“Hayatlarındaki küçük kayıpların üstüne, iklim krizinin ve değişen kent yaşamının büyük sorunlarına birlikte dalan üç kişinin hikayesi. İklim krizi, küçük bir araştırmayla bile, boyutlarını ve bireysel olarak yapılacakları kavrayabileceğiniz bilimsel bir veri. Bir yandan da ne yapacağımız bilemediğimiz devcileyin bir mesele… Tıpkı ölüm gibi, tıpkı geride kalan çocukluk gibi, tıpkı içinde yaşadığınız şehir gibi…” Volkan Çıkıntoğlu
Sakıp Sabancı Müzesi'nin altıncı yılında artık gelenekselleşmiş tematik açık hava etkinliği, sanat yönetmenliğini Emre Koyuncuoğlu’nun yaptığı Müzede Sahne, geçtiğimiz yaz tema olarak iklim krizi ve ekolojik yıkımı ele almaya karar vermiş, bu bağlamda üç farklı yazara iklim kriziyle ilgili oyunlar sipariş edilerek üç farklı sahneyle prodüksiyon anlaşması yapılmış. Şebnem İşigüzel'in yazdığı, Zinnure Türe'nin yönettiği ‘Taş’, Nadir Sönmez'in yazdığı, Ayşe Lebriz Berkem'in yönettiği ‘Libido’ ve Volkan Çıkıntoğlu'nun yazdığı, Gülhan Kadim'in sahneye koyduğu ‘Tek Kullanımlık Hikâye’ oyunları, Müzede Sahne'deki prömiyerlerinin ardından sezon boyunca farklı tiyatro sahnelerinde izleyicileriyle buluşacak. Ben de bu oyunlar sahnelendikçe sizlere izlenimlerimi aktaracağım.
Bu yazıda üçlünün sezondaki ilki olan Tek Kullanımlık Hikâye’den söz edeceğim.
Altıdan Sonra Tiyatro yapımı Tek Kullanımlık Hikâye, İstanbul varoşlarında, herkesin birbirini tanıdığı bir gecekondu mahallesindeki bir evin terasında geçer. Ekonomik krizin ekolojik krizle örtüştüğü bu ortamda, kazananalar dünyasının üç kaybedeni Melih, Cevdet ve Orhan, ortak hikâyelerini samimiyetle izleyiciyle paylaşırlar. Sorumlularının önemsemediği, herkesin kendi derdinde olduğu bu bilinçsizlik ve/veya umarsızlık ortamında, tüm gezegenin tehlikede olduğuna nasılsa uyanabilmiş bir kişinin, en anlayabilenin bile “Biz ne yapabiliriz ki” dediği bir topluluğa dert anlatabilmesinin imkânsızlığı, karanlık, ama müthiş de komik bir dille anlatılır.
Yaşandıkları anda son derece önemli görünen işsizlik, geçim sıkıntısı ya da Müjgân’a aşık olarak ondan karşılık beklemek gibi sıradan sayılabilecek sorunlar, geleceğimizdeki büyük trajedinin unutulmasına, kişisel kayıplarımızın dünyamızın kaybından daha fazla önem kazanmasına sebep oluyor.
Volkan Çıkıntıoğlu, üç kankanın güncel sıkıntılarından yola çıkarak trajikomik bir öykü aktarırken, anlatısını seyircinin yüzüne tutulan bir aynaya çeviriyor ve alçak sesle, ama çok da etkileyici bir biçemde hatırlatıyor ki “hepimizin, hepinizin büyük dertleri var ama dünyamızın derdi hepimizinkinden büyük.”
İlk kez oyunculukla yazarlığı birlikte yürüten bir genç olarak ‘Monologlar Müzesi’nde izleyip tanıştığım Volkan Çıkıntoğlu Yeşim Özsoy’un kurmuş olduğu GalataPerform’un oyun yazarlığı atölyelerinde eğitim almış. Çok etkileyici metinleriyle, giderek genç kuşağın önemli oyun yazarları arasında yer alan Çıkıntoğlu’nun ‘Bir Meşrutiyet Faciası veya Gündüzlerimiz’le ‘Kalabalık Duası’nın ardından ‘Tek Kullanımlık Hikâye’si de eminim genç tiyatromuzun önde gelen metinleri arasında yerini alacak.
Aslında bu tür sipariş metinlere biraz çekinceyle yaklaşırım. Öncelik verilmesi gereken ana temanın tiyatronun da önüne geçmesinden, oyunun doğallığını etkileyerek didaktizme ya da slogancılığa yöneltmesinden korkarım. Bu sebeple Çıkıntıoğlu’nun öyküsünde, özdeki iklim krizini ve kent yaşamının dönüşümü temalarını göz ardı etmeksizin, anlatının insani boyutunu ustalıkla öne çıkarabilmesi çok keyifli bir sürpriz oldu.
Çıkıntıoğlu Tek Kullanımlık Hikâye’yi öncelikle bir ‘kanka’ öyküsü olarak tasarlamış. Kanka demek, arkadaşlıktan da kardeşlikten de öte, her türlü sırrın, mutluluğun, acının paylaşıldığı eşi menendi olmayan bir yakınlık demek. Yönetmen Gülhan Kadim, bu bilinçle sahnelemesini Melih, Cevdet ve Orhan’ın yakın dostlukları ve yaşadıkları mahalleyle ilişkileri üzerine oturtmuş. Önce, kısman tamamlanmış bir binanın çatı terasındaki üç beş inşaat artığı tahta, birkaç bidon boya ve üç taşınabilir merdivenle (Sahne Tasarımı Kolektif), evleri, yolları ve hatta taşıtlarıyla tüm bir mahalleyi var ediyor. İsmail Sağır, Meriç Rakalar ve Murat Kapu hem oyunculuk hem anlatıcılık görevlerini üstlenerek gerek oyunun üç ana karakterini, gerekse mahallenin diğer sakinlerini canlandırıyorlar. İklim krizi ve ekolojik felaket gibi sorunları, göreceli olarak arksa plana akıyor ve mahallenin biraz çılgın, devamlı sorun yaratan delikanlısını canlandıran Murat Kapu’nun ağzından dillendiriyor. Arka olanda kalsa da bu ana tema leitmotiv gibi sık sık ortaya çıkarak kendini sürekli anımsatıyor.
Kendisi de olağanüstü bir oyuncu olan Gülhan’ın sahnelemesinde, benzersiz üçlüsü mucizevi bir birliktelik oluşturuyor. Profesyonel oyunculuğa 2008’de birlikte, aynı gün aynı oyunda başlayan, Altıdan Sonra Tiyatro’nun gediklileri İsmail ile Murat zaten fiilen kankalar. Topluluğa 2017’de katılan, o günden beri de hep sağlam işler çıkarmış olan Meriç sanki diğer ikisiyle aynı mahallede doğup büyümüşçesine müthiş uyum sağlıyor. Karşımızda üç usta oyuncu olarak değil, sanki gerçekten de Melih, Cevdet ve Orhan var. Bırakın o usta işi parlak metni, üçlünün kusursuz diksiyonları ve beden dilleriyle var ettikleri gümbür gümbür yaşayan mahalleyi sakinleriyle birlikte izlemek bile başlı başına büyük keyif. Oyunun üç ana karakteri kadar, büyük doğallıkla canlandırdıkları en ufak yan roller bile usta işi. İsmail’in Müjgân’ı ile Meriç’in Fatma Abla’sı unutulur gibi değil.
Sonuç olarak Volkan Çıkıntıoğlu’nun dört dörtlük metni, çok iyi yönetilmiş, olağanüstü de iyi yorumlanmış. İsmail Sağır’ın gecesinden gündüzüne, yangınından yağmuruna tüm ayrıntıları ustalıkla yansıtan ışık tasarımını da unutmayalım.
22-23-24 Eylül, 6-7, 27-28 Ekim ve sezon boyunca kombaracı50’de.
Kaçırmayın derim. Hepinize sağlıklı ve huzurlu bir yeni tiyatro mevsiminde iyi seyirler dilerim