"BİNA BİNA HİKAYELERİ" - 4

Neşe Binark, yazmakta olduğu "İlk Türk Yahudi Fantastik Romanı" Bina Bina Hikayeleri´nin bir bölümünü her hafta yayınlamaya devam ediyor.

Neşe BİNARK Perspektif
14 Eylül 2022 Çarşamba

Tefrika No:4

2

HER BİTİŞ İÇİN YENİ BİR BAŞLANGIÇ

Londra Westminster’de saatler 4 AM’i gösteriyor. Trafalgar meydanındaki aslan heykellerine doğru yürüyorum. Profesörün sözleri kulaklarımda çınlıyor:

- “Akasya Bina” ismi beş yüz yılda beş defa kondu. Siz bu ismi taşıyan altıncı kişisiniz.

Londra’da sokaklar sessiz. Hatta şehrin en kalabalık noktası, fıskiyeli havuzu ve kocaman aslanları ile Trafalgar Meydanı da sessiz. Sabahın çok erken saatlerinde boyumdan büyük işlere kalkışıyorum.

- Akasya Hanım, sizden önceki beşinci Akasya Bina doksan yaşında aramızdan ayrıldı. Aynı gün siz doğdunuz. Altıncı Akasya Bina sizsiniz. Bu sizin yüzyılınız.

Dönüp aynı hesapları yapmayayım artık. 2022 yılındayız. 1492’de İspanya’dan kovulan Sefarad Yahudileri beş yüz otuz yıldır bu topraklarda yaşıyor. Her yüzyılda, bir kız çocuğuna Akasya Bina ismini koyuyorlar. Ama gelişi güzel bir kız çocuğu değil. Seçilmişlerin soyundan olacak. Ve “Altıncı Akasya Bina” benmişim. Duy da inanma!

Sanırım ahırlara vardım. Öyle acele çizdim ki hiçbir şey net değil bu krokide. Burası profesörün tarif ettiği yer olmalı. Tarihte sarayın ahırları olarak kullanılan meydan bu meydan. Charing Cross eski adıyla. Evet burası.

Altıncı Akasya Bina olmak mı? İkinci Kraliçe Elizabeth der gibi. Kraliçe miyim ben ayol, kendi halinde bir gazeteciyim. Ne alakası var? O ben değilimdir başka biridir o! İsim benzerliğidir. Dünyadaki bütün Akasya Bina’ları bilebilmek mümkün mü? Hem benim olduğum ne malum? Sadece profesörün söyledikleri var ortada, hani ispat? Bana tek bir ispat gösterin ki o kişinin ben olduğuma inanayım. Ya pis bir kurgunun içindeysem, iyice septikleştim.

Trafalgar. Ne tuhaf isim. Bu meydana bu ismi koyuyorlar çünkü Trafalgar galibiyetini kutlamak istiyorlar. Trafalgar, dişçilerin amalgam demeleri gibi geliyor kulağıma... İşte bu galibiyeti kutlamak için Kral 4.George sarayın ahırlarının bulunduğu bu bölgeyi meydana dönüştürmelerini emrediyor. Adını da amalgam ay şey pardon Trafalgar koyuyorlar.

Nasıl bir işin içine düştüm ben yahu? Tanımadığım bir kadının söylediğini yapıp borç harç İngiltere’ye geldim. Tanımadığım bir adamla buluştum. İyi tamam bir profesörle. Güzel bir masal dinledim. Derin bir fantastik masal. Bu profesör bana, hani tanımadığı bana, hani sadece ismimi duyduğu, sadece telefonda konuştuğu bana, inanılmaz bir aile ve aidiyet profili çizdi. Seçilmişim ben. Seçmişler mi beni doğar doğmaz? Amma netameli isimmiş bu Akasya Bina! Sadece ismi taşımakla bitmiyor ki! Şayet dedikleri kişi bensem, sonra ne olacak? Dur bakalım Akasya, önce bu krokidekini bul.

Amiral Lord Nelson’un heykelini sütun halinde dikiyorlar buraya sonra zaten adı da Nelson Sütunu. Ne arıyorum ben? Ne dedi profesör, aslan heykellerini gör dedi, gördüm. Arkasındaki National Gallery’yi de gör dedi, gördüm. Birleşik Krallık, madem ahırları meydana çevirdik, yanına da bir sütun diktik, meydanın arkasına da bir National Gallery konduralım, halkı güzel sanatlarla kaynaştıralım diyor. Profesörün gör dediklerinden ikisini de gördüm. Şimdi sırada ne var? Heykeller. Evet heykellerde sıra. National Gallery’nin merdivenlerinin iki tarafına ve güneydeki iki ucuna dört kaide dikiliyor ve üzerine de birer heykel yerleştiriliyor.

İki aynı isimde kişinin arasında olunca kolyemi tutup dilek dilerdim. Aynı aslanların arasında olunca da dilek dilenir mi acaba? Ah kolyem boynumda mı? Evet tabii daima boynumda. Bir an önce şu gizemin çözülmesini diliyorum. Kolyeme dokunmayı seviyorum, çocukluğumdan beri. Büyükanneminmiş. Daire şeklinde bir madalyon, yarısı kırık bir gümüş. Üzerinde üçgensel şekiller var bir da A harfi. Sahip olduğum tek aile yadigarı bu kolye. Ben sekiz yaşımdayken annem kendi elleriyle boynuma taktı ve her ne olursa olsun boynumdan çıkartmamamı tembihledi. Üzerinden bir hafta geçmeden annemle babamı feci bir trafik kazasında kaybettim. Yetimhane gecelerimde yalnızlığımı paylaştı benim bu kolye, tek ailem benim o. Bak şimdi aydınlandım, benim kimsesiz olduğumu öğrendilerse demek ki nasıl bir hikâye yakıştırıverdiler hiç yoktan. Ya Rakel ile karşılaşmam da düzmece ise, dur bakalım anlayacağız.

Heykellerdeyim. Sonrasında Kuzeydoğudaki kaideye Kral 4.George’un heykeli, güneybatıdaki kaideye General Henry Havelock’un heykelini dikiyorlar. 4.William’ın da heykelini dikmek istiyorlar ama sarayın parası bitiyor. Bu kaide 150 seneden fazla boş kalıyor. Profesörün anlattığına göre 1999’da Royal Society of Arts (Kraliyet Sanat Cemiyeti) bu boş kaidenin kamusal sanat için, dönemsel geçici bir sergi alanı olarak kullanılmasına karar veriyor. İlk olarak Mark Wallinger’in Ecce Homo’su sergileniyor. Şimdilerde de sanatçı Heather Phillipson’ın “The End” isimli eseri sergileniyor. Evet. Benim de aradığım bu eser işte!

Ne dedi profesör: “Eserin adı -The End- senin de tüm sorularının sonu olacak bir cevap seni bekliyor orada”. Beni ne bekleyebilir burada? Hayatımda daha önce hiç Londra’ya gelmedim. Ailem geldi mi bilmem. Bir anneannem varmış o da benim doğduğum gün ölmüş. Burada bana ait ne görebilirim acaba?

Neyse yaklaştım, evet de bu nasıl bir heykel böyle? Bence sanatçı boş bir vaktinde yapıyor bunu, canı mı sıkılıyor ne, tabii böyle tuhaf bir kompozisyon kuruyor. Adına da işte dünyanın sonu diyor. Eser büyük derinliğe sahip. Erimeye başlamış devasa bir kremşanti üzerinde bir kiraz, kirazın üzerinde bir drone ve bir karasinek var. Şimdi bunlarla dünyanın sonunu kurgula bakalım Akasya Bina. Haydi oradan!

Profesör o tuhaf hikâyeyi anlatmasa, burada ne bulacağımı merak etmesem, bu saçmalıkla zamanımı harcar mıyım? Gel gör ki merak ediyorum.

Heykelin üzerindeki drone, çevresinde kendini izleyenleri canlı olarak kaydediyor. Etraftan geçenler de canlı olarak drona bağlanabiliyorlar. Eeee? Bu bilgiyle ne yapmalıyım? Ah kendini kolla diyorsun, kayıtlara girme, tamam. Şimdi bayanlar baylar, bu görmüş olduğunuz krem şantinin erimesi ile dünyanın çöküşün eşiğinde olma hissini yansıtılıyor. Peh peh peh. Sadece işimi bitirip otele dönmek istiyorum artık, baydı Londra. Biraz dinlenip sonra da ver elini İstanbul. Elimi çabuk tutayım, baksana dünya eriyip gidiyor yoksa, hah ha!

Ama her bitiş yeni bir başlangıcın ayak sesidir. Her radikal değişimde potansiyel bir şans bir umut vardır.

Sıra geldi profesörün söylediklerini uygulamaya:

Birinci adım: Kalemini çantandan çıkar. Eserin konulduğu kaideye çakılan tabelayı bul. Tabelanın altındaki taşın derzlerinin üzerinden kalemi bastırarak bir kez geç. Tabelanın üzerine elinin ayasını bastır ve bingo! Kaidenin taş duvarı ikiye ayrılıyor.

İkinci adım: Merdivene bitişik ayrılan taş duvardan asansöre giriyorum.

Üçüncü adım: Asansör beni kaldırdığı gibi kremanın tepesindeki kirazın içine ulaştırıyor. Buradan sineğin kanadına geçmem gerekiyor. Belime doladığım Profesörün verdiği halatı çözüyor ve kement yapıp kirazın sapına fırlatıyorum. Halat sapın etrafına dolanıyor. Sonra dikkatlice kremanın üzerinden sineğin kafasına doğru iniyorum.

Dördüncü adım: Sineğin ön bacaklarından soldakini çekiyorum. Sağ gözü açılıyor. Gözün içinden kadife kaplı iki minik yuvarlak kutu çıkıyor, biri eski, diğeri yeni. İki kutuyu da alıp sırt çantama koyuyorum. Tüm yaptıklarımı tersine tekrar yaparak kirazdaki asansöre geri dönüyorum. Eserin içinden çıkıyorum. Dronun görüş alanında değildim ve ortada fazla kimse de yoktu. Bir gören olmadı. Otele dönerken, Big Ben saat kulesinde yazılı “Domine Salvam Fac Reginam Nostram Victoriam Primam” yazısı gözüme çarpıyor: “Tanrı Kraliçe Viktorya’yı Korusun”. 

3

KUTU KUTU GERGİNLİK

Oyalanmadan otele dönerek iyi ettim. Kutuları otelde açmamı söyleyen profesörü dinleyerek de tabii... Yorgunluk ve gerginlikten perişanım, duş alıp kendime geleyim.

Uzun bir süre kutuları açmamak için kendimi oyaladım ama artık açmam gerekiyor. Ancak kendimi toparladım.

Kadife kaplı iki kutuyla masaya yerleşeyim. Bu iki kutu benim İngiltere yolculuğumun özeti mi şimdi? Yoksa hayatımın şimdiki istasyonunun bekçileri mi?

Böyle iki kutuyu yan yana koyunca, biri eski biri yeni, biri geçmiş diğeri gelecek gibi görünüyor. Biri yaşlı diğeri genç iki sır var sanki bu kutularda.

Ne dedi Profesör hatırla Akasya Bina: “Derin bir nefes alın ve önce eski kumaşla kaplı kutuyu açın, yeni kutuyu sonra… Ve şunu bilin ki Akasya Bina, artık hayatınızda hiçbir şeyi bıraktığınız yerde bulamayacaksınız. Tüm gerçekleriniz yer değiştirecek. Kendinize biraz zaman tanıyın ve sakin olun”.

Ve evet, işte başlıyoruz.

Önce derin bir nefes alıyorum sonra eski kutuyu açıyorum…

-Aman Allah’ım…

Tefrika No:4’ün Sonu

"Dijital Manipülasyon Kolaj: Neşe Binark"

Tefrikanın diğer bölümlerini okumak için:

https://www.salom.com.tr/haber/123078/bina-bina-hikayeleri-1

https://www.salom.com.tr/haber/123110/bina-bina-hikayeleri-2

https://www.salom.com.tr/haber/123209/bina-bina-hikayeleri-3

https://www.salom.com.tr/haber/123312/bina-bina-hikayeleri-5

https://www.salom.com.tr/haber/123389/bina-bina-hikayeleri-6

https://www.salom.com.tr/haber/123426/bina-bina-hikayeleri-7

https://www.salom.com.tr/haber/123522/bina-bina-hikayeleri-8

https://www.salom.com.tr/haber/123579/bina-bina-hikayeleri-9

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün