Adını İngilizce ´püskül´ anlamına gelen sözcükten alan Fringe Festival, sahne sanatlarında ´alternatif´, ´sınırda´ ve ´keşfedilmemiş´ gösterilere odaklanan bir oluşum. İlk kez 1947´de Uluslararası Edinburg Festivali´ne davetsiz misafir olarak katılan, gösterilerini ´bir kenarda´ sergileyen Fringe giderek, çağdaş gösteri sanatlarının en prestijli festivallerden Edinburg Fringe´e dönüşmüş. Günümüzde her yıl dünyanın birçok kentinde, farklı ölçek ve formlarda düzenlenen, çoğulcu ve disiplinler arası temele dayanan Fringe Festivalleri alternatif ve yenilikçi işler üreten dinamik genç sanatçılara işlerini kültür ve sanat yoluyla uluslararası platformda sergileme imkânı yaratıyor.
Çeşitliliği ve özgünlüğü İstanbul'un kent dinamiği ve çok kültürlü doğasıyla buluşturmak üzere ilk kez 2019’da gerçekleştirilen Istanbul Fringe Festival dördüncü yılında.
Bu yıl 26.Uluslararası Adana Altın Koza Film Festivali ile çakıştığından izleyebildiğim
dört gösteriyle ilgili izlenimlerimi aktarıyorum.
‘INFANTA’
Bir zamanlar bir Infanta varmış. Ve bir gün onun doğum günüymüş. Hapisten çıktığı ve misafir kabul ettiği tek gün. Böylelikle eğlencenin ölçeği, zulmün ölçeğine eşit olurmuş. Mekânın ötesinde, zamanın ötesinde ve isimlerin ötesinde bir boyutta koşullu kahramanlar, koşullu koşullarda sonsuz bir partinin döngüsünde sıkışıp kalmalar…
Infanta doğum gününde hediye olarak kendisine âşık olan bir Cüce alır. İki gerçeğin çarpışması elbette kaçınılmazdır ve bu ne kadar yıkıcı olursa, Cüce kendi illüzyonlarında o kadar boğulur.
Koreografisi Daria Vergizova’ya, müzikleri Lera Finkelstein’e sahne ve kostüm tasarımı Nicole Klampert’e, ışık tasarımı Ksenia Koteneva’ya ait Rusya yapımı ‘Infanta’ etkileyici bir dans tiyatrosu örneği.
Oyun, Ayami Oki’nin Infanta’nın kapatılmışlığını ve yalnızlığını ustalıkla yansıtan solosuyla başlar. Işıklardan oluşmuş benzersiz duş sahnesinin ardından, fonda Sofya Avras’ın videosuyla oluşturulan başarılı dekorda parti başlar. Avras’ın videosu ve sahnedeki üç kadın üç erkek parti misafiriyle parti yaşadığımız dünyanın karmaşasına dönüşür. Müthiş başarılı dans gurubuna son bölümde, olağanüstü bedensel devinimleriyle Cüce’yi canlandıran dansçı katılır. Müziği, koreografisi ve sıra dışı dansçılarıyla usta işi bir yapım.
‘No Corners’
Singapur Decadance Co yapımı ‘No Corners’, konforun sınırlarını inceler, yorulmadan yöneldiğimiz, yaşam kalitesini çevreleyen psikolojik alanı tartışır. Toplumda bir iz bırakmak için bireyler olarak kendimizle ne kadar rahatız? Başkalarının kendilerini dahil edilmiş hissetmeleri için rahatlık fikrini nasıl değiştiririz? Sinema sanatçısı Khairulhakim ile iş birliği, duyguları yansıtma ve harekete geçirme fikrini daha da ileriye taşımak için film medyumunu da kullanır ve rahatlıkla rahatsızlık arasındaki iki arada hali derinlemesine ele alır.
Edwin Wee ve Rachel Lum tarafından kurulan Decadance Co, kapsayıcı bir sanat yapma sürecini, kalite odaklı sunumları ve topluluklara anlamlı uygulamalarını takip etmeyi amaçlayan ortak çalışmaya dayalı bir çağdaş dans topluluğudur. Grup, hem sanatçılara hem de izleyicilere meydan okuyan çok disiplinli işler geliştirmenin peşinde.
Öyküsü olmayan bir dans gösterisini sadece üç kadın dansçısının beden dilleriyle 50 dakika boyunca soluksuz izletebilmek gerçekten büyük başarı.
‘WOW!’
Tarih her zaman beklenmedik bir dönüş alır. Yetmiş bin yıl önce Homo sapiens, Afrika’nın uzak bir köşesinde kendi işine bakan anlamsız bir yaratıktı. Takip eden bin yıl boyunca, gezegenin hükümdarı ve ekosisteminin tiranı haline geldi. Ormanları kesti, sulak alanları kuruttu, nehirleri baraj yaptı, tarlaları su bastı, milyonlarca mil demiryolu ve yol döşedi ve arazi üzerinde yükselen şehirler inşa etti. Doğa acı çekiyor ve hayvan türleri hızla yok oluyor. Kanoları gemilerle, vapurları ve uzay gemileriyle değiştirdik ama kimse nereye gittiğimizi bilmiyor. Gücümüz var ama onu nasıl kullanacağımızı bilmiyoruz. Bunun da ötesinde, davranışlarımız sorumsuz. Gezegenimizi beton ve plastikten yapılmış bir alışveriş merkezine dönüştürüyoruz. Kaynakların tükenmesinden ve gezegen ekosisteminin kalıcı hasarından bahseden felaket kehanetleri haklı çıkıyor. Doğayı ve hayvanlarını öldürüyoruz. Ekolojik bir felakete mi yoksa teknolojik bir cennete mi gidiyoruz? Her şey mümkün.
Slovakya’dan gelen Debris Company, böylesine ciddi bir konuyu yönetmen, konsept ve müziği Jozef Vlk’a, koreografisi Stanislava Vlčeková’ya ait bir dans gösterisi olarak aktarıyor. İki olağanüstü dansçıya muhteşem bir kostümün ve videolardan oluşan nefes kesici bir görselliğin eşlik ettiği çarpıcı ve etkileyici bir gösteri.
Medea ‘on -a thin- line’
‘Medea On the Road / Medea’nın Yolculuğu’, görsel sanatçı Simon Wachsmuth, Yasemin Nur ve sahne sanatlarından Emre Koyuncuoğlu’nun birlikte, günümüz dünyasına eleştirel bir yaklaşımda bulunmak amacıyla, farklı sanatsal disiplinlerde eser üretmek üzere tasarladıkları, birçok ayağı olan bir proje.
Proje üzerinde çalışmalar Yasemin Nur ve Emre Koyuncuoğlu’nun Gürcistan, Tiflis’te bulundukları bir sanatçı rezidansı programında başlamış. Proje daha sonra, Simon Wachsmuth ve Emre Koyuncuoğlu’nun Akademi Tarabya’ya davet edildikleri dönemde geliştirilmiş.
Salt Beyoğlu’nun ev sahipliğinde sahnelenen Medea ‘on -a thin- line’, ‘Medea On the Road’ projesinin performans ayağıdır. Emre Koyuncuoğlu’nun Yunan mitolojisindeki Medea efsanesinden esinlenerek yazdığı ve yönettiği performansta Medea miti yeniden ele alınarak, yazılan tüm oyun metinlerine eleştirel bir bakış üretilirken, göçmen bir annenin varoluşu adına hak arayışı mücadelesinde kurban olarak öne sürülen çocukların tanımına sıra dışı bir yorum getirilir.
Medea on -a thin- line, özgün bir mekânda, metin tiyatrosu, video art, enstalasyon, deneysel ses yerleştirmesi, performans ve interaktif tiyatro kavramlarının iç içe geçtiği bir gösteri. Mekân yerleştirmesini Yasemin Nur, kostüm tasarımını Yasemin Nur ve Ahsenur Çiftçioğlu, müzik ve vokal ses tasarımını Esin Gündüz, görsel tasarımı Simon Wachsmuth üstlenir.
Bu olağanüstü interaktif performansın mekânı Salt Beyoğlu’nun film salonudur.
Benzersiz güzellikte giysiler kuşanarak Antik Yunan’dan günümüze gelmiş dört kadın taburelere yerleşmiş izleyicilerin arasında oturmaktalar. Sahne diyebileceğimiz, ekranın önündeki bölümde de seyirciler var. Çünkü oyun alanı sadece bu sahne değil; oyuncular performanslarını salonun tamamında, seyircilerin arasında gezinerek onlara yönelerek sergiliyorlar. Gamze Şeber, ‘güneşin kızı’nın aşk uğruna kendini mahkûm ettiği sürgünde kendisine göçmen bir anne olarak yaşatılanları, tarih boyunca hikâyesi anlatılırken kendisine yapılan haksızlıkları anlatıyor. Esin Alpoğan ise çocukların ağzından anne, çocuk yaşam ve ölüm konularını tartışıyor. Konuşmasız ancak müthiş etkileyici iki karakteri de Su Güneş Mıhladız ile Büşra Albayrak canlandırıyor. Biri şaşırtıcı ve görkemli bir beden diliyle, diğeri gösterinin tüm vokal tasarımını bir başına üstlenerek performansın görsel işitsel boyutunu tamamlıyorlar.
Bütün bunlar yaşanırken de ekranda Çiğdem Selışık, kusursuz diksiyonu ve muhteşem İngilizcesiyle Medea hakkında tüm yazılanlar üzerine son derece kapsamlı ve bir o kadar ilginç bir makale okuyor (Film görüntü yönetmeni & montaj: Aydın Sarıoğlu).
Koyuncuoğlu çok sağlam bir metin yazmış. Ama asıl büyük başarısı çok farklı disiplinlerden gelen çalışmalarla, müthiş bir bütünlüğe ulaşabilmesi. Umarım bu nefes kesici gösteri sadece Fringe ile sınırlı kalmaz; kaçırmış olanlar ya da benim gibi bir kez daha yaşamak isteyenler için tekrarlanma fırsatı bulunur.
Önemli bir hatırlatma: Aynı yaratıcı ekibin elinden çıkan ‘Medea’nın Yolculuğu Projesi’nin 2. bölümü, ‘Medea’ya İnce Ayar’ adlı oyun, 13 ve 14 Kasım’da 26. İstanbul Tiyatro Festivali kapsamında ilk kez Müze Gazhane’de sahnelenecek. Mutlaka izlenmeli.
Gelecek yıl yeni bir İstanbul Fringe’de buluşmak üzere hepinize sınırda ve keşfedilmemiş yepyeni seyirler dilerim.