İsviçreli sanatçı Françoise Caraco, evinde bulduğu siyah beyaz fotoğraflardan yola çıkarak aile kökenlerine dair araştırmaya yapmaya başlayınca yolu İstanbul ile kesişti. Beş yıl boyunca İsviçre-İstanbul arasında mekik dokuyan Caraco, kendisine tamamen yabancı bu şehirde yepyeni akrabalarıyla tanıştı. Bununla da yetinmeyen sanatçı, Sefarad kültürüne dair araştırmalar yapmak ve kökenlerini daha yakından tanımak için Yahudi Toplumu´ndan 35 kişiyle röportaj gerçekleştirdi. İstanbul´u bir İsviçrelinin gözünden tasvir ettiği fotoğraflarıyla, araştırmasını birleştiren Caraco, ´Hidden Istanbul´ isimli bir kitaba imza attı. Schneidertempel Sanat Merkezi´nde 2 Ekim´e dek sürecek sergisinin açılışı için İstanbul´a gelen Françoise Caraco, kitabının lansmanını da İsviçre´nin İstanbul Başkonsolosu Julien Thöni ve eşi Valerie Thöni ev sahipliğinde gerçekleştirdi. Caraco, kimliğini bulma serüvenini ŞALOM´a anlattı.
‘Hidden İstanbul’da Yahudi toplumundan 35 kişi ile yaptığınız röportajlarla onların geleneklerini, yetiştirilme tarzlarını, İstanbul’a aidiyetlerini, göçlerle ilgili serüvenini kendi çektiğiniz fotoğraflarla süslüyorsunuz. Araştırmalarınız esnasında İstanbul’daki Yahudi nüfusu ve yaşamı hakkında nasıl bir izlenime sahip oldunuz?
Bu röportajları yaparken Türkiye’deki Yahudi toplumunun giderek azaldığını fark ettim. Buna rağmen konuştuğum herkes İstanbul’u çok seviyor, bu şehirden ayrılmak istemiyor. Gençlerde ise durum farklı; onlar yurt dışına yerleşme imkânını bir önceki nesilden daha fazla değerlendiriyor. İstanbul'un çok zengin bir kültürel yapıya sahip olduğunu düşünüyorum. Çeşitli kültürel etkilere sahip harika bir şehir ve bunda farklı azınlıkların bir arada yaşadığı köklü bir tarihe sahip olmasının payı çok büyük.
Kitabı yazmanıza büyük büyük dedeniz Isaac’ın 19. yüzyılda Ortaköy’den Basel’e uzanan yolculuğu sebep oluyor. Kökenlerinizi araştırırken neler keşfettiniz; bunları kaleme almaya nasıl karar verdiniz?
Büyük büyük dedemle hiç tanışmadım, onun hakkında anlatılan az miktarda bilgiyi hep masal gibi dinlerdim. Onun İstanbul’dan geldiğini, kökenlerinin buraya dayandığını bilmek beni meraklandırdı. Bazı fotoğraflar buldum, arkasındaki yazılar Ladino dilindeydi. Röportaj yaptığım insanlarda da bu dilin kullanıldığını görmek, bu geleneğin devamını hissetmek beni mutlu etti. Onun Sefarad olduğuna emin oldum. İstanbul’da bazı akrabalarım olduğunu öğrendim. Onlarla tanışmak harika bir deneyimdi, yüreğime dokundu. Onlar da aile bağlarımız hakkında sınırlı bilgiye sahip olduğundan, Yahudi toplumunun bireyleriyle söyleşiler yaparak kendimi tanımaya çalıştım. Onların hikâyelerini dinlemek benim için çok duygusal ve ilginçti. Bu hikâyelerin gelecek için korunması gerektiğini fark ettim.
Ayrıca biz Avrupalıları ve dünyanın geri kalanını, yüzyıllardır Türk metropolünde yaşayan ama çoğu kişinin gözünden kaçan İstanbul'daki Yahudi yaşamına karşı duyarlı hale getirmek istedim.
Françoise Caraco
“BU ARAŞTIRMAYI KÖKLERİME KARŞI HİSSETTİĞİM SEVGİ VE MERAKLA YAPTIM”
Schneidertempel’da kitabınızdaki fotoğraflara yer verdiğiniz bir serginin açılışını yaptınız. Sergi açılışı nasıl geçti, sanatseverlerden aldığınız yorumlar nelerdir?
Sergi açılışı benim için çok önemliydi. Beş sene üzerinde çalıştığım araştırmamı bitirdim ve ardından tüm bu çalışmaların insanların ne kadar ilgisini çektiğini, kendilerinden bir şey bulduklarını görme fırsatım oldu. Bu araştırmayı aslında kitap için değil de sadece köklerime dair hissettiğim sevgi ve merakla yapmıştım. İlk kitabım olduğu için basılması beni çok heyecanlandırdı. İlk başlarda röportaj yapacağım kişilerle iletişim kurmakta zorlanmıştım. İsviçre’den Türkiye’ye yılda iki kere gelebildim. Çünkü bir ailem vardı ve kısa süreler kalıp geri döndüm. Sergimizin açılışı da tüm bu zorlukların finalinde bir başarıya ulaştığımın göstergesi oldu. Kitabımda 256 fotoğraf bulunuyor, bunlardan bir seçkiyi sergide görebilirsiniz.
İstanbul’u fotoğraflarken hangi makineyi kullandınız?
İlk başta profesyonel kamera kullanıyorum fakat sonra değiştirdim. Çünkü insanların bundan tedirgin olduğunu fark ettim. Telefonla çekmek daha kolay oluyordu. Büyük kamera gören çevre sakinleri kendilerini tuhaf hissediyordu, böylece yöntem değişikliğine gittim.
Sefaradlar arasında 500 yıldan fazla süredir kullanılan Ladino’yu korumak için de yeni nesilden mücadele verenlerin olduğunu görüyoruz. Siz Ladino konuşabiliyor musunuz, Şalom’un Ladino dilindeki çalışmalarını takip etme fırsatınız oldu mu?
Ladino konuşmayı bilmiyorum ama İspanyolcaya hakimim. Kelimelerin birbirine çok benzer olduğunu görüyorum. Sefarad Kültürü Araştırma Merkezinde El Amaneser’i gördüm ve bununla gurur duydum. Dili korumak ve gelecek nesillere aktarmak çok değerli. Toplumun birbirine daha çok sarılmasını ve kültürlerini korumasını sağlıyor. Okullarda da müfredata alsalar bence harika olur. Yahudi toplumu bireylerinin neredeyse hepsinin birkaç dil konuşabilmesine ise ayrıca hayran kaldım.
‘Hidden İstanbul’da tüm yazı Prens Adaları’nda geçiren, ilk aşklarını, ilk danslarını orada deneyimleyen kişilerle de konuşmuşsunuz. Adalar’ı ziyaret edip fotoğrafladığınızda kendinizi orada hayal ettiniz mi?
Özellikle Büyükada’daki anılarını anlattıklarında kendimi oradaki yaşantının içinde hayal ettim ama bugünlerde değil, geçmişte. Röportaj yaptığım birçok insan bana yazlarını adalarda geçirdiğinden bahsetti. 1960’lar ve 80’li yıllarda bu ortam kıskandırıcı derecede güzel, cennet gibi. Fakat şimdi çok kalabalık. Beş sene önce ailemle dört gün Büyükada’da kaldık, Aya Yorgi’de kitabımın basılmasını dilemiştim ve gerçekleşti.
“BOĞAZ’DAN VAPURLA GEÇERKEN DUYDUĞUM ÖZGÜRLÜĞE BAYILIYORUM”
Röportaj yaptığınız isimler, dünyanın neresinde yaşarlarsa yaşasınlar İstanbul’un özel bir yer olduğuna ve Doğu karakteri barındırmasının yanında Batı’dan da izler taşıyan muhteşem bir karışım olduğuna inanıyor. İstanbul sizin için ne ifade ediyor?
Başlarda İstanbul’da olmak benim için fazlasıyla zordu çünkü çok büyük bir şehir. Kendimi çok konforlu hissetmiyordum ama seyahat ettikçe şehri öğrendim, kendime bir çevre edindim, insanların hikâyelerini dinleyip bu toprakları daha iyi tanıma fırsatı buldum. Artık bu karışımı seviyorum. Bazen bana çok çılgınca geliyor, diğer yandan alıştım da. Anadolu yakasından Avrupa’ya geçerken vapurda Boğaz’ı izlemeye bayılıyorum. Kendine ait bir zaman, bir özgürlük vadediyor. Herkes anlatırdı, ben anlam veremezdim. Çok da haklılarmış.
İstanbul’daki Yahudi nüfusunun da giderek azaldığını ve farklı dilde isimlere sahip olmanın kendilerine zaman zaman zorluk çıkardığını anlatanlar var. Siz senelerdir yurt dışında yaşayan bir insan olarak hiç kimliğinizle ilgili zorluk yaşadınız mı?
Soyadım Caraco, İsviçre’de çok alışılmış bir isim değil. Çoğu insan merak ediyor ve ismim hakkında daha fazla şey öğrenmek istiyor. Projeme başlama nedenlerimden biri de bu. Ailem göçmen ve ben İsviçre kimliği olan dördüncü nesilim. Bazıları ismimi duyduğunda beni İspanyol zannediyor. İsviçre’de yetkilerle kontak kurduğumda ismim nedeniyle bazen hoş karşılanmadığım hissine kapılıyorum.
Türk Yahudileri Müzesini gezenlerin “Sefarad ve Türk kültürü arasında bu kadar benzerlik olduğunu bilmiyorduk” şeklindeki yorumuna da yer vermişsiniz. Siz ne gibi benzerliklere şahit oldunuz? Sefarad kültürünü yaymak, kaybolmasına engel olmak için ne gibi çalışmalarda bulunuyorsunuz?
Ailem çok geleneksel bir yapıya sahip değil. Bizde de toplumun çoğunluğu seküler. Bu kitabı yazmamın da kültürü yaymaya katkısı olacağına inanıyorum ve belki de ikincisi için hazırlıklara başlayacağım. İstanbul’a her geldiğimde yeni kişilerle kontak kuruyorum, daha da derin bilgilere sahip oluyorum. Bunu değerlendirebilirim.
“TÜRKİYE’DE YAŞASAYDIM TAM BİR KARIŞIM OLURDUM”
Tüm bu röportajlar ışığında eğer kökleriniz İsviçre’ye göç etmeseydi, Françoise Caraco’nun nasıl bir hayatı olacaktı?
Bunu çok kez düşündüm, derin bir soru. Bütün röportaj yaptığım kişileri düşünüyorum ve ne benzerlik olabileceğini hayal ediyorum. Sanırım ben bir karışım olurdum, büyük ihtimal Kadıköy’de ya da Anadolu Yakası’nda yaşardım. Alternatif semtleri seviyorum. İsviçre’de yirmi yıldır beraber olduğum hayat arkadaşımla evli değilim ama burada muhtemelen evlenmek zorunda kalırdım. (Gülüyor) Yine sanatla uğraşıyor olurdum.
İsviçre’deki Yahudi Toplumu ve yaşamıyla Türkiye’dekini karşılaştırdığınızda ne gibi benzerlikler ve farklar görüyorsunuz? Yeni projeleriniz var mı?
İsviçre'deki Yahudi cemaatini çok iyi tanımıyorum. Ama kitabı Yahudi cemaatine sunabilme imkanım oldu. Kitapla çok ilgilendiler ve etkilendiklerini vurguladılar. Onlar da bu kitapta kendi hayatlarından birer parça buluyorlar.
Ve bence kitapseverler nerede olursa olsun, ‘Saklı İstanbul'u okuduklarında aynı hissi yaşarlar. Çünkü farklılık ülkelerin sistemlerinde, insanlarda değil. Bu yüzden herkes tek bir noktada birleşebilir. İstanbul'daki Yahudi yaşamı hakkında ikinci bir kitap ya da bunun uzantısı olarak bir film yapmayı düşünüyorum ama bu sefer bunu Türkçe yapacağım. Böylece buradaki insanları daha iyi dâhil edebilirim.