimseyi ilgilendirmeyebileceğini düşünmüştüm, ama bunu insanlarla paylaşmam gerektiği konusunda motive edici konuşmalarda bulundu.  Çok destekleyiciydi, arkamda durduğu için gurur duyuyorum. İkincisi olmak istediğim yer yani yazarlık. Hayatımın bu bölümünde yıllardır uğruna çalıştığım her şeyi yaşıyorum. İyi bir ailem, çocuklarım torunlarım var. Kitaplarım kütüphanelerde bulunuyor.

“ÇOCUKLARIM VE TORUNLARIM PASTIRMALI YUMURTA VE BÖREĞE BAYILIYOR!”

Yemek pişirmek büyükanneniz Ventura için bir enstrüman çalmak gibiydi ve annesi ona “Miras asla ölmez” diye öğretmişti. Kitapta da Sefarad mutfağına ait çok çeşitli yemek tarifleri var. Siz yemek pişiriyor musunuz ve Sefarad kültürünü, yemeklerini sizden sonra gelen nesillere aktarma fırsatınız oldu mu?

Onunla birlikte yemek pişirme tecrübelerimden sonra Sefarad ve Türk mutfağını fazlasıyla sever oldum. Harika bir füzyonu vardı, Türkiye ve Meksika’nın yemek kültürlerini birbirine entegre etmişti. Mirasımız şimdi sayesinde devam ediyor. Ventura’nın bütün tariflerini denedim, hepsi orijinal olarak onun yazdıklarıydı. Çocuklarıma da öğrettim. Kızlarım ilgilendi ama oğullarım tabii sadece yeme kısmına katıldılar. Böreği, pastırmalı yumurtayı çok seviyorlar hatta bayılıyorlar. Her Şabat’ta büyükannemin tariflerini pişiririm ve herkes bizde toplanır ve özel anlar yaşarız.

Ventura’nın zorluklarla başa çıkmak için kaçış yolu yemek pişirmekti… Peki Sophie Goldberg’inki nedir?

Hepimizin kaçış noktaları vardır, olmazsa bir şeylere bağımlı oluruz. Benim kaçış noktam yazmak. Hikayelerin içine girmek beni büyülüyor. Yeni bir kitabın hazırlığı içindeyim. Kitaplarımda kökenlerimi araştırmamı, kendi içime bakmamı sağladı. Benim için bir terapi gibiydi. Eğer orta yaşınıza geldiyseniz, ‘nereden geldim’ ve ‘hayattan ne istiyorum’ sorularını daha çok soruyorsunuz. Ailenizin nereden geldiğini bilmek size kimliğinizi veriyor. Dolayısıyla yazarlık bana kimliğimi keşfettirdi.

Aile geçmişinizde eski bir Türk ve Ortadoğu geleneği olan kahve falı size eşlik ediyor. Siz de fal bakıyor musunuz?

Kahve falının nasıl bakılacağını hiç öğrenmedim ama çok mistik buluyorum. Geçmişini, geleceğini görebiliyorsun. Sadece bir tecrübem oldu: Oğlumun lisedeki arkadaşlarına baktım. Tamamı Katolik’ti, yemek bitiminde benden geleceği okumamı istediler. Oğlumdan mutfakta aldığım ipuçlarıyla hepsine duymak istediği şeyleri söyledim. Yalnız ilginç bir şekilde fincanların hepsinde dağ vardı, onlar ayrıldıktan üç saat sonra Meksika’da bir volkan patladı. Beni telefonla arayıp şoka uğradıklarını anlattıklarını hatırlıyorum. Bu yeteneğim büyükannemden geliyor sanırım.

Zehra Çengil ve Sophie Goldberg

“İSTANBUL’U VENTURA’YLA EL ELE GEZEMEMEK EN BÜYÜK ÜZÜNTÜM!”

Ventura, çok büyük kayıpların ardından ayakta durmayı başarabilen bir kadın. Bunda ikinci eşi Nissim’e olan aşkının da payı büyük. Sizce aşk yaraları iyileştirmek konusunda ne derece etkili bir ilaç?

Aşk ve sevgi bence her şeyin merkezindedir. Çocuklarınıza, kokulara, tatlara, çevrenizdeki insanlara sevgiyle yaklaşmalı. Yahudi, Hristiyan ya da Müslüman olmamız fark etmez, hepimiz Tanrı’ya inanıyoruz. Sevgi insanları daha toleranslı hale getiriyor. Soykırımlarda öldürülen bir sürü insan oldu, ayrılıkları görmek yerine benzerlikleri görmemiz gerekiyor.

Büyükannenizin siyah sandığı, aile tarihine şahitlik eden çok değerli bir hazine. Bu sandığın emanetçisi olmak size neler kattı?

Sandık hala benim evimde ve neredeyse 100 yaşında. Sahip olduğum en değerli şey. Pahalı ve havalı değil ama resmen bir hazine. Tüm aile anılarımı içinde barındırıyor. Büyükannemden anneme, annemden bana geldi. Ben de onu kızıma vereceğim, o da kendi çocuğuna. Bu bir aile geleneği, bir sonraki nesil Meksika’ya gelip bu hikayeyi başlatan Ventura’yı asla unutmayacak.

İstanbul’a gelip köklerinizi bulmanın büyükannenizi ve ailenizi bir onurlandırma şekli olduğundan seneler önce kendinize bunu yapmaya söz vermiştiniz. Süreç sizin için zor oldu mu ve manevi anlamda hangi duyguları yaşadınız?

Burada olmak ve büyükannemin neden burayı özlediğini keşfetmek çok eğlenceliydi. İstanbul size çok fazla şey sunuyor. Bir kültür, Osmanlı İmparatorluğu tarihi, muhteşem manzaralar, yemekler. Çok nostaljik hissetmemek mümkün mü? Diğer yandan çok üzüldüm, İstanbul’a Ventura ile gelmeyi çok arzu ederdim, Galata ve Kasımpaşa’yı onun ellerinden tutup gezmek isterdim. Ben çocuklarımı çok kez getirdim ve onlara bu hissi yaşattım.

“DIŞARIDAN MEKSİKALI KALBEN BİR TÜRK’ÜM!”

Geçmişte büyükanneniz Ventura’nın İstanbul’da olmayı en çok sevdiği yer olan Ortaköy Camii’nin yanındaki bankta oturunca zihninizde hangi anılar canlandı?

Ortaköy Camii’nin yan tarafındaki bank artık benim de favori yerlerimden; her geldiğimde oraya oturuyorum ve onu bankta mektupları okurken hayal ediyorum. Benim için çok duygu dolu. Ona manevi borcumu öder gibi hissediyorum.

Sami soyunu, Yahudi dinini ve Sefarad kökenini tanıtmak için yaptığınız çalışmalardan aldığınız geri dönüşlerden memnun musunuz?

Kitabım Meksika’da büyük bir başarı elde etti. Çünkü nüfusun yüzde 99’u neredeyse Katolik ve Yahudilik hakkında bilgi sahibi değiller. Kitabı okuyup benzerlikleri ve geleneklerimizi gördüklerinde tepkileri çok iyi oldu. İstanbul’u merak edip görmeyi isteyenler çok fazlaydı, burada yaşayan Yahudileri merak ettiler. Yani geri dönüşler çok tatmin ediciydi. Ben de dışarıdan Meksikalıyım ama kalben bir Türk gibi hissediyorum.

“ŞALOM GAZETESİ ZOR VE HARİKA BİR İŞ BAŞARIYOR!”

Teksas Üniversitesinde İletişim Bilimlerini Gazetecilik uzmanlığı alarak bitirdiniz ve birçok edebiyat ödülü kazandınız. Şalom Gazetesi’yle ilgili ne söylemek istersiniz?

Altyapım gazetecilik olduğundan bu benim olayları daha dikkatli görmemi sağladı. Bir yazar olarak detaylara daha açığım ve gözlemlemeyi seviyorum. Şalom Gazetesi bence çok değerli bir noktada, çünkü toplum nüfusunun giderek azaldığını biliyorum. Bu çeşit basılı yayınlar böylelikle daha da önemli hale geliyor. Biz sahip olduğumuz enstrümanlarımızı birleştirmek için kullanmalıyız. Söz uçar, yazı kalır. Şalom’daki herkesi tebrik ediyorum, ben de okuyorum. Çok zor ve harika bir iş başarıyorsunuz.

*‘Ay Işığında İstanbul’u Gözlem Kitap’tan edinebilmek mümkün.

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün